Türkiye Kime Kalacak? - Nilgün Cerrahoğlu

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 16 Haziran 2012
  • 04:38

Entelektüellerin plajlarda yaz boyu yanlarından ayırmayacakları “Türkiye Kime Kalacak?”; kısa, özlü, kolay okunabilir bir kitap. Ancak zaman zaman insanda soğuk suyun altına girip serinlemek ihtiyacı yaratıyor…

Osman Ulagay’ın “Türkiye Kime Kalacak?” kitabını büyük ilgiyle ama yer yer ateş basma duygusuyla okudum…

“Türkiye Kime Kalacak?” devamlı güç sorular üzerinde kafa yoruyor ve insanı mütemadiyen düşünmeye zorluyor. Muhalefet adına özellikle “Biz nerede yanlış yaptık?” sorusuna odaklanması, kitabın kanımca en değerli yönünü oluşturuyor.

Ulagay’ın her zamanki gibi mükemmel zamanlamayla çıkardığı 169 sayfalık eser ayrıca etraflı bir Erdoğan analizi yapıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın ruh hali üzerinde hedefi on ikiden vuran tespitlerde bulunuyor. Başbakan’ın en iyi -belki de tek!- bildiği dilin, “güç dili” olduğunu vurguluyor. Buna paralel olarak Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinden Ankara kriterlerine savruluşunun kısa öyküsünü sunuyor.

Muhalefetin affedilmez günahları…

Kitabın sayfaları boyunca her geçen gün despotlaşan Erdoğan Türkiye’si ile atbaşı giden şekilde muhalefetin beceriksizliği ve çapsızlığına odaklanıyor Osman Ulagay.

AKP’nin önlenemez yükselişi ve havalanışında; bu partinin bizatihi kendi dinamikleri olduğu kadar, muhalefetin silikliği ve çaresizliğini ön plana çıkarıyor.

Muhalefetin değişime kapalı olmasının, çözümü gelecek yerine yüzyıl öncesinde aramasının abesliğine değiniyor. Laik kesimin özeleştiri yapmamasının ve siyasi bilinç eksikliğinin, başarısızlığında etkili olduğunu söylüyor. Bunları uluslararası içerik ve konjonktür içinde okumaya çalışıyor.

Ulagay’ın “Türkiye Kime Kalacak?” kitabı, tüm bu zihin açıcı yönleriyle insanı düşünmeye itiyor. Kitabı okuduğunuz sürece yalnızca okumuyor, yazarıyla kendinizi sürekli münakaşa içinde hissediyorsunuz…

Osman’la benim böyle zihnimde tartıştığım birkaç konu başlığı var. Onları burada sırayla listelemeye çalışacağım… Sevgili Osman’la kitabın ilk sayfalarından itibaren kafamda tartışmaya başladığımı söyleyebilirim.

Daha 14. sayfada yazar; “AKP’nin kurulduğu dönemde benim Erdoğan’a bakışım bugünkünden farklıydı çünkü Erdoğan’ın tavrı, özellikle de düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki yaklaşımı bugünkünden çok farklıydı” diyor…

Bu satırları okurken el mahkûm “Acaba iki Erdoğan mı var?” oluyorsunuz…

Benim hatırladığım Erdoğan, daha Başbakan olur olmaz; genç bir gazeteci meslektaşımızı “Ağzın leş gibi içki kokuyor!” diye haşlamıştı. Üstüne üstlük AB turlarının başında zinayı suç yapmak istemiş, bunun için bir şimşek hızıyla teşebbüse geçmişti...

Perşembenin gelişini çarşambadan bağıra bağıra anonslayan bu örnekler, içki başta olmak üzere Başbakan’ın farklı yaşam tarzlarına, medyaya, kadın erkek eşitliğine bakışını/yaklaşımını ve zihin haritasını özetliyor; hoşgörü fukaralığını ilk günden haber veriyordu….

Ama aralarında Osman Ulagay’ın da bulunduğu bazı önde gelen aydınlar; “önyargılı olmamak” adına tehlike işareti veren bu sinyallere rağmen Erdoğan’a kredi açmayı yeğlediler.

Bu, “Oğlum /kızım /yavrum sakın ateşe elini sokma! Sonra canın yanar!” ihtarına rağmen; küçük bir çocuğun ateşi ancak onu tecrübeyle öğrenmesine benziyor. Ama ne yazık ki ateşe verilen burada çocuğun parmağı değil, Türkiye oluyor…

“Türkiye Kime Kalacak?” bundan böyle artık frenleri tutmayan RTE Türkiye’si ile olduğu kadar, yazarın kendisiyle yaptığı bir hesaplaşmayla ortaya çıkmış olan bir kitap. Bu nedenle okuyanlar da ister istemez kendi kişisel mülahazalarıyla böyle benim yaptığım gibi satırların içine çekiliyor.

Batı’nın sorumluluğu yok mu?

Osman Ulagay’ın “Türkiye Kime Kalacak?”ın sayfalarında döne döne işaret ettiği başka bir şey daha var.

O da; Türkiye’de olanı biteni sürekli Amerika’nın yönettiği/yönlendirdiği; “Batı/ ABD komplosu/ oyunu” şeklinde gören ve açıklayan, Türkiye’de muhalefetin sık içine düştüğü saplantılı bakış.

Bu bakışı Osman Ulagay aşırı basit, kolaycı ve kendini sorumluluktan ayıklayan soyutlayan yönleri ile yeriyor.

“Türkiye Kime Kalacak?” kitabının neredeyse temel eksenini oluşturan bu yaklaşım, gerçekte çift ucu keskin bir bıçak…

Çünkü her şeyi “Batı komplosu” ezberiyle izah etmek ve dolayısıyla (her sorumluluktan azade olmak!) sorumluluk almamak kadar; Batı’ya hiçbir sorumluluk atfetmemek de başlı başına bir problem.

Bana göre bunlar, birbirinden aşağı kalır problemler değil…

AKP’nin yükselişinde, pompalanışında, Türkiye’ye dört koldan,“İslamcı” değil Batılı Hıristiyan Demokrat partiler gibi zararsız “muhafazakâr” (namı diğer demokrat) yaftasıyla paketlenip sunulmasında Batı’nın –misal!- hiçbir rolü olmadı mı?

Adına “komplo” demeyelim de “reel politik” diyelim…

“Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında eşbaşkan Recep Tayyip Erdoğan’a yüklenen rol bir yandan; AB sürecinde Türkiye’nin tekerine ardı ardına sokulan çomaklar beri yandan…

Çıkan tabloda Batı’nın hiçbir sorumluluğu yok mu?

“Türkiye Kime Kalacak?”; bu sorumluluğu -muhalefeti gerekli özeleştiriye zorlamak adına- görmezden geliyor.

Buradan devam…

Cumhuriyet / 16.06.12