Katar’da 20 Kasım'da başlayacak Dünya Kupası öncesi, ülkedeki insan hakları ihlalleri çerçevesinde bir tartışma sürdürülüyor. Başlangıçta Katar’daki işçi ve genel insan hakları ihlallerine işaret ederek boykottan söz eden hükümet ortağı Yeşiller, Sosyal Demokrat Parti ve Hür Demokratlar, gaz konusundaki anlaşma sonrası önce ekmek (Siz maçlar anlayın) sonra ahlak diyerek o meşhur “batılı değerleri”ni bir kenara bırakıverdiler.
İngiltere’de yapılan araştırmalar, finansal güvensizlik ve ruh sağlığı sorunları arasında bağlantı olduğunu ve her ikisinin son on yılda keskin bir şekilde arttığını gösteriyor. Özellikle yoksulluğun yaygın olduğu kuzey bölgelerinde antidepresan kullanımındaki artış, diğer Avrupa ülkelerini büyük farkla geride bırakmış durumda. Guardian gazetesi başyazısında, ülkenin servet ve varlıklarının, yoksullara doğru yeniden dengelenmesi gerektiğine dikkat çekiliyor.
Fransa’da Ulusal Mecliste Kongo ve Angola kökenli solcu (Boyun Eğmeyenler Hareketi) Milletvekili Carlos Martens Bilongo, Başbakan Elisabeth Borne’a denizde mahsur kalan SOS Akdeniz gemisinin akıbetini sorarken konuşması esnasında “Afrika’ya dönsün!” sözlerini kullanan aşırı sağ Ulusal Birlik (RN) Partisinin Milletvekili Grégoire de Fournas’a kınama ve dışlanma cezası verildi. Meclis kuralları uyarınca mümkün olan en ağır yaptırıma maruz kalan RN milletvekili iki hafta boyunca Ulusal Meclisten men edilecek ve iki ay boyunca ödeneğinin yarısından mahrum bırakılacak. Konu ne kadar saptırılmak istense bile, bu skandal Fransa’daki Marine Le Pen partisinin gerçek yüzünü bir kez daha ortaya koymaktadır.
Katar’la aramızda eriyecek buz yok: Dünya kupasından önce tantana
Arnold Schoelzel / Junge Welt
MART ayında, Ekonomi Bakanı Robert Habeck, değerler ve kurallar temelinde doğal gaz dilenmek için Katar Emir’i Tamim bin Hamad Al Thani ile görüştü. Spor hayranları, Rus gazı olmadan da Federal Cumhuriyet’te mevcut olacak ekmekten futbol maçlarına hızla geçiverdiler. Prens, Almanların dünya kupasına gelip gelmeyeceği ile ilgileniyordu. Habeck kısa bir süre tereddüt etti, Spiegel pazar günü: “Eğer Almanya ve Hollanda arasında karşılaşma olursa geleceğim” dediğini yazdı. Bunun üzerine dünya kupası için en az 200 milyar avro harcamış olan Al Tahani, 1990 yılında Alman Rudi Völler’in saçlarına Hollandalı Frank Rijkaard’ın tükürdüğü iki ülke arasındaki dünya kupası maçı hakkında konuşmaya başladı. SPIEGEL: “İki adam arasında buzlar eriyiverdi” diye yazdı. Aslında arada eriyecek buz falan yoktu. Geziden Habeck’in diz çökmüş durumda ayakta dimdik duran Katar prensinin elini tuttuğunu gösteren bir fotoğraf kaldı.
O zamandan beri dünya kupasının birkaç vızıltı dışında rahatsız edilmeden gerçekleşeceği açıktı. Hükümet, geçen hafta Katar’daki Emir’in kabul etmeyip başka bir Al Tahani şeyhine havale ettiği Habeck’in meslektaşı İçişleri Bakanı Nancy Faeser’i görevlendirdi. Faeser daha önce dünya kupasının Katar’a verilmesinin “insan hakları ve sürdürülebilirlik ilkelerine aykırı olduğundan” şikayet etmişti. “Bu tür devletlere vermemek daha iyi olur” dediği için. Almanya’nın Katar büyükelçisi çağrıldı ve Faeser daha sonra tüm futbol taraftarlarının güvende olduğuna söz verildiğini söyledi. Görüldüğü gibi Katar’la aramızda erimesi gereken buz yok, sadece barış ve sevinç var. 23 Kasım’da Faeser tekrar Katar’a gidecek.
Dünya kupasının 20 Kasım’da açılmasından önce hâlâ zaman var, bu yüzden değer ve kurallar arasındaki ping-pong maçı pazartesi günü devam etti. Futbol taraftarlarının hafta sonu Bundesliga stadyumlarında dünya kupası boykotu çağrısına izin verildi ve inşaat çalışmaları sırasında birkaç bin kişinin öldüğü kınandı. Alman Futbol Birliği içeriksiz bir mektupla “Şimdi lütfen futbola konsantre olalım” diyen FIFA Şefi Giovanni Infantino’ya cevap verdi. Önemli olan: Infantino’nun tüm zamanların en pahalı dünya kupasından FİFA için en yüksek kârı -yaklaşık yedi milyar ABD doları- elde etmek istemesi.
Yine pazartesi günü, Katar dışişleri bakanının, FAZ’da Alman “çifte standartları” ve “yanlış bilgilendirme” hakkında hesaplaştığı bir röportajı yayımlandı. Gaz ve maçların TV’de yayımlanması konusunda anlaşma sağlanmıştı. Habeck’in dünya kupasına gidip gitmemesinin bir önemi yoktu. 2010’da dünya kupasının Katar’a verilmesinden bu yana işler sorunsuz bir şekilde ilerliyor: Katar, Orta Doğu’daki en büyük ABD üssüne ev sahipliği yapıyor.
Çeviren: Semra Çelik
Güvencesiz Britanya’da yoksulluk insanların ruh sağlığını bozuyor
Guardian - Başyazı
2005 yılında Dönemin Başbakanı Gordon Brown çocuklar için bir fon başlatmıştı. Birleşik Krallık’ta doğan her çocuğa devlet 250 sterlin ödeyecek ve ebeveynler bunu (finans kurumları üzerinden) yatırıma yönlendirecek, hak sahipleri bu birikimleri 18 yaşında çekebileceklerdi. Bu politika bazı kesimler tarafından hantal bulunmuş ve 2010’da Muhafazakar Parti tarafından yürürlükten kaldırılmıştı. Ancak varlık ve esenlik arasındaki bağlantıyı ortaya koyan yeni araştırmalara bakılırsa, Brown’ın içgüdüsü doğruymuş görünüyor. Birikim sahibi olmak insanların hayatında büyük bir fark yaratıyor.
Joseph Rowntree Vakfının araştırması, kendi başlarına endişe verici olan, bağlantılı halde endişeyi daha da artıran iki eğilimi tanımlıyor. Bunlar finansal güvensizlik ve ruhsal sıkıntılar ve her ikisi de son on yılda keskin bir şekilde artış göstermiş. Bu kasvetli tabloda iş piyasası parlak görünüyor. Ancak bir milyon kişinin iş sözleşmesinin sıfır saate dayanması (Hiçbir iş güvencesinin olmaması), düşük sosyal yardım seviyeleri, ev sahipliğinin düşmesi ve özel sektörde kiraların iki katına çıkması ile birleştiğinde, nüfusun giderek artan bir oranının kronik olarak güvensiz olduğu anlamına geliyor. Yetişkinlerin beşte biri 700 sterlinden daha az birikime sahip.
Aynı dönemlerde, anksiyete ve depresyon seviyeleri 2017-18’de yetişkinlerin yüzde 17’sinin antidepresan kullandığı noktaya kadar yükselmiş. Bu vakalar kuzey İngiltere’nin en yoksul bölgelerinde yoğunlaşmış ve 2010-17 yılları arasında reçeteli antidepresan kullanımındaki yüzde 64’lük artış, diğer Avrupa ülkelerindeki artışları büyük farkla geride bırakmış. Veriler, kötü ruh sağlığı sorunlarının mali açıdan kırılgan olan kişilerde görülmesinin çok daha muhtemel olduğunu gösteriyor. Güvencesiz konutlarda sıkışıp kalan ve borçları olan kişiler, uykusuzluk ve değersizlik hissi gibi semptomları daha yüksek düzeyde hissediyor. Sosyal izolasyon ile de bir bağlantı var.
Parasızlık yüzünden insanların geceleri uyumaması kimseyi şaşırtmamalı. Ülkenin dört bir yanından gelen ve giderek artan açlık seviyelerine ilişkin haberler her zamankinden daha rahatsız edici ve aşırı hale gelmiş durumda. Ancak burada politika yapıcılar için çıkarılacak dersler var. Ekonomik güvencesizliğin yol açtığı ruh sağlığı sorunları ve bunun da onları çalışmaktan alıkoyması nedeniyle bu durumun süreklileştiği bir sarmal, bireyler ve içinde yaşadıkları toplum için risktir. Halihazırda, istihdam destek ödeneği talep edenlerin üçte ikisi anksiyete veya depresyondan şikayet ediyor. Ulusal sağlık hizmetleri (NHS) kapsamında ruh sağlığı hizmetlerinin toplam maliyeti yıllık 15 milyar sterlini buluyor.
Bu hastalıkların bir kısmı önlenebilir. Bakanlar, sosyal yardımlara yönelik cezalandırıcı yaklaşımlarının ve ev sahipleri ile işverenlere yönelik cömertliklerinin birçok hayatı zorlaştırdığını görmelidir. Kiracıların kısa bir süre içinde sebepsiz yere evden atılmasına izin veren düzenlemeler sona ermeli, borç danışmanlığı için yeni fonlar bulunmalı, istihdam hakları acilen güçlendirilmelidir. Daha fazla insanın kapana kısılmasını önlemek için sosyal yardımlar artırılmalı ve ücretsiz okul yemeklerinin kapsamı genişletilmelidir. Uzun vadede politikacılar, ülkenin servetini ve varlıklarını, çok az serveti olan ya da hiç olmayanlara doğru yeniden dengelemenin yollarını bulmalıdır.
Çeviri: Dış Haberler Servisi
Fransa’da aşırı sağ bir kez daha gerçek yüzünü gösterdi
Maud Vergnol / L’Humanité
“BIRAKIN Afrika’ya dönsün!” Aşırı sağcı milletvekili Grégoire de Fournas’ın ırkçı sözleri Bourbon Sarayı’nın (Ulusal Meclis) duvarlarının ötesinde de yankılanmaya devam ediyor. Milletvekili Carlos Martens Bilongo’ya hitaben söylenen ve ten rengine atıfta bulunan sözler, Ulusal Birlik Partisinin (aşırı sağ) saygınlık imajı yaratma stratejisini baltalamıştır.
Bu sözlerin ardından rahatsız edici medya dizisi ve Fournas’ın meslektaşının bahsettiği mültecilere atıfta bulunacak tekil ya da çoğul kullanımına ilişkin gerçeküstü anlamsal tartışma (Milletvekiline yönelik “Bırakın Afrika’ya dönsün” veya mültecilere yönelik dönsün’ler” mi dedi üzerine tartışma çıktı), ırkçılığın önemsizleştirilmesi hakkında çok şey anlatıyor.
“RN ırkçı mı?” diye soran 24 saat yayın yapan bir haber kanalı, “ulusal önceliğin” belkemiğini oluşturduğu, programından da anlaşılacağı üzere, varoluş nedeninin bu olduğunu görmezden gelerek “özel” bir program yaptı. Ancak kendilerini işçilerin savunucusu olarak tanıtan RN grubunun 89 üyesinin oylarına bakmak yeterli. Parlamento oturumunun başlamasından bu yana, yurttaşlarımızın yaşamlarını iyileştirmeyi amaçlayan tüm yasa tasarılarına sistematik olarak karşı çıktılar.
Grégoire de Fournas, Marine Le Pen’in partisinin Front National (Ulusal Cephe) ile hiçbir ilgisi olmadığı gibi davrananlara gerçeği hatırlattı. İşin ironik yanı, geçen hafta sonu düzenlenen RN kongresinin sonunda, kongrenin sözcülerinden biri olması beklenmesiydi. Marine Le Pen’in, kendisinden biri saygınlık maskesini unutup kamusal alanda mide bulandırıcı sözler sarf ettiğinde sistematik olarak yaptığı gibi, ihtiyatlı bir şekilde görevinden alındı. Şimdi, her ne kadar bu terimi kamuoyu önünde kullanmaktan özenle kaçınsa ve TV programlarında nasıl yumuşak bir profil sergileyeceğini bilse de, kendisini dördüncü başkanlık adaylığına adamak için hoş olmayan dahili görevlerden kurtarmak üzere “büyük değişim” teorisinin 27 yaşındaki savunucusu Jordan Bardella’ya güveniyor.
Ekim ayında aşırı sağcı parti, 50 yıllık varoluşuyla ilgili bir iç kolokyum düzenledi ve “Bugün Fransız siyasi hayatını yapılandıran neredeyse tüm temaları” ortaya koyduğu için kendisini kutladı. Bu noktada onları haksız çıkaramayız, zira aşırı sağ, kamusal yaşamı cumhuriyetin bu düşmanlarından koruyan setleri sürekli yıkan bazı partilerin “üçgenleme" stratejisinin de yardımıyla bir süredir kültürel savaşı kazanmış durumda. 11 Ekim’de Meclis Başkanı Yaël Braun-Pivet, RN ile ilgili olarak “yabancı düşmanı” ifadesini kullandığı için bir Rönesans (Macron’un partisi “Renaissance”) milletvekiline yaptırım uyguladı... Yeniden seçilen başkan Macron’un kontrol altında tuttuğunu iddia ettiği aşırı sağ her anlamda ilerleme kaydediyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Marine Le Pen 2017’ye kıyasla 2 milyon 600 bin daha fazla oy alırken, Emmanuel Macron 2 milyon oy kaybetti. Biri Bourbon Sarayı’nda büyük bir atılım yaptı, diğeri ise artık yönetecek çoğunluğa sahip değil.
Fransa, dünyada esen kötü rüzgarlara karşı bağışık değildir. Danimarka’da Suriyeli mülteciler Şam’a geri gönderiliyor. İtalya’da Giorgia Meloni, hangi mülteci ailelerin toprak hakkına sahip olduğunu belirliyor. İsrail’de Netanyahu, 2007 yılında nefreti körüklemek ve ilahi hukukun üstünlüğüne inanan terörist, ırkçı, homofobik, antidemokratik bir örgüte destek vermekten hüküm giymiş ekstremist Itamar Ben Gvir’i iktidara getirdi. Fransa’da da beş yıl içinde en kötüsünün yaşanmasını engellemek için yarış devam ediyor.
Çeviren: Diyar Çomak
Evrensel / 13.11.22