Yemen’deki savaş Birleşmiş Milletler tarafından son yılların en büyük insani felaketlerinden biri olarak sunulurken üç sivil kurum, Thalès, Dassault ve MBDA isimli Fransız şirketlerinin sorumluluğunu sorguluyor. STK’lar, bu dev şirketler hakkında “2015’ten beri savaş suçları işlediğini bilerek” Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyona silah ihraç etmeleri“ nedeniyle "savaş suçlarında suç ortaklığı” şikayetinde bulundular.
Almanya’da 2023 bütçe görüşmelerine silahlanma bütçesi damga vurdu. 1 milyarlık özel fon ve Ukrayna’ya ağır silah gönderimi konusunda hükümet partileri ve Hristiyan Demokrat Birlik partisi anlaştı. Sosyal demokratlar ve Yeşiller sözde pasifist duruşlarını bir kenara itiverirken Başbakan Scholz savaş arabasına sendikaları aktif katmak için çabalıyor.
Oxford Üniversitesi Öğretim Üyesi Sam Fowles, İngiltere’de Kraliçe 2. Elizabeth’in tahta geçişinin 70. yılı kutlamaları vesilesiyle Başbakan Boris Johnson’ın, metrik sistemden farklı olan emperyal ölçü birimlerini geri getirme vaadini ele alıyor. Fowles, imparatorluk nostaljisinin, anketlerde geride kalan bir hükümet için siyasi bir zorunluluk olarak görülebileceğini, ancak bunun ekonomiye zarar verdiğini, nüfusun büyük bir bölümünü yabancılaştırdığını ve ifade özgürlüğünü engellediğini belirtiyor.
Sessiz olun, silahlandırıyoruz
Laurent MOULOUD
L’Humanité
Yemen’in akıbetine dair birçoğu timsah gözyaşları döküyor. Macron hükümetinin düzenli olarak “kirli bir savaştan” bahsederek sahte bir üzüntü duyması gibi mesela. Ama bu dil öğeleri sadece sınırı olmayan bir ikiyüzlülüğü gizliyor. Çünkü, bu görünüşteki ızdırabının arkasında, ölüm ticareti, Fransız devletinin onayıyla gizlice gelişiyor. Dassault, Thales, MBDA Fransa dev şirketleri, STK’lar tarafından Paris mahkemesine yapılan bir şikayette kınandığı üzere, Fransa’nın teknolojik alanda bu üç Fransız lideri, Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyona silah satışları yoluyla 2015’ten beri bu olağanüstü çatışmayı körüklüyor ve kutsal ticaret adına Yemen halkına işlenen savaş suçlarında potansiyel suç ortağı halinde bulunuyorlar.
Mirage 2000, Rafale ve diğer Caesar silahları basitçe üstünden geçeceğimiz mallar değildir. Yabancı bir ülkeye satışlarının bakanlıklar arası bir komisyon tarafından onaylanması, uluslararası silah ticareti anlaşması ve Avrupa Birliği’nin ortak tutumu çerçevesine girmesi gerekiyor. Bu ölümcül cihazlar, uluslararası insan hukukun ciddi ihlallerini işlemek veya kolaylaştırmak için kullanılıyorsa aktarılamaz. Fakat, sivillere yönelik ayrımsız saldırıların ve yasa dışı bombalamaların birbirini takip ettiği, zorlu kaybolmaların, işkencelerin, cinsel şiddetin yaşandığı Yemen’de yaşanan tam da budur... 2014’ten bu yana 300 bin kurban, 5 milyon yerinden edilmiş kişi var ve yaygın kıtlık yaşanıyor. Halklar ölülerini sayarken, Fransız silah devleri aynı anda yapılan rekor satışlarını (tam olarak 8 milyar avro) sayıyorlar.
Bu tür suçlamalarla karşı karşıya kalan Hollande ve Macron hükümetleri her zaman inkarda kaldılar. Satışların askıya alınmasına yönelik her talep -yine 2021’de PCF (Fransız Komünist Partisi) Senatörü Éric Bocquet tarafından yinelendi- reddedildi. Ve bu utanç ticaretinin üzerine bir opaklık perdesi gerildi. Suçlu olduğu kadar dayanılmaz bir şeffaflık yokluğu söz konusu. Silahlar! Onları satanlar var, satın alanlar var ve bedelini ödeyenler var. Bunların diğer tüm değerlendirmelerden önce gelmesinin zamanı geldi.
(Çeviren: Diyar Çomak)
Başbakan Scholz’un gururu: Federal mecliste bütçe tartışması
Arnold SCHOELZEL
Junge Welt
(Almanya’da) Hristiyan Demokrat Birlik partisi (CDU) lideri Friedrich Merz, “bizim” yani paranın dünyayı -yani evreni- yönettiği modunda. Her halükarda, çarşamba günü, dünyadaki tüm majestelerin temsilcisi gibi, Federal Meclis bütçe tartışmasını başlattı. 100 milyar avroluk “Bundeswehr/Ordu özel fonu” üzerindeki anlaşma için koalisyona görkemli bir şekilde teşekkür etti: SPD, Birlik 90-Yeşiller ve FDP “isteklerimize tam olarak uydu” dedi. Sosyal Demokratlar ve Savaş Yeşilleri, sözde iktidar partisi FDP, CDU ve CSU ile birlikte pazar akşamı imzaladıkları (Pazartesi günü CDU şefi Merz de imzaladı) anlaşmayı “altı noktada” dikte ettiler. SPD Genel Sekreteri Kevin Kühnert, kendisine sorulmadan: “Koalisyon hükümetinin hiçbir sosyal hedefinden kaçınması gerekmiyor. Rekabet tartışması olmayacak” diye hükümet partilerine ve muhalefete onay verdi. Olaf Scholz çarşamba günü, bunu tekrarlayarak yalanın onun yüzünden daha akıllı hale gelmeyeceğini gösterdi.
Muhalefet liderinin aksine, şansölyenin hiyerarşinin üst çevrelerinde zaferlerin nasıl kabul edildiğini öğrenmesi gerekiyor: Sınıf görevi verildiğinde nezaketle kabul edin. Federal Cumhuriyet’te, sermayenin en saldırgan güçleri asayı ele geçirdi ve en iyi ihtimalle hükümet başkanı onlara teşekkür etti. Bunun yerine Scholz, Merz’e verdiği yanıtta, Ukrayna’ya yapılan en ağır silah teslimatlarını başarı kanıtı olarak sıralamak için inatçı bir çaba gösterdi. Ayrıca Scholz, tank, obüs, roket ve mühimmat ihracatı listesini taçlandırdı ve bununla ve “özel fon”un “kuantum sıçraması” ile “güvenlik politikası mimarisinde en büyük değişimi” gerçekleştirdiğini söyledi. Bu onu “gururlu” ve “minnettar” yapıyor çünkü bu konuda “muhalefet” yardımcı oldu. Belirsiz kalan tek şey, Ukrayna’ya çok sayıda roketatar göndereceğini ilan ederken bu konuda kendisinin mi yoksa ABD Başkanının mı daha çok etkisinin olduğuydu. ABD ve NATO tarafından savaşın her tırmanışı, Scholz’un transatlantik “konvoy”un ön saflarında yer alma tutkusunu artırıyor. Şansölye’ye göre, Bundeswehr yakında “Avrupa NATO sistemindeki en büyük konvansiyonel ordu” olacak. Adam bir hedefe uygun hareket ediyor.
Olaf, silah sevinciyle seçmenlerini neredeyse unutuyordu. Seçmenler silah tekellerinin ekstra kâr hırsından mustaripler ve anketlere göre, Ukrayna savaşından çok fiyat patlamalarından korkuyorlar. SPD’ye göre, bu haksız bir korku, ancak güvenli tarafta olmak için Scholz, işverenler ve sendikalarla ulusal bir birlik için konuşmak istiyor. Bu kurt-kuzu birliği 1967’den beri zaten vardı, bahsetmeye değer hiçbir şey getirmedi. O zaman bile ciddiye alınmaması gerekiyordu ve bugün olduğu gibi yanlış adrese hitap ediyordu: SPD, sermayeyi enflasyonun itici gücü olarak kabul etmiyor ya da kabul etmek istemiyor. Bu durum da Başbakan Scholz’a sosyal demokrat silah ticaretinden gurur duymak için yeterli alan bırakıyor.
(Çeviren: Semra Çelik)
İmparatorluk nostaljisi Britanya’yı boğuyor
Sam FOWLES
Politics.co.uk
Ülke (Kraliçe’nin tahtta 70. yılı kutlamaları vesilesiyle) jübile partisine hazırlanırken, Başbakan imparatorluk hayaletini çağırdı: “Kraliçe’nin Platin Jübilesini kutlamak üzere, (uluslararası metrik ölçü birimlerinden farklı olan) İngiliz imparatorluk ölçü birimlerini geri getirme” sözü verdi.
Bu arada İçişleri Bakanlığı da imparatorluk projesinin merkezindeki ırkçılığı ortaya koyan bir raporun yayınlanmasını engelledi.
Eski emperyal ölçülerin geri getirilmesi Brexit’in bir faydası olarak sunuldu. Ancak Birleşik Krallık metrik sistemi resmi olarak 1896’da kabul etmişti ve AB yasaları zaten emperyal ölçülere de izin veriyordu. Aslında bu, hayali bir geçmişi yeniden canlandırmakla ilgili. Birleşik Krallık’ın dünya çapında standart bir ölçüm biçimi dikte ettiğini iddia edebileceği bir zamanı temsil ediyor.
Bakanlar imparatorluk günlerine duydukları özlemi açıkça dile getirdiler. Başbakan’ın kendi ifadesiyle “(Birleşik Krallık’ın eski kolonileriyle ilgili) sorun bir zamanlar yönetimde olmamız değil, artık yönetimde olmamamızdır.”
Bu tür bir nostalji, anketlerde geride kalan bir hükümet için siyasi bir zorunluluktur. Görevdeki ilk iki yılını Covid-19’a karşı Batı dünyasında en kötü mücadeleyi vererek geçirdi (Birleşik Krallık en yüksek ölü sayılarından birine ve en sert ekonomik düşüşlere maruz kaldı). Zamanının çoğunu, imza attığı başarılardan biri olan Kuzey İrlanda protokolünü inkar etmeye ve yolsuzluk ve suç iddialarına karşı kendini savunmaya çalışarak geçirdi. Popülerlik ya da yetkinlik yoluyla meşruiyet bulamayan bakanlar fanteziye yöneliyor.
Başında Britanya’nın olduğu Britanya İmparatorluğu, konumlarını zenginlik, statü ve kişisel bağlantılar yoluyla elde eden kişiler tarafından yönetilmiştir. Mevcut hükümetin üyeleri de iktidara gelmek için benzer bir yol izledi. Her türlü gerçek dünya sınavında başarısız olduktan sonra, kuşaklar öncesinden seleflerinin hayali başarısına sığınıyor ve “yönetmek için doğanlar” tarafından yönetimde her şeyin daha iyi olduğunu savunuyorlar.
Bu argüman ancak insanlar geçmişin gerçekten daha iyi olduğuna inanırlarsa işe yarar. Nostalji, günümüz nüfusunun ve basının bazı kesimlerinde kesinlikle popüler. Ancak “imparatorluk çağı” çoğu insan için tam bir sefalet dönemiydi. İmparatorluk, sosyal olarak kendilerinden üstün konumda olanların şanını ve zenginliğini artırmak için sömürge savaşlarında ölmeye gönderilen emekçilerin sırtından kazanıldı. Sömürgeler terör ve işkenceyle yönetildi: kölelikten Boer toplama kamplarına, Amritsar, Mau Mau ve Croke Park katliamlarına (bunlardan sadece birkaçı), Hindistan ve İrlanda kıtlıklarına, Ventersburg’un yok edilmesine, Malezya’daki Briggs planına ve Tibet’in işgaline kadar liste uzayıp gidiyor.
O halde, imparatorluk hakkındaki gerçeklerin ortadan kaldırılması hiç de şaşırtıcı değil. Guardian gazetesine göre, İçişleri Bakanlığı tarihçisinin, (Karayipler’den İngiltere’ye çalışmaya ve yerleşmeye gelenlerin geri gönderilmesiyle ilgili) Windrush skandalının, “İngiltere’nin beyaz olmayan nüfusunu azaltmak için tasarlanan 30 yıllık ırkçı göç mevzuatına” dayandığını vurgulayan raporunu “yetkililer defalarca bastırmaya çalıştı...”. Rapor, bu politikanın arka planını imparatorluğa dayandırarak “Britanya İmparatorluğu’nun işleyebilmek için ırkçı ideolojiye bağımlı olduğu” sonucuna varıyor.
Büyük olasılıkla, resmi ırk ve imparatorluk tarihinden farklı olan bu raporun gizlenmesine karar verilmiştir. Mal varlıklarının emperyal kökenlerini araştıran hayır kurumları, sömürgecilerin ve köle tacirlerinin heykellerini kaldıran müzeler veya öğrencilerine dünyanın beşte birini işgal etmenin iyi bir şey olmadığını öğreten öğretmenler de muhtemelen benzer tehdit ve saldırılar yaşamıştır.
İmparatorluk nostaljisi, sözde “yönetmek için doğmuş” olanlar dışında kimseye yardımcı olmaz. En iyi ihtimalle, Başbakan’ın imparatorluk döneminden kalma ölçü birimlerini “geri getirme” vaadinin hiçbir etkisi olmayacaktır (ne de olsa hiç kaldırılmadılar). Ancak, bu tür önlemler zorunlu hale getirilirse, ticaretin önünde önemli bir engel oluşturacaktır. Dünyanın büyük çoğunluğu metrik sistemi kullanmaktadır (ABD ise farklı bir emperyal ölçü birimi kullanmaktadır). İhracat ve ithalatın ülke içine veya dışına gönderilmeden önce arkaik (ve büyük ölçüde anlaşılmaz) bir dizi ölçü birimine çevrilmesi gerekecektir. Bu da “bürokrasiyi azaltma” olarak pazarlanan Brexit sonrasının düzenleyici yükünü önemli ölçüde artıracaktır.
Bu arada hükümetin dünya sahnesinde “büyük bir güç” gibi davranma girişimleri, Birleşik Krallık’ın müttefiklerini çileden çıkarmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Tarihçilere saldırmak ve sömürgeciliğin ırkçı mirasını inkar etmek, ifade özgürlüğüne ket vurmakta ve halkın büyük bir kesimini yabancılaştırmaktadır. Nostaljiyi bir kenara bırakıp akıllanmadıkça ve gerçek dünyadaki gerçek sorunlarla ilgilenmedikçe, Birleşik Krallık’ın en iyi günleri hayali bir geçmişte kalacaktır.
(Çeviren: Dış Haberler Servisi)
Evrensel / 05.06.22