Avrupa'nın Gündemi | Boris Johnson: Yürüyen bir ölü

Güven oylamasını şimdilik atlatan Boris Johnson'u pek de iyi günler beklemiyor. Fransa'da Macron hayat pahalılığına yanıt olarak göz boyayıcı yöntemlerini sürdürüyor. Almanya'da da gündem enflasyon...

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 12 Haziran 2022
  • 10:55

İngiltere’de pazartesi günü Başbakan Boris Johnson için Muhafazakar Partinin parlamento grubunda güven oylaması yapıldı. Kovid kısıtlamaları döneminde Başbakanlıkta partiler düzenlendiğinin ortaya çıkmasıyla kendi partisi de dahil her kesimden büyük tepki alan Johnson, partili 359 milletvekilinin 148’inden güven oyu alamasa da oylamayı kazandı. Bu konuyu ele alan Guardian gazetesi başyazısında Johnson için “yürüyen ölü” nitelemesi kullanılıyor.

Fransa’da hükümet ve Emmanuel Macron, hastanelerde ve kamu hizmetlerinde bütçe kesintilerine devam ederken, artan fiyatlara, hayat pahalılığına yanıt olarak göz boyayıcı yöntemlerini sürdürüyor. Sosyal saldırılar politikasında aynı yolu izleyen iktidar, gelecek günlerde meclis seçimlerine hazırlanıyor. Diğer yandan, esasen işçiler ve halk kitleleri üzerinde baskı yaratan Ukrayna’da emperyalistler arası savaş devam ediyor.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz yüksek enflasyona karşı emek ve sermayenin uyumlu eylem planının devreye sokulacağını açıkladı. İşçiler enflasyonla kayıplarına göz yumacaklar, patronlar da işçileri daha fazla sıkmayacaklar. Böylelikle düzlüğe çıkılacak. Telepolis’ten aldığımız yorumda Almanya’da 1967’de de böyle bir planın uygulandığı ancak işçilerin plana uymayıp sendikaları bile dikkate almadan eyleme geçtikleri ve kazandıkları anlatılıyor.

Boris Johnson için güven oylaması: Başbakan yürüyen bir ölü

Guardian
Başyazı

Zayıflamış bir pozisyondaki Boris Johnson muhtemelen milletvekillerinin çoğunluğunun işine geliyor. Muhafazakar Parti açısından ne yazık ki bundan en kazançlı çıkacak olanlar muhalefet. İşçi Partisi ve Liberal Demokratların tam olarak neyi savunduğunu bilen seçmen sayısı çok az; ancak her iki parti de Johnson’ın görevde kalması halinde bir sonraki genel seçimlerde muhafazakarların daha fazla sandalyesinin tehlikede olacağını düşünüyor. Bu makul bir beklenti. Hükümetin fikirleri tükenmiş ve yorgun düşmüş durumda. Muhafazakarların umutsuzluğu, Johnson’ın açıktan bölünmüş bir partiye başkanlık etmesiyle daha da artıyor. Pazartesi gecesi, meslektaşlarının 10’da dördünden fazlası Johnson’ın gitmesi gerektiğini söyledi. İsyancıların tek bir örgütlü hizipten ziyade partinin her kanadından çıkması, çürümenin ne kadar yayıldığının göstergesi. Muhafazakar milletvekillerinin, görevlerini korumalarına yardımcı olması halinde Johnson’ı tutacaklarına şüphe yok. Sorun şu ki kamuoyu yoklamaları Johnson’ın muhafazakar seçmenler arasında bile ne popüler ne de güvenilir olduğunu gösteriyor. İktidar partisi, skandala karışan muhafazakar milletvekillerinin istifa ettiği iki seçim bölgesinde yapılacak ara seçimde muhtemel bir yenilgiden korkmakta haklı. Muhafazakarların bu denli kızgın olduğu bir ortamda Johnson’ın yeni yasama yılı için önerdiği 38 yasa tasarısını parlamentodan nasıl geçireceğini kestirmek zor. Başbakan, hane halkı gelirlerinin enflasyon tarafından ezilmesine ve kamu hizmetlerinin pandemi sonrasında kırılma noktasına kadar gerilmesine karşı çözümleri olduğuna halkı ikna edemedi. Seçmenler, pandemi sırasında Başbakanlıkta düzenlenen partiler konusunda gerçeği söylemeyen bir başbakana inanmayacaktır.

Johnson’ın başbakanlığına güveni yeniden tesis etmek için bir görev değişikliğinden fazlası gerekecek. Sağa doğru bir yönelme, seçmenler tarafından kabine dışı milletvekilleri arasındaki hoşnutsuzluğu giderme manevrası olarak görülecektir. Vergi indirimleri ve özelleştirmelerden oluşan bir program, sağcı muhafazakar milletvekillerinin nabzını hızlandırmaktan daha fazlasını yapmalıdır. Başbakan yapısı gereği son derece ciddiyetsiz bir siyasetçi. Ulusal Sağlık Servisi (NHS) çökmek üzereyken Johnson sadece laf kalabalığı yapıyor. Sağlık sistemini “Netflix çağında” DVD film kiralama hizmetiyle karşılaştırmak bir basın açıklamasında kulağa maceracı gelebilir. Ancak NHS’nin çöküşünü önlemek için ayrıntılı planlar yerine palavra önermek muhtemelen seçimlerde ters etki yaratacaktır.

Muhafazakar milletvekilleri Johnson’ın yerine geçecek uygun birinin olmamasından endişe ediyor olabilir. Kabine ona ‘git’ diyecek cesaretten yoksun. Ancak başbakan yürüyen bir ölü. Hâlâ ayakta, çünkü kimse onun işini bitiren olmak istemiyor. Bu sadece kaçınılmaz olanı geciktiriyor. Muhafazakar ‘Conservative Home’ web Sitesinin Editörü Paul Goodman, Johnson’ın “kendi kaderinin efendisi olarak, seçim sandığında yenilmeden gitmesinin, gitmeye zorlanmaktan daha iyi olacağını” yazdı. Ne yazık ki bu sözler dikkate alınmayacaktır. Ülkenin sadece tribünlere oynayan değil, politika üretebilen yeni bir liderliğe ihtiyacı var. Johnson siyasette yalan söyleme konusunda rahat. Brexit’i gerçekleştirmek için İrlanda Denizi’nde bir gümrük sınırı üzerinde anlaşmaya varmasına rağmen, şimdi bunu yapmadığını iddia ediyor. Johnson başbakan olmaya asla uygun değildi. Önündeki zor seçimlerle yüzleşmeyi başaramadı. Britanya bunu yapabilecek biri tarafından yönetilmeli.

Ücretler için grev yapmak, savaşa karşı çıkmak

La Forge
Başyazı

Macron’un her şeyle ne kadar ilgilendiğini, beş yıldır yürüttüğü siyasetin yol açtığı ve giderek büyüyen sosyal ve politik çatlakları kapatmak istiyormuş gibi yaptığı gezileri ve toplantıları çoğalttığını gördüğümüzde, Borne hükümetinin (yeni Başbakan Elisabeth Borne) ilk adımlarından bahsedebilir miyiz? Devlet hastanelerindeki acil servisler peş peşe kapanırken (Bu durumdan 6 hastaneden biri etkileniyor); Macron, sanki devlet hastanesindeki durumun ciddiyeti kovid salgını sırasında ortaya çıkmamış gibi, “bir envanter” yapmak için yine bir “flaş görevi” duyurmak için Cherbourg’a gidiyor. Sanki o zamandan beri, onlarca personel eylemi olmamış gibi. Kullandığı yöntemlerde ‘yeni’ bir şey yok. Bu sadece ‘daha fazla esneklik’ ana motifiyle, ek araçlar ve yatırım olmaksızın sorunların ademi merkezileştirilmesidir. Hizmetler arasında, çalışanlar arasında rekabeti devreye sokmak, maaşları, işe alım yöntemlerini kişiselleştirmek için yerel yöneticilere daha fazla inisiyatif bırakılmıştır. Acil servislerin tıkanıklığını açmak için kullandığı “çözüm”; sadece “hayati” vakalara erişime izin vermekten ve sıralamaktan sorumlu (acil çağrı merkezi) 15’ten geçmeyi dayatmak. Bu, Macron’un öğretmen eksikliğini, yoksul mahallelerdeki okulların harabiyetini ve yeni Milli Eğitim Bakanı Pap Ndiaye’nin tersine çevirme imkanına sahip olmayacağı Blanquer (Eski Milli Eğitim Bakanı) tarafından yürütülen politikanın feci sonuçlarını telafi etmek için Marsilya’da açıklamaya gittiği aynı yöntemdir.

Geçtiğimiz günlerde Saint-Denis Stadyumundaki (Liverpool-Real Madrid) maçı sırasında futbol taraftarlarına dayatılan gaz ve polis şiddetine gelince, her işe karışan Başkan, İçişleri Bakanı Darmanin’in “açıklama” yapmasına izin verdi. Suçu sözde binlerce sahte giriş bileti sahip olanlara atarak bir kez daha kitlesel polis şiddetini ve tamamen baskıcı “kalabalık yönetim” vizyonunu haklı çıkarıyor. Darmanin, başkanın “tüm güvenini” korumaya devam ediyor. Kötü seçilmiş başkan önümüzde olan meclis seçimlerinin sonucuyla ilgili belirsizlikleri hesaba katması da gerekiyor. Milletvekillerinin salt çoğunluğuna sahip olup olmayacağından emin değilse bile, adaylarını seçtirmek için “Mélenchon dışında her şey” diyen sağ güçlere güvenebileceğini biliyor. Bu seçim silsilesinin ve buna bağlı belirsizliklerin sona ermesini beklerken, Ukrayna’da emperyalistler arası savaş, kötüleşen ve esasen işçiler ve halk kitleleri üzerinde baskı yaratan ekonomik durum var. Sürecek ve devam edecek yükselen fiyatlar bağlamında, ücret artışları için grevlerin ve seferberliklerin çoğaltılması yoluyla şirketlerde devam eden sınıf mücadelesi var. Gazetemizde bu grev ve girişimlerin tanıtımını yapmak ve dayanışmayı örgütlemek için örnekler veriyoruz. Emperyalistler arası savaş çıkmaza giriyor: bu savaş durmalı! Bu savaş, Ukrayna halkının sırtında emperyalist güçlerin koalisyonları arasında yeni bir dağıtım savaşı olarak giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bir yanda Ukrayna topraklarının bir kısmını kontrol etmek isteyen ve orada asker ve savaş malzemesi yığan Rus emperyalizmi. Öte yandan, NATO ve AB müttefiklerini Zelenskiy rejimine daha fazla askeri destek vermeye ve Rusya ile ekonomik bağları kesmeye çağıran ABD emperyalizmi. NATO üyesi Fransız emperyalizmi, Ukrayna’ya silah göndererek bu gerici savaşa katılıyor, böylece uzamasına yardımcı oluyor. Bunun durması gerekiyor. Bu savaşa karşı bir muhalefet var ve bunun işçi sınıfı ve halk çevrelerinde, gençler ve ilerici aydınlar arasında geliştirilmesi gerekiyor. Bu bağlamda CGT’nin ulusal konfederal komitesinin yakın zamanda aldığı pozisyon önemlidir: “CGT, savaşa karşı mücadelenin bir öncelik olduğunu hatırlatıyor. Sendikalarını dünyada barış ve silahsızlanma için üst düzey bir kampanya yürütmeye çağırıyor. Fransa’nın, savaşan taraflara silah teslimatının durdurulmasından başlayarak cinayetlere son vermek için mümkün olan her şeyi yapmasını talep ediyor”. 15 Haziran’da farklı şehirlerde silahlanma yarışını, savaş bütçelerini ve bundan kâr sağlayan askeri-sanayi tekellerini kınamak için girişimler olacaktır. Bu gazetenin ön sayfasında söylediğimiz gibi: Ücretler için grev hayati bir gerekliliktir. Ayrıca savaşın faturasını ödemeyi reddetmektir.

Çeviren: Diyar Çomak

Enflasyonla nasıl mücadele edilebilir?

Peter Nowak
TELEPOLİS

Başbakan Scholz emek ve sermayenin uyumlu eylemini tekrarlamak isterse, emekçiler 1969 eylül grevlerini örnek alabilirler. Enflasyon seviyesi - mayıs ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 7.9 daha yüksekti - bu durum politikacıları da endişelendiriyor. Politikacıların endişesinin nedeni daha fazla insanın gerçek yoksulluğu değil. Enflasyon sadece ücret artışlarını yemiyor. Durumdan daha fazla etkilenen insanlar, düşük ücretli sektör ve enflasyonun varlıklarını tehdit ettiği Hartz IV alıcıları. Birçok düşük gelirli insan için, para geçmişte de genellikle yeterli değildi. Ay sonunda borca girmeleri ya da daha fazla biriktirmeleri gerekiyordu. Enflasyon onlar için özel bir saldırı olarak ortaya çıkıyor.

Enerji maliyetlerindeki artış göz önüne alındığında, kış korkusu şimdiden yayılıyor. Portekiz ve Yunanistan’da politikacılar, kışın halk arasında huzursuzluk çıkmasından korkuyor. Bu, Fransa’daki sarı yelekli hareketini yeniden cesaretlendirebilir ve ardından protesto Almanya’ya da sıçrayabilir. Sol gruplar ve inisiyatifler buna hazırlanma görevi ile karşı karşıya. Son olarak, yakıt yoksulluğu düşük gelirli insanlar arasında bilinmeyen bir sorun değil. Konuyu sol gündemine alıp hazırlanmazsa sağın onu sahiplenmesi gibi büyük bir tehlike var. Başbakan Scholz da enflasyona tepki vermeye çalışıyor ve Bundestag tartışmasında 1970’lerin ekonomik bir aracı olan uyumlu eyleme atıfta bulundu. Uyumlu eylem terimi 1967’ye kadar uzanıyor. O zaman, savaş sonrası yükseliş, krizin açık belirtilerini gösterdi. İşsizlik yükseldi. Ancak, büyük ölçüde sosyal ortaklık (emek sermaye ortaklığı) tarafından çevrelenen işçi sınıfı da yeniden hareketlenmeye başladı. Madenciler Ruhr bölgesinde ölmekte olan kömür ocaklarının kapanmasına karşı seferber oldular. Ortak eylem, otonom iş çatışmalarını önlemeyi amaçlıyordu. Bunun yerine siyaset, iş dünyası ve sendikalar sosyal ortaklar olarak bir diyalog içinde anlaşmaya varmalıydılar. Somut olarak bu, kriz zamanlarında bile toplumsal barışın korunması, sınıf çatışmasına başvurulmaması gerektiği anlamına gelir. 1967’de çıkarılan “İstikrar ve Ekonomik Büyümeyi Teşvik Yasası” bu amaca hizmet etmeyi amaçlamıştı. Federal ve eyalet hükümetlerini “Ekonomik ve mali politika önlemlerinde genel ekonomik dengenin gereklerini gözetmeye” mecbur bırakmayı esas alıyordu. Kanuna göre tedbirler, “Piyasa ekonomisi çerçevesinde, eş zamanlı olarak fiyat düzeyinin istikrarına, yüksek düzeyde istihdam ve dış ticaret dengesine katkıda bulunacak şekilde alınmalıdır.”.

Bu yasa, CDU Başbakanı Ludwig Erhard tarafından yayılan liberal ekonomi politikasından bir sapmaydı. Fikir babası da SPD’li Karl Schiller’di. Ortak eylem çerçevesinde, ideal kapitalist olarak devletin kendisi bir aktör haline gelir. Ancak, o dönem uyumlu eylem daha çok bağlayıcı olmayan bir tartışma turu olarak kaldı. Schiller kısa süre sonra bakanlıktan istifa etti, birkaç yıllığına SPD’den ayrıldı ve hatta Ludwig Erhard ile birlikte CDU için kampanya yürüttü. 1980’lerde SPD’ye yeniden katıldı. Bu ayrıntılar birlik partileriyle SPD’nin çalışanları değil ekonominin çıkarlarını temsil ettiğini daha da netleştiriyor. Ortak eylemin başarısızlığının önemli bir nedeni, 1969 sonbaharında eylül grevleri olarak tarihe geçen kendi kendine örgütlenen iş çatışmalarıydı. DGB sendikaları, o dönemde yüksek enflasyonun tetiklediği, işçilerin mücadele etme istekliliğine şaşırdılar. Grevler, birçok çalışanın bir sonraki maaş turunu beklemediğini, ancak günlük işlerin çoğu daha pahalı hale geldiği için hemen bir ücret artışı istediğini gösterdi. Sadece üniversite ve lise öğrencileri tarafından değil, aynı zamanda genç işçiler ve çıraklar tarafından da desteklenen 1968 hareketinin toplumsal ayaklanması, fabrikalarda savaşma isteğine kesinlikle katkıda bulundu. Grevler başarısız olmadı. Başlangıçta DGB sendikaları olmadan kendi kendini örgütleyen bir eylem olarak başlatılmış olsalar da, sendika bürokrasisine başarılı bir şekilde baskı uygulandı ve bu baskı daha sonra daha yüksek ücret taleplerinde ısrar etti ve kazandı.

Çeviren: Semra Çelik

Evrensel / 12.06.2022