Kapitalist diktatörlüğe karşı şimdiye kadar sınır ve millet tanımaksızın Rusya’da, Almanya ve Macaristan’da, muhtelif doğu ülkelerinde ve nihayet Türkiye’de faaliyet gösteren arkadaşlarımızı, memleketimize iş görmeye davet ve bir merkez etrafında toplamayı sağlayacak etken, şüphesiz ki kararlaştırılan esaslardan hareket edecek bir programdır. Bugün biz böyle bir program önergesini muhterem kongreye arzederek önemli ve tarihi bir görevin yerine getirilmesini sağlıyoruz.
Türkiye Komünist Fırkası’nın programını tetkik ederken bunu iki kısma ayırmak lazım gelir. Biri: Programa başlangıç ve esas olacak bazı tezler, diğeri asıl program.
Başlangıç ve esaslardan bahs ederken, bir kere Türkiye Komünist Fırkası’nın uluslararası toplumsal harekete dayanan ve aynı zamanda yardım eden devrimci bir parti olduğunu hiçbir dakika hatırdan çıkarmamak lazım gelir.
Yalnız, Türkiye’deki işçi ve yoksul köylüye dayanacak herhangi bir hareket ile Avrupa ve Amerika burjuvazisine karşı mücadele etmek, işçi halkı esaret zincirlerinden kurtarmak mümkün değildir. Toplumsal devrim esasları, özellikle kapitalizmin büyük roller oynadığı Avrupa ve Amerika sanayi bölgesinde yoğunlaşmış, sermayedarlarına karşı koyacak kuvvetli işçi sınıfları da oralarda oluşmuştur. Rusya ve Avrupa proletaryasının sermayedarlığa karşı ayaklanarak kısmen hakimiyeti eline aldığı bu devirde, herhangi bir işçi ve köylü partisinin bu uluslararası hareketten tecritleri, savunmasını üzerine aldığı mazlum sınıfı devletliler hesabına satıp iş etmekten başka bir anlama gelmez. Biz karşımızda duran tarihi dönemin toplumsal devrim dönemi olduğuna inanıyoruz. (Alkış)
Türkiye, sanayinin durumu itibariyle zengin ve proletarya memleketi sayılmasa da, bütün ürettiği değerleri Avrupa ve Amerika kapitalizmine rehin etmiş, son asır içinde emperyalizm ve istila hareketine hedef olarak, dünya savaşını takiben sonuçta tüm yönetimiyle iflas eden, zulme, inkara karşı ayaklanmış bir halkı temsil etmiş olması itibariyle, toplumsal devrimde temel bir role, bir güce sahiptir. Türkiye gibi bütün doğuda da bugün milli şekilde görünen ayaklanma hareketleri, proletarya hareketini de içine alarak genişledikçe, ekonomik bir içerik kazanmak zorundadır. İstanbul ve Anadolu’da, daha pek mükemmel olmayan işçi sınıflarının nezdinde bolşevizme destek şeklinde beliren hareket ve aydınlanma, bunun maddi ve dış ön koşullarını oluşturur.
Partimiz, özgürlüğü yolunda uluslararası toplumsal devrim hareketine dayanma zorunluluğunun dayattığı işçi halkımız arasındaki örgütlenmesini de uluslararası esasta yapmak zorundadır. Partimiz Türk işçi ve yoksul köylülerini gerici İttihad ve İtilafçılar veya hain Sosyalistlerin etkisi altından kurtarmaya ne derecede zorunlu ise, Türkiye’de yaşayan Rum, Ermeni, Kürt milletlerinin mağdur sınıflarını da Etniki Eterya, Taşnak veya Bedirhan teşkilatlarından ayırarak, çıkar ve amaç ortaklığı olan bir sınıf halinde hem içteki sömürücülere, hem de işgalci dış kuvvetlere karşı birleştirip ayaklandırmak göreviyle yükümlüdür. (Alkışlar)
Partimiz her ne ad altında yaşarsa yaşasın, bunun bilincinde olmadıkça uluslararası mücadele cephesinde çalışmaya ve “Enternasyonal” içinde güçlü ve sözü geçen bir yer doldurmaya layık olamaz.
Toplumsal devrim gibi; devrimin bütün dünya burjuvazisi üzerindeki zaferinden çıkan komünizm uygulaması da evrensel bir içerik taşır. Bu üretim ilişkilerinin geçirdiği evrimin ve kapitalizmin tekelci aşamaya ulaşmasının kaçınılmaz sonucudur. Sendika, tröst ve karteller elinde büyük sanatların toplanması, sınır ve memleketleri birbirine bağlayan, böyle demir gibi güçlü üretim ve tekel birlikleri vücuda getirmiştir. Doğunun ham maddesiyle Batı’nın sanayi ürünleri de yine öyle bir bütün teşkil ediyor, onun için Komünizm uygulamasında da evrensel bir içerik ve zorunluluk vardır. Ve onun için medeniyet ve zenginliğin bilim ve sanatla paralel şekilde, yer yüzündeki insanlar arasında dağıtım ve genelleştirilmesi işini yine Komünizm yapabilecektir. Bu sebepledir ki, geçiş dönemini temsil eden toplumsal devrim dönemindeki bunalımlarla, Komünizm uygulamasının hedeflerini birbirine karıştırmayarak, bu farkların halka iletilmesi ve aydınlatılması, partimizin en önemli görevini teşkil ediyor.
Bizim programımızın çıkış noktası olarak aldığımız ve ortaya konulmasını zorunlu gördüğümüz maddelerinden biri de, Türkiye gibi Avrupa kapitalizminin pençesinde ezilen memleketlerin burjuva demokratlığıyla kurtulmayı başaramayacağı meselesidir.
Kapitalizm, üretimi büyük şirketler aracılığıyla tekel haline getirmekle üretici güçlerin gelişiminin en yüksek mertebesine çıkıyor. Gerçekten de, kapitalizm ilk gelişiminde Batı Avrupa millet ve memleketleri arasındaki sınırları birleştirerek, siyasi ve iktisadi büyük gelişkin örnekler vücuda getirmiş ve sonra batı medeniyeti adı altında malum olan toplumsal ilişkileri doğurmakla, tarihinde önemli bir rol oynamış oluyor. Ancak, kapitalizm her ne şekil ve surette olursa olsun, bu medeniyeti daha ilerilere doğru taşıma ve genelleştirme kuvvetini şimdi tamamıyla kaybetmiş, savaş ve yayılma ile yıkıcı bir nitelik kazanan bir devreye ayak basmıştır. Avrupa ve Amerika’nın Uzak ve Yakın Doğu’da takip ettiği katliam siyasetini burada sayıp dökmeye lüzum yok.
Ancak, silah tehdidi altında ispirto, esrar, afyon satan kendi memleketlerinden kovduğu zararlı insan topluluklarına, müteferris ve katillere, hilekar rahiplere sömürgelerde yer veren, bu memleketlerde yaşayanları her araca başvurarak ırken, medeniyeten ve iktisaden düşkünleştirme ve yok etmeye doğru sistemli bir şekilde çalışan bir medeniyetin en ilkel ve basit yansımalarını hatırlamak, asıl ve içerik hakkında bir fikir vermeye yeterlidir. Özet olarak, denilebilir ki, sermayedarlık medeniyetinin son dönemde oluşturduğu ekonomik egemenliğin, Doğu için ucuz fiyatla ham maddeyi memleket ve halkımızdan ele geçirmek ve pahalıya satmak şartıyla çürük ürünleri yine bizlere zorla kabul ettirmekten başka takip ettiği bir amaç yoktur. Son kırk yıllık sömürgecilik faaliyeti neticesinde ve bilhassa Avrupa Genel savaşından sonra, siyasal sınırları bir kat daha belirmiş olan bu şartlar içinde, burjuvaziye dayanarak geliştirilen herhangi bir hareket, Doğu’nun zavallı millet ve memleketlerini kurtarmak yeteneğini kaybetmiştir. Onun için bütün ümit ve üretim, dünyanın bütün mazlum sınıf ve milletleri ile birleşerek, zulüm dünyasını yıkmaya çalışan, gerçek kültür ve medeniyete doğru ilerleyen devrimcilerin ve bu devrimcileri bünyesinde toplayan Komünist Parti’nindir. (Sürekli alkışlar.)
Öncelikleri ifade eden bu program için fikri hazırlayacak maddelerden biri de mülkiyet meselesidir. Esasen, mülkiyet, içinden geçtiğimiz dönemdeki şekliyle bir hak olmaktan ziyade, bir gerici varoluşu anlatıyor. Geçinmek için çalışma ve girişimin sonucundan ziyade, hilekarlıkta, hırsızlıkta usta olanlar az zamanda büyük servet sahibi oluyor ve bundan sonra bir sürü mirasyediler işçi milletin sırtında -hiçbir iş görmeksizin- yaşamak hakkını kazanıyorlar. Bugün proletaryanın esaret ve mahkumiyetine, Doğu ve genellikle sömürge milletlerin sefalet ve mazlumiyetine temel taşı işini gören kurum, bu “mülkiyet” hakkıdır. Yeryüzündeki büyük karışıklık ve davalar hep bu mülk sahibi olma etrafında dolaşmaktadır. İnsanlar arasında inanca dayanan ilişkinin ve tam manada eşitlik ve adaletin hükmetmesine taraftar olan komünistler, genellikle üretim araçlarını devlete bağlamakla zengin ve fakirler arasında eşit ilişkiler kurmak istiyorlar. Bu öyle bir eşitlik ki, artık zengin başını kaldırıp kendi emeğiyle geçinen işçinin elinden malını gasbetmeye ve onun sırtında yaşamaya imkan bulmasın, kendisi de yaşamak için küreği, sabanı alıp çalışmaya başlasın. Ancak, mevcut haliyle mülk sahipliğinin tasfiyesi ve Komünizmin başarılmasıyladır ki, insan toplulukları arasında sömürücü fertler gibi baskıcı ve istilacı devlet ve hükümetler de yok edilmiş ve yeryüzünde uluslararası insanlık ve uluslararası bir kardeşlik kurulmuş olacaktır. (Sürekli alkışlar.)
Mülkiyetin tasfiyesinden çıkan uygulama sonuçları, program ayrıntılarında göreceğimiz gibi, özellikle kapitalist, büyük mülk sahiplerine etki etmektedir. Yoksa, kolunun gücüyle geçinen yoksul köylü bundan bir şey kaybetmeyecek, belki çok şey kazanacaktır. Mesela, toprak, bu toprağı işleyen köylünün elinde mülk olarak kalacağı gibi, köylünün büyüyen evlatlarına da bizzat işlemek şartıyla yeni toprak hisseleri verilecektir. Küçük sanatkârlar da başkalarının emek ve ürünlerine el koymamak şartıyla, devletinin yardımını görecek ve öncelikle kooperatifler içinde birleşerek bilimsel şekilde sanatı ilerletebilecektir. Demek ki, mülkiyetin tasfiyesi sırasında, komünistler karşılarında yalnız kapitalist ve faizci mülk sahipleri sınıflarını görecekler, küçük mülkiyet sahibi işleticilerle küçük sanatkârlar kendilerine yardımcı olacaklardır.
Miras meselesi de mülkiyet ile beraber çözülmüş oluyor. Uygulamada işçi halkın ev eşyası miras olarak çocuklarına geçtiği gibi, imar edilen tarla ve saban, işçinin ölmesiyle, tercihen bu işçinin evladına veriliyor. Küçük tezgahlarda da aynı uygulama yapılıyor.
Böyle olunca arkadaşlar, bizim takip ettiğimiz amaçların, uygulanamayacak bir hayal değil, belki hakları yenmiş işçi ve yoksul köylüleri açlık ve kulluktan kurtaran, refah ve medeniyete, hayata çıkarabilecek yegane bir yol, hem hak ve adalet yolu olduğundan bir an bile şüpheye düşmek büyük bir günahtır. Ancak, bu yola gidebilecek insanların ruhlarında soylu bir ateşin de yanmaya başlaması şarttır. Devrim ateşiyle harekete geçmeyen insanlar, bizim yolumuzda bir adım bile ilerleyemezler, sağa sola sarsılıp sendeleyerek yok olurlar.
(Mustafa Suphi Yoldaş'ın son sözleri birkaç kere alkışlarla kesildikten sonra, Türkiye Komünist Partisi'nin programına başlangıç ve esas olarak ortaya koyduğu on madde okunarak olduğu gibi kabul olundu.)
13 Eylül 1920