Türkiye işçi sınıfı burjuvaziden bağımsızlaşıyor
Bundan tam 100 yıl önce, 10 Eylül günü, bugün Azerbaycan’ın başkenti olan Bakû’de düzenlenen bir kuruluş kongresi ile Türkiye Komünist Fırkası (TKF) kuruldu. Bu, işçi sınıfımız açısından tarihi bir olaydı. Çünkü işçi sınıfı için bütün burjuva düzen partileri karşısında kendine özgü bir siyasi partiye sahip olmak sınıf mücadelesinin sağlıklı ve başarılı biçimde yürütülmesinin en önemli koşuludur. İşçi sınıfı mücadelesini bilimsel temele oturtmuş olan Marx ve Engels’in kaleme almış olduğu Komünist Manifesto şöyle diyor: “Mülk sahibi sınıfların bu kolektif iktidarına karşı işçi sınıfı, ancak, kendini mülk sahibi sınıflar tarafından kurulmuş olan bütün eski partilerden ayrı ve onlara karşı duracak bir siyasi parti olarak örgütleyebilirse bir sınıf olarak hareket edebilir.” TKF işte bu koşulu sağlamıştır: Türkiye işçi sınıfının “bir sınıf olarak hareket etmesi” için gerekli adım atılmıştır. Marksist politikanın en önemli ilkesi olan “sınıf bağımsızlığı” ilkesinin en önemli önkoşulu yerine gelmiştir.
İşçi sınıfı, mücadelesi içinde işçiler arasında rekabetin zararlarını ortadan kaldırmak ve birlikten doğacak gücü sağlayabilmek için elbette sendikalarda örgütlenecektir. Ama sendikaların yapabileceği şeylerin ciddi sınırları vardır. Patronlar sınıfı ekonomiyi ve toplumu yönetmek için siyasi iktidarı kendi partileri aracığıyla elinde tutar. İşçi sınıfının çıkarları ise patronların çıkarlarıyla taban tabana zıttır. Parasını patronlardan elde eden, onların çıkarlarına hizmet eden düzen partileri işçi sınıfının çıkarlarını koruyamaz, geliştiremez. İşçi sınıfının ihtiyaçlarının bilimsel ifadesi olan Marksizm bu yüzden daima bütün düzen partilerinin karşısında bir işçi partisinin olmasının gerekliliğini vurgulamıştır. İşte Türkiye’de TKF’nin kurulması, tam da işçilerin ve diğer emekçi ve yoksul katmanların patron partileri dışında bir siyasi mücadele aracına kavuşması anlamına gelmiştir.
Ekim devriminin ürünü
Elbette bu gökten düşer gibi olmamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın (1914-1918) sonu bir dizi devrimle gelmiştir. Bunlar arasında en önemlisi Rusya’da yaşanan 1917 Ekim devrimidir. Ekim devrimi sadece gerçekleştiği Rusya topraklarında bir devrim amaçlamıyordu: Dünya çapında bir devrimin başlangıcı olarak yapılmıştı. Elbette bir dünya devrimi gerçekleşecekse, buna bir de önderlik gerekiyordu. Ekim devrimi ardından dünya devrimini gerçekleştirecek bir dünya partisi olarak Komünist Enternasyonal’in kurulması TKF’nin dünyaya gelmesinin çok önemli bir koşulu olmuştur. 1918-1921 arasında dünyada Meksika’dan Çin’e, Fransa’dan Endonezya’ya kadar birçok komünist partisi kurulmuştu. İşte TKF bu partilerden biridir. Bu sayede doğmuştur, bu yüzden enternasyonalisttir.
TKF’nin doğumuna yol açan ilk faktör uluslararası ise, ikincisi o dönemde Anadolu topraklarında yaşananlardır. Anadolu, Osmanlı’da Birinci Dünya Savaşı’na son veren Mondros Mütarekesi’nin ardından adım adım emperyalistlerce (İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar) ve onların desteğini alan bölge güçlerince (Yunanistan) işgal edilmişti. İstanbul’da Saray ve hükümetleri bu işgale boyun eğince, işgale karşı mücadele Anadolu’nun çeşitli yörelerinde oluşan Kuvayı Milliye adıyla anılan yerel güçlere, ardından da Ankara’da kurulan meclise ve onun hükümetine düştü. Böylece, Milli Mücadele aynı zamanda padişaha karşı bir devrim karakteri kazanıyordu.
Bu iki devrimin birleşmesi, yani hem dünyanın hem de Türkiye’nin bir devrim ortamında yaşıyor olması, Türkiye tarihinde ilk kez bir devrimci ve enternasyonalist işçi partisinin kurulmasıyla sonuçlandı. İşçi sınıfı böylece hem sınıf bağımsızlığı yolunda önemli bir gelenek yaratmış oluyor, hem de daha siyasi olarak örgütlendiği andan itibaren dünyaya proletarya enternasyonalizminin gözlerinden bakmanın olanaklarına kavuşuyordu. Türkiye Komünist Fırkası (TKF) adını taşıyan bu partinin kuruluşunun 100. yılını kutlamamız, sadece tarihimizi iyi bilmemiz bakımından değil, sınıf bağımsızlığı ve enternasyonalizm geleneklerini sürdürmek, sınıf mücadelesinin geleceği açısından belirleyici olduğundan dolayı önemlidir.
Müslüman komünizminin içinden gelen parti
TKF’nin kuruluş sürecinin başından itibaren Rusya Müslümanlarının komünist örgütlenmesinin bir parçası olarak planlanmıştır. Burada başlangıç noktası MüsKom adlı bir örgüttür. Genç Sovyet Rusya yönetimi, Milliyet İşleri Komiserliği’nin içinde özerk bir Müslüman İşleri Merkez Komiserliği (MüsKom) kurulmasına karar vermiştir. Mustafa Suphi çalışmalarına ilk önce 1918 bahar aylarında bu komiserlik bünyesinde başlamıştır. Mustafa Suphi’nin Türkiye Türkçesi ile Nisan ayında yayınına başladığı gazete Yeni Dünya’nın başlığının altında bu nedenle “Merkez Müslüman Sosyalistler Komitesi yayın organı” yazmaktadır.
Bu komiserlikte ilk aşamada en faal olanlar Kazan Tatarları idi. Mollanur Vahidov, Emine Muhiddinova, Halimcan İbrahimov, Şerif Manatov, Mirsaid Sultangaliev gibi önde gelen Tatar komünistleri Mart 1918’de yapılan Rusya Müslüman Emekçileri Konferansı ile kendilerini Müslüman toplumlar içinde daha güçlü olan burjuva devrimci hareketlerden (esas olarak Ceditçilik) ayırdıktan sonra, Bolşeviklerin kendi partisi olan Rusya Komünist Partisi (b) (buradaki b, partinin kökünün Lenin’in Bolşevik Partisi’nde yattığını vurgulamak içindir) dışında ayrı bir “Müslüman Komünist Partisi (b)” kurmak üzere bir yürütme oluşturmuştur. Bu partinin hazırlıkları için de yukarıda sözünü ettiğimiz MüsBüro oluşturulmuştur.
Daha sonra Kasım 1918’de bir Müslüman Komünistleri Kongresi toplanmıştır. Mustafa Suphi bu hareketin önderleri arasında yer almıştır. 1920 yılının ilk yarısını (ve belki 1919’un ikinci yarısını da) Mustafa Suphi tam da bu işlerle görevli olarak Türkistan’da geçirmiştir. Mustafa Suphi, bu hareketin öylesine parçasıdır ki, 1918 Haziran-Eylül arasında Çekoslovak karşı devrimci birlikler Kazan’ı kuşattıklarında o da Müslüman komünistler ve yerli halkla birlikte şehrin savunulmasında görev almıştır. Bu çarpışmalarda karşı devrimciler MüsKom başkanı Mollanur Vahidov’u şehit etmişlerdir.
Mustafa Suphi sonunda Azerbaycan’a dönerek Mayıs ayında Türkiye Komünist Teşkilatını kurmuştur. Bu örgüt 1-7 Eylül 1920’de Azerbaycan’ın başkenti Bakû’de toplanan Doğu Halkları Kongresi’ne katılmış, bu kongrede Mustafa Suphi’nin kendisi Divan heyetinde görev yapmıştır. Bakû Doğu Halkları Kongresi büyük ölçüde Müslüman halklarının bir kongresi olarak yürütülmüştür.
İşte TKF bütün Asya ve Afrika’daki Müslümanların komünizmle el ele vermesi için atılan bütün bu adımlardan sonra, bunların içinden oluşmuştur. TKF’nin Doğu Halkları Kongresi’nin kapanışından üç gün sonra yine Bakû’de toplanan kuruluş kongresini açan Azerbaycan komünizminin tarihi önderi Neriman Nerimanov ve Doğu Halkları Kongresi’nde kurulmuş olan Şark Tebligat ve İcraat Şûrâsı (Doğu Propaganda ve Eylem Kurulu) temsilcisi olmuştur.
Kongre, Bakû’de Mayıs ayında kurulmuş olan örgütün yanı sıra, Türkiye’nin her yerinden komünist örgüt ve çevrelere çağrı çıkartılmış olan davetiyelere cevap verebilenlerin katılımıyla yapılmıştır.
Devrimci program, enternasyonalist örgütlenme
TKF’nin programı, işçi sınıfının ekonomik ve toplumsal talepleri zemininde günbegün sürdürdüğü mücadele içinde onunla birlikte yürümeyi öngörür. Ama bu çabanın getireceği örgütlenme sonucunda kazanılacak güç, esas olarak siyasi iktidarın patronlardan alınarak işçi sınıfına devredilmesinde kullanılacaktır. Çünkü işçi sınıfının kapitalist toplumda yaşadığı sömürü, işsizlik, yoksulluk ve olanaksızlıklar, ne kadar kazanım elde edilirse edilsin devam edecektir. İşçi sınıfının gerçekten insanca yaşayabilmesi için kendi iktidarını kurması gerekir. Bu ise devlet yapısının baştan aşağı değişmesini, yani devrimci bir partiyi gerektirir. TKF’nin programı işte bu nedenle devrimci bir programdır.
Kapitalist ekonomi bütün dünyayı birleştirdiği için devrimin de dünya çapında kazanması gerekir. Bunun tek yolu, işçi sınıfının bir dünya partisinde örgütlenmesidir. İşte TKF, Türkiye’de daha sonra hiçbir sosyalist partide görülmediği şekilde, böyle bir dünya partisi olan Komünist Enternasyonal’e bağlı olarak kurulmuş bir partidir.
Türkiye işçi sınıfına yeniden böyle bir parti gerek
TKF, çok erken bir aşamada partinin büyük önderi Mustafa Suphi’yi yitirmiş, on yıllar süren gelişmesi içinde çeşitli nedenlerle hatalar yapmış, zayıflamış ve sonunda ortadan kalkmıştır. Bugün “komünist parti” adını taşıyan partilerin, tarihi TKF ile bir ilişkisi yoktur. Öyleyse böyle bir partinin yeniden inşasına ihtiyaç vardır. Devrimci İşçi Partisi bu amaçla kurulmuştur. Amacı Türkiye işçi sınıfına devrimci ve enternasyonalist bir önderlik yaratmaktır.
İkinci yüzyıla yeni bir partiyle başlıyoruz. İşçi sınıfımızın yolu açık olsun!
Beş devrimin çocuğu
Türkiye işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı ve dünya işçi sınıfıyla kucaklaşması yolunda dev bir adım olan Türkiye Komünist Fırkası’nın (TKF) kuruluşu, dünyada ve Türkiye’de büyük emekçi halk kitlelerinin ve ezilen ulusların devrimci biçimde ayağa kalktığı bir dönemin ürünüydü. Bu genel ortamda beş ayrı devrim TKF’nin kuruluş sürecinde genel bir anlamda, dönemin atmosferini belirlemek biçiminde falan değil, doğrudan doğruya etki yapmıştır. TKF devrimlerin çocuğudur!
Ekim devriminin Anadolu bayraktarı
Rusya’da 1917 Ekim ayında Lenin ve Trotskiy’in önderliğindeki Bolşevik Partisi’nin iktidara geçmesiyle zafere ulaşan tarihin ilk kalıcı işçi devrimi olan Ekim devrimi TKF’nin kuruluşunu dolaysız ve dolaylı yollardan belirleyen esas faktördür.
Dolaysız olarak, devrim patlak verdiğinde Rusya’da bulunan, sayısı on binleri bulan Osmanlı vatandaşı savaş esirleri arasından birçok insan komünist bir toplum kurma çabasının ya da o günkü yaygın deyimle Bolşevikliğin ne olduğunu kendi gözleriyle görme fırsatını bulmuştur. Bunlardan bir bölümü kendileri komünist olmasa bile o güne kadar belki adını bile duymadıkları bu siyasi akıma sempatiyle yaklaşır olmuş, daha küçük bir kısmı ise doğrudan bu etki altında komünist olmuştur.
Bu insanlar, Osmanlı’dan geri kalan ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman halklardan oluşan Anadolu ve Rumeli bölgelerinde kendi memleketlerinin emperyalizmin işgal ve hâkimiyeti altında olduğunu biliyorlardı. Emperyalizme düşman olmamaları düşünülemezdi. Tam da bu nedenle Bolşevikliğe sempati duymamaları neredeyse olanaksızdır. Millî Mücadele ile Sovyet Rusya arasında erken bir aşamadan itibaren emperyalizme, özellikle İngiliz emperyalizmine karşı kurulan ittifak ve Bolşevik yönetimin Anadolu’ya para, silah, mühimmat, diplomasi, hatta yer yer askeri bakımlardan verdiği destek de bu sempatiyi kat kat arttırmıştır.
Rusya öyle “Hıristiyan ülkesi” denilip geçilecek bir ülke değildir. Çarlık Rusyası Volga bölgesi Tatarlarının, Kırım Tatarlarının, 19. yüzyıl ortasından itibaren Kafkasya Müslümanlarının, 19. yüzyıl sonundan itibaren ise Orta Asya Türki ve Farsi halklarının yaşamakta olduğu bir ülkedir. Yani savaş esiri Türklerin kültür ve dil bakımından kolayca iletişim içine girebileceği bir dizi halk yaşamaktadır Ekim devriminin adım adım yayıldığı topraklarda. Bu halklar arasında yeni Bolşevik rejime en erken sahip çıkan Kazan Tatarları TKF’nin oluşumunda önemli bir rol oynarken, Azerbaycan komünistleri de fırkanın kendi ülkelerinin başkentinde kurulması sürecine çok güçlü bir destek vermişlerdir.
Bolşevizm, kendi doğası gereği, bu savaş esirleri arasında komünist olanlara en has Marksizmi öğretmiştir. Birinci Dünya Savaşı 1914’te patlak verdiğinde uluslararası sosyalist ve işçi hareketinde yaşanan yarılmada Bolşevizm devrimci Marksizmin ve enternasyonalizmin tutarlı temsilcisi olarak (birkaç kısmi istisna dışında) tek başına kalmıştı. Diğer partiler kendi burjuvazilerinin emperyalist yağma politikalarına destek oluyordu. Ekim devrimi patlak verdikten sonra bu partilerin sınıf işbirliğinin onları aynı zamanda devrimden de koparmış olduğu ortaya çıkacaktı. İşte bu yüzdendir ki, Rusya’daki Türk esirlerin Bolşevizm etkisi altında komünist olması, onların gerçek bir devrimci Marksist kavrayışa ulaşmalarına büyük katkıda bulunmuştur. TKF böylece başlangıçta Bolşevizmin Anadolu’daki bayraktarı olarak ortaya çıkmıştır.
Rusya’da Ekim, Almanya’da Kasım
TKF’nin oluşumuna katkıda bulunan ikinci büyük devrim, Rusya’nın Ekimi’nden sadece bir yıl sonra Almanya’da patlak veren ve ona neredeyse tıpatıp benzeyen 1918 Kasım devrimidir. Savaş sırasında Osmanlı, müttefiki Almanya’ya çok sayıda öğrenci ve vasıflarını geliştirmeleri amacıyla fabrika işçisi yollamıştı. Alman devrimi tarihin gündemine girdiğinde, özellikle başkent Berlin’de Osmanlı vatandaşı çok sayıda işçi de Alman işçileriyle birlikte barikatlara çıkmıştır. Öğrencilerin önemli bir bölümü de devrime katılmıştır. Bilindiği gibi, Kasım’da devrimin Marksist kanadının en önünde, Alman sosyal demokrasisinin savaşa taraftar çoğunluğundan farklı olarak “esas düşman içimizde” sloganı doğrultusunda yürüyen Karl Liebknecht ile Rosa Luxemburg’un kurmuş olduğu, kısa süre sonra Almanya Komünist Partisi olacak olan Spartakus hizbi vardı.
O dönemde Berlin’de devrimci olan ve TKF’nin kuruluş kongresinde delege olup Merkez Komitesi’ne de seçilen Hilmi oğlu Hakkı kongredeki konuşmasında şöyle diyecektir: “Arkadaşlar, zannettiğiniz gibi Türkiye amelesi hakikati yalnız bugün anlamış değildir. Tahsil için Avrupa’nın muhtelif memleketlerine ve muhtelif fabrikalarına gönderilen genç Türk amelesi, Avrupa amele hareketlerinde ümit verici roller oynamışlardır. 1918-1919 inkılâbına [devrimine] iştirak eden hakiki Spartakistlerle beraber büyük cidalde [cenkte] can veren birçok komünistlerimiz vardır. (…) büyük ideale bağlı, saf ve civanmert genç inkılapçılarımız Liebknecht ve Rosa Luxemburg etrafında Spartaküs harekâtına bilfiil iştirak ettiler. Bu genç yoldaşların cihan inkılâbına doğru attıkları kat’i ve kahraman adım, bize beynelmilel teşkilatların kuvvetlendirilmesi lüzumunu hissettirmişti. Spartaküs vukuatı [olayları] esnasında birkaç genç ihtilalci arkadaşımızın şan ve ideal meydanında can verdiklerini gördük ve onların mezarları önünde onların gittikleri yoldan dönmeyeceğimize ahd ü misak [yemin] ettik.”
Macar devriminde fesli Türkler!
Rusya’yı ve Almanya’yı anlamak daha kolaydır ama Macar devrimi Osmanlı vatandaşlarının etkilenmesi bakımından biraz tuhaf görünür ilk bakışta. Bu tuhaflığın ardında yatanı anlamak için şunu hatırlamak yeterlidir: Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanı sıra diğer büyük müttefiki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’dur. Aynen Almanya gibi bu ülkeye de Osmanlı’dan öğrenci ve işçiler gönderilmişti. Dolayısıyla, 1919’da zafere ulaşan kısa ömürlü Macar devriminde de Türkiye’den işçiler ve öğrenciler Macarlarla birlikte barikatlara çıkmıştır. Budapeşte’deki 1919 1 Mayısına ait bir fotoğrafta, ellerinde “Yaşasın Dünya İhtilâli”, “Şark Sovyetler Fırkası” vb. yazılı dövizler taşıyan fesli Türkler görülmektedir.
Türkiye’de 1908 Hürriyet devrimi
Böylece, Ekim devriminin tetiklediği dünya devrimi dalgası içinde üç önemli devrimin TKF’nin kuruluşunda önemli bir rol oynadığını görmüş oluyoruz. Ancak, TKF’nin oluşumu aynı zamanda Osmanlı-Türkiye toprağında yaşanan gelişmelere bire bir bağlıydı. Bu topraklarda yaşanan iki devrimle iç içeliği, TKF’ye her ne kadar yurtdışında kurulmuş olsa da sağlam biçimde yerli bir hareket karakteri veriyordu.
Bu devrimlerden ilki bizim 1908 Hürriyet devrimi olarak andığımız, o dönemde ise “Temmuz inkılabı” ya da “10 Temmuz inkılabı” olarak bilinen devrimdir. Başta TKF’nin en önemli önderi Mustafa Suphi olmak üzere partinin kadrolarının önemli bir bölümü İttihat ve Terakki içinden gelir
Bu kadrolar arasında Mustafa Suphi gibi erkenden İttihat ve Terakki politikalarına karşı tavır alan ve muhalif partilerde örgütlenenler vardır. Suphi’nin İttihat ve Terakki’den kopuşu, partinin adım adım emperyalizmle ilişki içine girmesi karşısında bir tepki olarak görülebilir. Öte yandan, TKF’nin kuruluş kongresinden sonra Genel Sekreter görevine getirilen Ethem Nejat gibi bir aşamada bütünüyle Pan-Türkizme kapılacak kadar milliyetçi hale gelenler vardır. İttihat ve Terakki ile savaş sonuna kadar birlikte çalışıp onun savaş dönemi suçlarına ortak olmuş ama sonra kurtuluşun proletarya enternasyonalizminde olduğunu görerek TKF’ye katılanlar bile olmuştur.
Ancak solda çok yaygın olarak yapıldığı gibi, TKF’nin İttihatçı kadrolardan gelmesini partinin aleyhine kullanmak gülünçtür. Her ülkede komünizmin önde gelen kadroları başlangıçta, yaygın olarak burjuva devrimciliğinin sol kanadından çıkmıştır. Türkiye’de burjuva devrimciliği İttihat ve Terakki çatısı altında gelişmiştir. TKF’nin önderliğinin bu kadrolar arasından çıkmış olmasında hayret edilecek hiçbir şey yoktur. Önemli olan bu kadroların daha sonra ne savunduğuna ve ne yaptığına bakmaktır. TKF Anadolu topraklarındaki değişik halklar arasındaki ilişkilerde çok ileri bir demokratik tutuma sahiptir. İttihatçıların savaş sırasındaki büyük suçları karşısında da uzlaşmaz biçimde kavgacıdır. Önemli olan da bunlardır, insanların geçmişi değil.
1918-1923 Milli Mücadele ve Türkiye’nin ikinci devrimi
TKF’nin bir devrimci örgüt olarak doğmasında elbette 1918’den itibaren Anadolu’da gelişmekte olan büyük mücadeleler de etkili olmuştur. Mondros mütarekesinden sonra emperyalist güçlerin Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgali, buna tepki olarak Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin kurulması, işgallere karşı yerel düzeyde Kuvayı Milliye güçlerinin oluşması, Anadolu’da kongre iktidarlarının merkezileşmesi, nihayet bir Ankara hükümetinin kurulması, bütün bunlar emperyalizme karşı Anadolu’da çok ciddi bir mücadelenin verilmekte olduğunu ortaya koyuyordu.
TKF’yi kuran kadro, daha 1919’un başından itibaren, ateşler içindeki Anadolu’ya erişmek, hatta oraya geçmek için büyük çaba göstermiştir. Mustafa Suphi, gazetesi Yeni Dünya ile birlikte 1919 Ocak ayında Kırım’a taşınmış, Nisan ayında Beyaz orduların basıncı altında Ukrayna’ya, yine Karadeniz kıyısındaki Odesa’ya geçmek zorunda kalmıştır. Her iki konumdan da Karadeniz üzerinden İstanbul’a ve kıyı kentlerine bildiri, propaganda malzemesi ve komünist kadro ve ajitatörler göndermiştir. Bunlar, Fidel’i ve Che’yi Küba devrimine götüren külüstür gemiye nazire yaparak söylersek, küçük Türk “Granma’ları”dır! Bu gönderilen malzeme ve insanla İstanbul’da, Karadeniz kıyı şeridinde ve Ankara’da propaganda yapılmış, örgütler kurulmuştur. Yani TKF, dünya devriminin ve 10 Temmuz inkılabının etkisinin yanı sıra ikinci Türkiye devriminin ateşi içinde kurulmuş bir devrimci partidir.
Devrimin alevinden doğan devrimci olur. TKF de devrimci doğdu. Daha sonraki gelişmesi, Sovyet devriminin ve devletinin kaderine bağlı olarak bu gelenekten uzaklaştı, ama geriye bugün yolumuza ışık tutacak büyük bir miras bıraktı.
20. yüzyıl Türkiyesi’nin tek Bolşevik partisi
TKF’nin Ekim devriminin ürünü ve Komintern’in seksiyonu olarak kurulmuş olması, karakterini her bakımdan belirlemiştir. TKF, Türkiye’de 20. yüzyılda kendinden önce veya sonra gelmiş bütün partilerden farklı olarak bütünüyle devrimci Marksist ve Bolşevik anlayışla kurulmuş bir partidir.
Her şeyden önce, bu parti Marksizmin dünya devrimi hedefini açık ve seçik biçimde programına yazan bir partidir. Programın “Esaslar” bölümünün 5. Maddesi şöyle demektedir:
“Sınıf mücadelesi ile özetlenebilecek olan işçi ve köylü devrimci hareketinin temel niteliği, bu hareketin toplumsal ve uluslararası olmasıdır.”
8. madde ise bunun devrim ve komünizmin inşası bakımından sonuçlarını çıkarıyor: “Sosyal devrim gibi, devrimin burjuvaziye üstünlük ve zaferinden çıkan komünizm uygulaması da dünya çapında bir niteliğe sahiptir.”
Partinin önderi Mustafa Suphi ise birçok yazısında ve konuşmasında bu kavrayışı dile getirmiştir. Biz en anlamlı örneklerden birine, Mustafa Suphi’nin Türkiye komünistlerini temsilen Komintern’in Birinci Kongresi’nde yaptığı konuşmaya başvuralım: “Türk proletaryasının bütün gücüyle dünya sosyalist devriminin savunusuna ve gelişimine katılacağı güvenci içindeyiz.”
Bu kavrayışla bütünüyle tutarlı biçimde, elbette aynı zamanda oluşum sürecinin doğası gereği, TKF bir ülkenin komünist partisinin mutlaka bir dünya partisinin seksiyonu olması gerektiğini de berrak olarak kavramıştır. Yine programının “Esaslar” bölümünün 11. maddesi şöyle demektedir: “Türkiye Komünist Fırkası yukarıda sözü edilen ilkelere dayanarak, son dönemin insanlık âlemine yeni ve her anlamıyla özgür hayat vaad eden sosyal devrim olduğu inancıyla ve her şeyden önce bir “amele ve rençber” partisi olarak dünyanın diğer komünist partileriyle beraber Üçüncü Enternasyonal’i oluşturma ve onun, kendisi de uluslararası olan burjuvazi ile mücadelesine faal bir organ olarak katılır.”
Proletaryanın burjuvazi üzerinde ikirciksiz sultası
Program “Şekl-i Hükûmet” başlıklı bölümünün 2. maddesinde, hiçbir ikircikliliğe yer vermeyen biçimde adını vermeksizin proletarya diktatörlüğünü savunmaktadır: “Amele ve rençber şûrâlar [sovyetler] cumhuriyeti ise, emek sarf etmeksizin yaşayan tufeylî [asalak] sınıflar hariç olmak üzere halkın çokluğunu etrafına toplayarak işçilerin işleticiler [kapitalistler] tarafından soyulmasına nihayet verecek her türlü çareleri temin eder. Şûrâlar cumhuriyeti hükûmet ve kızıl ordu teşkilâtıyla (…) sınıfları ortadan kaldırarak her türlü harp ve kıtal gailelerini [savaş ve silahlı çatışmalardan doğan güçlükleri], münevver ve mesut bir istikbale [aydınlanmış ve mutlu bir geleceğe] doğru götüren kapitalizm ile komünizm arasındaki devr-i intikale ait, muvakkat bir şekl-i hükûmettir.”
Devlet yapısını tanımlayan bu madde birkaç bakımdan olağanüstüdür. Birincisi, “emek sarf etmeksizin yaşayan tufeylî sınıflar”ın, yani kapitalist, büyük toprak sahibi, büyük tüccar, tefeci vb. sınıfların sadece ekonomik olarak mülksüzleştirilmekle kalmayacağını, siyasi haklarının da yadsınacağını açık şekilde ifade etmektedir. “Amele ve rençber şûralar cumhuriyeti”, yasal mülahazalarla proletarya diktatörlüğü olarak anılmamıştır ama proletaryanın (Türkiye koşullarında halk diliyle söylendiğinde işçi-köylü hükümetinin) eski hâkim sınıfları sultası altında tutacağı, demokratik hayallere en ufak bir taviz verilmeden vurgulu biçimde söylenmektedir.
İkincisi, “kızıl ordu”, proletaryanın baskı aygıtı olarak ismen anılarak burjuva devletinin baskı aygıtı olan ordunun karşısına dikilmektedir. Üçüncüsü, sınıfların ortadan kaldırılması Marksizmin programının asli hedefi olarak açıkça ifade edilmektedir. Dördüncüsü, daha sonra Stalinizmin etkisi altında Marksizmin ufkundan çıkmış olan proletarya diktatörlüğünün sadece sınıfların ortadan kalkmasına kadar geçici olarak (“muvakkat bir şekl-i hükûmet”) gerekli olduğu fikri burada açıkça dile gelmektedir.
Nihayet, Marx’ın “Gotha Programının Eleştirisi” konulu çalışmasında, Lenin’in ise Devlet ve Devrim’inde bütünüyle berrak olduğu halde Stalinistlerin varlığını reddettikleri ve sosyalizmin ilk aşaması ile özdeşleştirdikleri “kapitalizm ile komünizm arasındaki devr-i intikal” burada pırıl pırıl parlamaktadır. TKF programının bu maddesi, Marksist devlet programının orijinal halinin sadık bir sergilemesi gibidir!
Bu maddeden sonra gereksiz görülebilir, ama programın aynı bölümünün 3. maddesi “Fırka, halkçılığın en yüksek bir şekli olan amele ve rençber şûrâlar cumhuriyetinin kurulması yolunda yorulmaksızın çalışmayı (…) kendine görev bilir” diye eklemektedir. Programı hazırlayanlar 2. madde bir devlet biçimi olarak proletarya iktidarını bütün açıklığıyla anlatmış olduğu halde 3. maddenin bu cümlesine neden gerek görmüşlerdir? Çünkü bu 3. madde proletarya diktatörlüğünü değil, partiyi tanımlamaktadır. Partinin “yorulmaksızın” proletarya diktatörlüğü için mücadele edecek bir parti olacağını vurgulamaktadır. Yani bu madde partiye görev vermektedir.
TKF ve ulusal sorun
Program açısından üzerinde durulması mutlaka gereken bir nokta, uluslar sorununa ilişkindir. TKF’nin Kürt sorunu ve Anadolu’nun yerlisi gayri müslim halklar konusundaki tutumunun dedikodusu sık sık yaplmaktadır. “Dedikodu” diyoruz çünkü bu gibi eleştirilere sarılanların TKF programına zahmet edip göz atmadığı her yazdıklarından ve söylediklerinden bellidir. Oysa TKF programının bu konuya yaklaşımı gayet ileri bir tavırdır.
Uluslar sorunu ayrıca o dönemde nesnel olarak da hayati bir önem taşımaktadır zira Anadolu daha yeni bir soykırım deneyiminden geçmiştir. Millî Mücadele ise yalnızca Müslüman halkların, en başta Türk halkının sömürgecilere karşı verdiği bir savaş değildir, aynı zamanda Müslüman halkları gayrimüslim halklarla (en başta Rum ve Ermeni halklarıyla) karşı karşıya getiren bir süreçtir. Yani Millî Mücadele aynı zamanda bir “milliyetler mücadelesi”dir.
TKF, Millî Mücadele’nin nesnel anlamda anti-emperyalizmi ile huzursuz biçimde bir arada var olan bu “milliyetler mücadelesi”ndeki eksiğini kapatan, yanlışını düzelten, yani Millî Mücadele döneminin ihtiyaçlarına en iyi cevabı veren programa sahiptir. TKF bu meseleye o kadar büyük önem atfetmiştir ki, bunu “Esaslar”dan sonra gelen ilk bölüm olan “Şekl-i Hükûmet”tin hemen ardından, “İktisadiyata Dair” bölümünden önce ele almıştır. Bu konunun ele alındığı bölümün başlığı, Anadolu gerçeğine uygun olarak, “Din ve Milliyet”tir. Bu bölüm (4. maddeden 7. maddeye) dört maddeden oluşur. Dördüncü ve beşinci maddeler geneldir: vicdan hürriyetini ve dini ve milli temellerde düşmanlıkla mücadeleyi öngörür. Altıncı madde daha somuttur. Osmanlı’daki “millet sistemi” icabı “muhtelif milletleri temsil davasında bulunan ruhani müesseseler” için bunların “hükûmetten ayrılarak cemaat teşkilâtı halinde bırakılmasını” öngörür.
En önemlisi 7. maddedir. Bugünün Türkçesi ile aktaralım: 7. TKF çeşitli milliyetlere mensup devrimci işçi ve köylü sınıfları arasındaki eski düşmanlıkları kaldırmak için aşağıdaki en kesin çareleri uygular: a) Dil ve kültür açısından her milliyetin tam özgürlüğünü sağlayarak şu ya da bu millete özgü her türlü ayrıcalığı ortadan kaldırır. b) TKF devlet örgütlenmesinde çeşitli uluslara mensup işçi köylü şuralar cumhuriyeti kurulmasını kabul ve “özgür ulusların özgür birliği” temelinde olmak üzere federasyon yöntemini tercih eder. c) Fırka işçi ve köylü sınıfları da tümüyle ayrı ve bağımsız yaşama akımlarına kapılmış olan ulusların arasında kanlı uyuşmazlıklar çıkmasına yer vermemek için bu gibi meselelerin “plebisit” [referandum] usulüyle, genel oya başvurarak çözülmesinin önünü açar.
İttihatçı emperyalizminin zulüm ve dehşetinden yeni çıkmış bir toplumda ne büyük bir ışık, ne büyük bir cesaret! Burada dil ve kültür alanında özgürlük tanınıyor, federasyon ilkesi kabul ediliyor, en önemlisi de bütün bu güvencelere rağmen hâlâ ayrılmak isteyen halka kendi kaderini tayin hakkı tanınıyor. Bugün Mustafa Suphi’yi eski İttihatçı olmakla, Ethem Nejat’ı eski Türkçü olmakla suçlayanların suratına fırlatılmış bir eldivendir bu!
Bolşevik örgütlenme yolunda
Bolşevik ya da devrimci Marksist bir parti, başka sosyalist partilerden, sadece programı ile değil, örgüt anlayışı ile de ayrışır. TKF bu açıdan da Bolşevizmin iyi bir öğrencisi olduğunu ortaya koymaktadır.
Partinin “Teşkilât Nizamnamesi”nin (yani Tüzüğünün) birinci maddesi, parti üyesini, 1903 RSDİP Kongresi’nde Bolşevikler ile Menşevikleri birbirlerinden kopmaya sürükleyen farklılık söz konusu olduğunda, bütünüyle Bolşevik kriterlere başvurarak tanımlar: “Fırka programını kendine meslek ittihaz edip [dünya görüşü olarak benimseyip] teşkilâtlardan birinde çalışan, fırka kararlarına tâbi olan ve verilmesi gereken kaydiyeyi [aidatı] ödeyen herkes fırka azası [üyesi] sayılır.”
Fırka bilinçli biçimde bir işçi partisi olmak amacını güder. Tüzüğün 3. maddesine göre, aday üyeler arasında ayrım uygulanır: İşçi ve köylülere esas üye statüsüne geçiş için üç ay bekleme süresi, diğer sınıflardan olanlara ise altı ay bekleme süresi uygulanır.
Merkeziyetçi ve disiplinli bir yapı anlayışı bütün tüzüğe damgasını vurur. Nizamnamenin 46. maddesi bu konuda açıktır: “Fırka üyeleri ve teşkilatları arasında disipline uyma sorununa fazlasıyla dikkat edilmelidir. Fırkanın yetkili organları tarafından verilen kararlar, teşkilatlarca hemen yürürlüğe konulmalıdır.” 47. madde ise bunu yaptırıma bağlar: “Üst organların kararlarını uygulamamak ve fırkanın fikirlerinehizmet etmemek bir suç oluşturur.”
Ama tüzük aynı zamanda parti içi demokrasiyi de vurgular. 46. maddenin son cümlesi şöyledir: “Bununla beraber, fırka içinde her meselenin tamamiyle serbest olarak müzakeresine [tartışılmasına] imkân verilir.” Yani merkeziyetçilik ama demokratik merkeziyetçilik.
Kongre örgütlenmeye ilişkin gündem maddesinde kapalı celse olarak toplanmış, bu oturuma yalnızca tam oy hakkına sahip delegeler katılmıştır. Bu kapalı oturuma rapor sunan Selim Mehmedof’un örgütlenme konusunda söylediği bazı şeyler, Bolşevik örgüt anlayışını bire bir yansıtmak bakımından dikkat çekmeye değer şeylerdir.
Selim Mehmedof konuşmasına şöyle başlar: “Biz işimizin nazariyat [teori] ve program cihetini [yönünü] bitirdik, artık teşkilât meselesine geldik. Teşkilât bizim içtimaın [toplantının, kongrenin] can ve en mühim bir noktası meselesidir. Çünkü teşkilâtın ne suretle kurulmasından, maksadımızın muzafferiyet veya mağlubiyetimize [amacımızın zaferle mi yenilgiyle mi sonuçlanacağına] bu delalet eder [yol gösterir].”
Burada örgüt meselesinin belirleyici karakteri vurgulanmaktadır. Bu, Bolşevik kavrayışı diğer bütün sosyalist partilerin anlayışından ayıran noktadır. Selim Mehmedof daha sonra şu tür noktalara değinmektedir: “Bize lâzım olan şey Üçüncü Beynelmilel’in fırka teşkili [örgütlenmesi] hakkındaki gösterdiklerini anlamak lâzım. (Biz Türkiye Fırkası’nı dahi o malum ve çizilmiş esaslara binaen [dayanarak] kurarız.) (…) Komünist Fırkası (…) (zahmetkeş [emekçi] sınıfın önünü çeviren en aklî [rasyonel], en ileri, binaenaleyh [dolayısıyla] en inkılâpçı [devrimci] bölüğüdür. (…) işçi sınıfı (ile) bu partiyi birbirine karıştırmamalıdır. (…) çünkü tarihî noktalarda işçi arasında türlü irticaî [gerici] haller olur. Bu bizim inkılâpçı komünist fırkası özünün (?) vazifesi [görevi] de kat’î olarak geride kalan bölükleri en ileri gelen bölük sırasına yükseltmek[tir].
Burada Bolşevik örgütlenme anlayışının en önemli ilkelerinin billur biçimde dile getirildiğini görüyoruz. TKF gerçek bir Bolşevik örgüt anlayışına bağlı olarak kurulmuştur.
Gerçek / 10-11.09.20