Suriye Alternatifleri (II) - Radwan Mortada

  • Arşiv
  • |
  • Çeviri
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 15 Haziran 2012
  • 16:06

13 Haziran 2012

 Suriye içerisindeki muhalefet liderleri, devrimin geleceği ve akan kanı durdurmak için BM aracılığında bir çözüm ihtiyacı konusunda sürgün grupları ile giderek artan bir anlaşmazlık içinde.

Suriyeli muhalefet kaynakları, ülkedeki faal en büyük üç silahlı isyancı oluşumun Rical Allah (Allah'ın Adamları), Halid İbn el-Velid Tuıgayı ve el-Faruk Tugayı olduğu konusunda hemfikirler.

Her birinin farklı yönelimleri ve bakışları var. Halid İbn el-Velid Tugayı, Müslüman Kardeşler'e bağlı ve onun tarafından destekleniyor. El-Faruk Tugayı'nın çoğu Selefi, Suudi Arabistan tarafından silahlandırılıyor ve finanse ediliyor. Her iki grup da onları yabancı gündemleri izlemekle suçlayan Rical Allah ve örneğin Ali İbn Ebu-Talib Tugayı gibi diğer fraksiyonlar ile anlaşmazlık içinde.

Rical Allah, genel sekreteri olan Ebu Abdurrahman'a göre Şam kırsalında, başkentin kendisinde ve er-Rastam, Halep ve Lazkiye içerisinde ve civarında faal olan bir hareket olan er-Redif es-Savri'nin siyasi öncülüğünü izliyor. Hareketin silah altına alınmış 6.200 adamının olduğunu söylüyor. Her üye adıyla ve sahip olduğu silahlarla kayıt altına alınmış. Fakat Birleşmiş Milletler himayesi altında siyasi kazanımlar karşılığında silah bırakmaya hazırlar.

Rical Allah Tugayı, karizmatik bir eski Suriye ordusu komutanı olan, ordunun er-Rastam'da sıkı önlemi sonrasında ordudan firar eden ve isyancı komutanı olan Emced el-Hamid tarafından yönetiliyordu. Aşırı İslamcıların ayaklanmadaki artan etkisini ve mezhepçi cinayetlere katıldıklarını dile getirdikten sonra görünüşe bakılırsa aşırı İslamcıların suikastına uğradı. Yerine bir başka ordu firarisi Huzeyfe el-Kasım geçti.

Muhalefet kaynakları, bu gruplaşma içerisinde – ve Omar el-Hattab, Ali İbn Talib ve Ebubekr es-Siddik tugayları dahil diğerlerinde de – aşırılıkçı Tekfiri isyancı grupların ortaya çıkışı ve davranışı konusunda telaş olduğunu söylüyor. Onları devrimi tehlikeye atmakla suçluyorlar ve çeşitli bölgelerde sahada denetim için bunlar ve diğer muhalefet fraksiyonları arasında artan sayıda çatışmalar olduğunu söylüyorlar.

Savaşçı gruplardan birinin, Rif Dimeşk (Şam kırsalı) Şehitleri Tugayı, komutanı silahlı isyanın mevcut durumundaki ümitsizliğini dile getiriyor. Kod adıyla İbn eş-Şam es-Sair, subaylar Mustafa eş-Şeyh, Riyad el-Esad ve Kasım Saadeddin gibi medyatik sözcülerin yarattığı yanlış algı ve beklentileri sorumlu tutuyor. Bu subayların kamuoyu önündeki yüksekten atmalarının sahadaki eylemler ile asla birbirini tutmadığını ve bunun da birçok insanın Özgür Suriye Ordusu'na (ÖSO) olan güvenini zedelediğini söylüyor.

Görüş ve amaçlarını paylaştığı er-Redif'in siyasi öncülüğünü izlediğini söyleyen İbn eş-Şam, Suriye halkının kanını esirgeyecek bir çözüme varmak üzere muhalif fraksiyonlar arasındaki bölünmelerin üzerinden gelinmesi gereğini vurguluyor. Katliamların eli kulağında olduğu uyarısında bulunuyor ve Suriye halkının dostlarına daha fazla ölümün önüne geçecek bazı girişimler başlatmalarını salık veriyor.

Suriye içerisinde faaliyet gösteren İbn eş-Şam'ın tutumu, bir kısmı ülke dışında üslenmiş birçok komutanın tutumuyla keskin bir zıtlık içerisinde. Örneğin Alaa eş-Şeyh kod adlı Suudi destekli isyancı komutanı, zaferin yakın olduğunu ve “inançla savaştıkları için cenneti silahın namlusundan gören” devrimciler arasında morallerin yüksek olduğunu söylüyor.

BM Sorumluluğu

Aksine er-Redif ve diğerlerinin “devrimcilerin elindeki silahlar dikkate alındığında rejimin zor ile yıkılmasının söz konusu olamayacağına” inandığını söylüyor hareketin genel sekreteri. “Annan planının koşulları içinde rejimi devirmeyi destekliyoruz” diye açıklıyor.

“'Bırakalım ülke 10-15 yıl harap olsun, ondan sonra kendine gelecektir.' diyenler var. Ama bizi kan gölünden ve anarşiden kurtaracak bir plan istediğimizi söylüyoruz.” diyor.

Aburrahman'ın aradığı plan en azından şimdilik mevcut değil. Ancak muhalefet gruplarının parçalanmışlığı göz önüne alındığında siyasi bir “yol haritasının” formüle edilmesinin zorunluluk olduğunu söylüyor. “Silah anarşisinin” muhalif savaşçılara desteğe zarar vereceği uyarısında bulunuyor ve bu nedenle önceliğin isyancı saflarını birleştirmek olması gerektiğini söylüyor.

“Bizler er-Redif'tekiler sahada denetim sahibi olan değişik fraksiyonları bir araya getirecek yeteneğe sahibiz” diye sözlerini açıyor. Annan planını izlemeleri için bir temel olarak, “şayet bu uluslar bu planın başarıya ulaşmasını istiyorlarsa” BM'nin kendi temsilcilerine biraraya gelmeleri ve ortak bir duruş formüle etmeleri için himaye sağlamasını öneriyor. Fakat er-Redif liderlerinin BM ile temasa geçme girişimlerine şimdiye kadar bir yanıt alamadığını söylüyor.

“Diyaloga önderlik edebiliriz. Kofi Annan'dan himaye istiyoruz, böylece bir araya gelebilir ve ne istediğimiz söyleyebiliriz” diye beyan ediyor.

Ebu Abdurrahman, Suriye Ulusal Konseyi'nin (SUK) “diyaloga hayır” tavrı ile aynı fikirde değil. “Bu bizi nereye götürecek?” diye düşüncesini belirtiyor. Ülke dışında yaşayan muhalif isimlerin çoğunun “Suriye halkını temsil etmediğini” sözlerine ekliyor.

Birçok muhalif lider ve ordudan firar eden subay, benzer şekilde “devrimin” geleceği konusunda SUK ile fikir ayrılığı yaşıyor. Silahlı isyanının ne rejimi devirememesi ne de sonuçlar kaydetmeksizin kendisini sonsuza kadar idame ettiremeyecek olması çelişkiler doğuruyor. Annan planının başarısız olduğu ilan edildiği takdirde rejimin kendini hiçbir şekilde frenlemeden yıkıcı bir bastırma harekatı başlatacağından korkuyorlar.

Bu gruplar daha fazla kan dökülmesini durdurmak için siyasi çözümler geliştirmek için çalışıyorlar. Aynı zamanda sahadaki isyancı denetiminin siyasi kazanımlara çevrilmediği müddetçe riskli olduğunun farkındalar. Fakat silahlı fraksiyonlar birleşik bir duruşta birleşirken BM'nin himaye sağlaması fikrini ileri sürmeleri de hiçbir işe yaramadı.

Böyle bir anlaşmaya ayak bağlarından biri, birçok muhalif lider ve ordu firarisi subay rejimin silah zoruyla devrilemeyeceğini kabullenirken, hain olarak damgalanacaklarından bunu açıkça söylemeye gönülsüz olmalarıdır.

Bu isimlerden biri “Bizi şehitlerin kanını satmakla suçlayacaklar” diyor. Bir diğeri sert cevap veriyor: “Şehitlerin kanın eğer halkımızı katliamlardan korursak ve onların mahvolmasına yol açmazsak korumuş oluruz.”

Önerdikleri çözümün siyasi bir çerçeve geliştirebilmek üzere devrime bir fırsat sağlayacağı düşünülüyor. Bunun eğer rejim devrilecek ya da siyasi kazanımlar elde edilecekse hayati olduğunu öne sürüyorlar.

Şimdiye kadar çoğu iki şeye ümit bağlandı: dış askeri müdahale yahut halkın ve silahlı fraksiyonların desteğine başvurabilecek bir subayın önderliğinde bir darbe. İlkini artık beklemiyor ve ikincisini gerçekleştirecek birinden, en azından öngörülebilir gelecekte, bir işaret görünmüyor.

Birçok muhalefet destekçisi bu yüzden seçeneğin şunlara daraldığını sonucuna varıyor: ya diyalog ya da Suriye'nin çöküşü.

Lübnan merkezli El-Ahbar gazetesinin İngilizce sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.