Birçok ülkede olduğu gibi İngiltere’de de hayat pahalılığı ve elektrik ile doğalgaz fiyatlarına yapılması beklenen zamlar geçen haftanın gündemine yine damga vurdu. Ekim ve ocak aylarında yeniden belirlenecek tavan fiyatlarla bir ailenin yıllık enerji faturası yaklaşık 4 bin 300 sterlini bulacak. Bu, ekim 2021’deki fiyatın üç katı demek. Guardian Yazarı Owen Jones, bu soruna uzun vadeli çözüm olarak enerji şirketlerinin kamulaştırılmasını öneriyor ve Fransa örneğini veriyor.
Almanya’da bir hafta içinde en az dört kişinin polis tarafından öldürülmesi polis şiddetini bir kez daha gündeme getirdi. Öldürülenlerin mülteci, yoksul ve evsiz olması ise devletin kolluk güçlerinin kimi koruduğunu kime karşı olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Fransa’da ise Humanité gazetesinden seçtiğimiz başyazıda, Fransız hükümetinin bakanlıklara yönelik bütçe artışı propagandası yaptığı ama öte yandan can çekişen kamu sektörü için yeni kemer sıkma politikalarına hazırlandığına dikkat çekiliyor.
Enerji şirketleri İngiltere’de ailelerin kanını emiyor
Owen JONES
Guardian
İngiltere’nin haneleri enerji devlerinin hissedarları için birer para makinesine dönüştürüldü. 2020’li yılların İngiliz ekonomik modelinin ne kadar bozuk olduğunu anlamak isteyen geleceğin tarihçileri için şu iki istatistik yeterli olacaktır: BP’nin 6,9 milyar sterlinlik kâr elde etmesi ve ortalama hane halkı enerji faturasının kışa kadar yılda 3 bin 600 sterlinden fazla olması (Ocak’ta 4 bin 300 sterline yaklaşması) beklentisi.
Birçoğu çocuklarının karnını doyurmak için öğün atlayan milyonlarca ailenin bu faturayı ödeyemeyeceği açık.
Muhafazakarların mayıs ayında şirketlere bir defalık ek vergi uygulama konusunda utangaç yaklaşımları, yaklaşmakta olan insani felaket için yeterli cevap değil. Kâr üzerinden ödeyecekleri ekstra yüzde 25 sadece üç hafta öncesinden itibaren geçerli olacak, yani o tarihten önce kazanılan büyük servetlere dokunulmayacak. Bu kazancın bir kısmı savaştan kaynaklı: Ukrayna’daki dehşet ve Rusya’ya yönelik yaptırımlar petrol ve gaz fiyatlarının yükselmesine neden oldu.
Enerji şirketleri … daha yüksek verginin, yeşil yatırımlar için gerekli paraya el koymak anlamına geleceği ve … temiz enerjiye geçişi tehlikeye atacağını iddia ediyor. Onlara inanmayın.
Öncelikle, iklim savaşçıları olarak itibarlarını “yeşile boyama” girişimlerine rağmen, dünyanın en büyük petrol ve gaz şirketleri, iklim kriziyle mücadele için gerekli politikaları durdurmak, sulandırmak veya yok etmek için politikacılara lobi yapmak üzere yılda 150 milyon sterlinden fazla para harcıyor. Büyük enerji şirketlerinin son seçimlerden bu yana Muhafazakar Parti’ye 1 milyon sterlin para aktarmasının nedeni, para saçmak değil: Kendilerine karşı daha sert adımlar atılması yönündeki talepleri engelleme konusunda en çok Muhafazakarlara güveniyorlar….
Gerçek şu ki, kârlarının yüzde 60’ı doğrudan hissedarlara gidiyor; yani bırakın temiz enerjiyi, herhangi bir yatırıma bile fon sağlamıyor. 2010 yılından bu yana hissedarlara yaklaşık 200 milyar sterlin dağıttılar: bu paranın temiz enerjiyi teşvik etmek ve hane halkı faturalarını azaltmak amacıyla nasıl kullanılabileceğini bir düşünün.
Common Wealth adlı düşünce kuruluşunun direktörü Mathew Lawrence’a göre, “Yatırım yapmak için nakit kullanmıyorlar ve yatırım yaptıklarında da fosil yakıt ağırlıklı oluyor. Onları enerji şirketleri olarak değil, asıl amacı yatırımcıları ödüllendirmek için nakit akışlarını yönetmek olan kurumlar olarak görmek daha doğru”.
Dünya üzerindeki en yüksek yaşam standartlarından birine sahip Norveç’in mali açıdan pervasız olduğunu düşünen var mı? Norveç kurumlar vergisine ek olarak yüzde 56 oranında kalıcı ek vergi uyguluyor. İngiltere ise Kuzey Denizi’ndeki petrolden Norveç’in ile elde ettiği gelirin sadece yüzde 8’ini tahsil ediyor.
Halkın baskısıyla enerji şirketlerine daha ağır bir vergi getirmeye zorlanmak, Muhafazakarların yönetimi altında bekleyebileceğimizin en fazlası olsa da İşçi Partisi’nin hedeflerinin sınırının bu olması gerektiği anlamına gelmez. Keir Starmer’a 2020 İşçi Partisi liderlik yarışı sırasında enerjinin yeniden ulusallaştırılmasını destekleyip desteklemediği sorulduğunda ‘evet’ demişti, ancak daha sonra diğer pek çok kampanya taahhüdüyle birlikte bu vaadinden de vazgeçti.
Ancak vergiler, hükümetin asla vurgunculara teslim etmemesi gereken yapısal olarak bozuk bir sektöre sadece geçici bir yol sunuyor. İngiltere, enerji dağıtım şebekesini tamamen satmış iki Avrupa ülkesinden biri. 2021’de, yatırım amaçlı kullanılabilecek 1,4 milyar sterlin hissedarlara dağıtıldı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ateşli bir solcu olduğu söylenemez ama yine de hükümeti, zaten büyük ölçüde kamulaştırılmış olan EDF enerji şirketinin tam kontrolünü ele geçiriyor. Bu şirket kamu mülkiyetinde olduğu için hükümet, aileleri hayat pahalılığı krizinden korumak için şirketin 7 milyar sterlinlik bir zararı göze almasını emredebilir ve fatura artışlarını bu yıl sadece yüzde 4 ile sınırlayabilir.
Varlıklı hissedarların banka hesaplarına astronomik kâr payları aktarmak için zor durumdaki hane halklarını soyan bir sosyal düzen, geri dönüşü olmayan bir şekilde bozulmuştur. Muhafazakâr Parti lider adayı Liz Truss, büyük işletmelerden alınan vergilerin çok yüksek olduğu sonucuna varmaktır. Gerçekleri kabul etmeyi körü körüne reddetmesi, paralel bir evrende yaşayan bir siyasi partiye işaret ediyor.
İngiltere’nin enerji endüstrisi asla vurguncular için bir para makinasına dönüştürülmemeliydi. En azından, ön saflardaki politikacıların, vatandaşlarına cankurtaran simidi sunmak için bu süper kârları yağmalama konusunda utandırılmaları gerekiyor.
Çeviren: Dış Haberler Servisi
Beş kurşunla öldürüldü
Henning von STOLTENBERG
Junge Welt
Polis operasyonunda bir ölü daha: Pazartesi günü, Senegalli 16 yaşındaki bir mülteci, Dortmund’un Nordstadt semtinde hafif makineli tüfekle beş el ateş edilmesi sonucu öldü. Daha sonra bir polis sözcüsü, gencin memurlara bıçakla saldırdığını iddia etti. Sorumlu Savcı Carsten Domberg’e göre, olay öğleden sonra Almanya’ya refakatsiz bir çocuk olarak giren Senegalli’nin bakım gördüğü bir gençlik sosyal tesisi ile bir kilise arasındaki avluda meydana geldi. Dombert verdiği demeçte, bir vatandaşın gençlerin üzerinde bıçak gördüğü için polisi aradığını söyledi.
Otopside bir polisin makineli tüfeğinden çıkan iki merminin gencin omzuna, ayrıca birer merminin önkol, mide ve yüze elmacık kemiği seviyesinde isabet ettiği ortaya çıktı. Ağır yaralanan 16 yaşındaki genç, kısa bir süre sonra acil ameliyat sırasında öldü. Ateşli silahlar kullanılmadan önce göz yaşartıcı gaz ve elektrik şok cihazı kullanıldı. Genç mültecinin, uzunluğu 15 ila 20 santimetre olan bir bıçağı kullanmakla polisleri ne ölçüde tehdit ettiği açıklığa kavuşturulmak zorunda. Savcıya göre, soruşturmanın odak noktası, olayın nasıl uçlaştığı ve ölümün neden meydana geldiği olmak zorunda. Soruşturma “tarafsızlık nedeniyle” Dortmund yakınındaki Recklinghausen polisine emanet edildi.
Sol Parti’nin (Die Linke) Dortmund polis danışma kurulundaki temsilcisi Iris Bernert-Leushacke, “Şimdiye kadar cevaplanandan çok daha fazla soru var. Bir genç, kendisine bakan bir gençlik tesisindeyken bir mahalle sakini neden polisi arar? Oradaki çalışanlar, zorluklar ortaya çıktığında bile gençlerin çıkarlarını gözetme konusunda uzmanlaşmıştır. Hadi çağırdı, polis biber gazı ve şok tabancalarına rağmen genci öldürmeden silahsızlandıramıyor?” dedi.
Dortmund’dan Autonome Antifa 170, yaptığı açıklamada, Kuzey polis karakolunun son yıllarda kelimenin tam anlamıyla skandal merkezi olduğunu belirtti. Örneğin, bir nargile barında hamile bir kadın dövüldü ve polisin önünde diz çökmüş durumda olan bir adam elektrikli copla şiddet gördü.
Genç siyah adam, sadece yedi gün içinde ülke çapında bir polis operasyonu sonucunda ölen dördüncü kişi oldu. Geçen hafta Salı günü, Frankfurt am Main’in karakol bölgesinde 23 yaşındaki bir evsiz, polis memurunun kurşunuyla ölümcül şekilde yaralandı. Sadece bir gün sonra, Köln’de polis dairesini konutundan zorla çıkarılan 48 yaşındaki bir kiracıyı vurarak öldürdü. Oer-Erkenschwick’ten 39 yaşındaki bir kişi Pazar günü Recklinghausen hastanesinde bir polis operasyonu sonrasında öldü. Polis, evinde eşyaları sağasola atarak olay çıkardığı söylenen kişiye biber gazı sıkarak onu yere yapıştırdı. Adam bu süreçte bilincini kaybetti. Ölüm nedeni bilinmiyor. Soruşturma tarafsızlık prensibine göre Dortmund polisine verildi.
Mayıs ayında da Mannheim şehir merkezinde polis memurları tarafından biber gazıyla saldırıya uğrayan ve kafasını yere vuran akıl hastası bir adamın ölümü ülke genelinde dehşete neden olmuştu.
Çeviren: Semra Çelik
Gösteriş ve kemer sıkma politikası
Cathy Dos SANTOS
L’Humanité
Bir yanda hükümet propagandası var, diğer yanda ise gerçekler. İnatçı gerçekler. Örnek olarak Gabriel Attal’ın 2023 bütçesini abartmak için yaptığı propaganda numarasını ele alalım. Kamu Hesapları Bakanı, pazartesi günü eğitim, çalışma, dayanışma, adalet, savunma, içişleri, ekoloji, tarım vb. bakanlıklardan mevkidaşlarına “2023 bütçesinde yüzde 11’lik, benzeri görülmemiş bir artış” sözü verdi. Yani milyarlarca avroluk ek bütçe perspektifi sundu. Koro halinde haykırılacak bir haber! Yani, neredeyse.
Zira Emmanuel Macron’un ve yöneticilerinin çok sevdiği meşhur “ama aynı zamanda” da dahil olmak üzere konuşmalar ve gerçekler var. Genç Macroncu (Attal), yürütmenin aşırı cömertliğine “hacim olarak yüzde 2,5’lik” genel bir düşüşün eşlik edeceğine dikkat çekti. Bu nedenle, yürütmenin hangi portföyleri boşaltmayı planladığını sorma hakkına sahibiz. Bildiğimiz gibi, zenginler vergilendirilmeyecek. Giden çoğunluğun lağvettiği ISF’nin (Servet Vergisi) yeniden diriltilmesi söz konusu değil. Ayrıca, NUPES’in (sol ittifak) sunduğu, Gabriel Attal’ın deyimiyle “vergi cehennemi” projesi, yani “süper kârlar” ve diğer “istisnai kârlara” vergi getirilmesi projesine, Ulusal Meclis çok az bir çoğunlukla karşı çıktı, yani bu durum büyük taşımacılık ve çokuluslu petrol şirketlerini de endişelendirmeyecek.
Bir yanda liberalizm, diğer yanda ise devlet çalışanlarının ve ihtiyaç sahibi milyonlarca hanenin karşı karşıya olduğu gerçekler var. Resmi sözlükte kemer sıkma kelimesi tabudur. Ancak kovidden önceki yıllarda olduğu gibi önümüzdeki bütçede de uygulanacak olan, bu anti-sosyal savaş makinesidir. Sütunlarımızda yer verdiğimiz ebelerin alarm çığlıklarının da bize hatırlattığı gibi, on yıllardır yapılan kesintilerin ardından zaten can çekişen kamu sektörlerinde kan kaybına yol açacak. Ebeler, doğum ünitelerinin sayısız kez kapatılmasını, dikkate alınmamasını ve maaş artışı yapılmamasını kınamaktadır. Sonuç olarak, bu çalışanların yüzde 40’ı tükenmişlik sendromundan muzdarip. Bunlar sadece gerçekler…
Çeviren: Diyar Çomak
Evrensel / 14.08.22