İşçi ücretlerinin ödemesi sonraya bırakılan kısmı olan kıdem tazminatı, yıllardır patronlar tarafından bir yük olarak değerlendiriliyor. Onun gasp edilmesi, her dönem temel bir gündem olarak öne çıkıyor. Esnek, kuralsız, güvencesiz, taşeron çalışma koşullarının yaygınlaşması, ücret ve sosyal hakların tırpanlanması ile kuru sefalet ücretine mahkum edilen işçiler için kıdem tazminatı, iş güvencesi anlamana da gelen “son kale” niteliğindedir.
Kıdem tazminatı ortaya çıktığı dönemlerde, ağır çalışma koşulları karşısında sermayenin, işçileri fabrikada tutmak için ücretlerinden yapılan kesintilerden oluşuyordu. Ardından gelişen işçi sınıfı mücadelesi ile bu tazminat işsizlik, emeklilik vb. durumlarda işçinin bir nebze de olsa güvencesi olarak iş görmüştü. Patronların keyfi işten atmalarına karşı kıdem tazminatı, hep engelleyici bir işlev taşıdı.
İşte patronlar bu yükten kurtulmak için uzun yıllardır her fırsatta kıdem tazminatına dönük yeni bir saldırı hazırlığında oldular. Sermaye partileri bu gündeme “ekonomi paketlerinde” yer verdiler. Özellikle AKP iktidarı, iş başına geldiği günden bugüne, sermayenin bu gasp isteğini neredeyse her yıl gündeme getirerek, zemin hazırlamaya çalıştı. Gelebilecek tepkiden duyulan korku, bugüne kadar somut adım atmayı engelledi. Fakat kıdem tazminatı krizle birlikte yeniden gündemleşti, damat Albayrak’ın açıkladığı Yeni Ekonomi Programı’nda öne çıkan bir başlık olarak...
Kıdem tazminatının gaspı hazırlıkları seçim gündemi nedeniyle arka plana itilse de AKP ve sermaye çevreleri arkada hummalı bir çalışma yürütmeyi ihmal etmediler. Tarafların tamamının mutabakatı ile hazırlanacak dedikleri kıdem tazminatı değişikliğinde AKP ile patron örgütleri, işçi ve emekçiler cephesinden hiçbir şey bilinmiyorken, sona yaklaştıklarını ifade ediyorlar.
“Son kale” kıdem tazminatının gaspı saldırısı belli ki yakın. AKP’nin arka bahçesi sendikalar, fon yoluyla kıdem tazminatının gaspına onay vereceklerini çok önceden açıklamışlardı. Diğer sendikalar ise “kırmızı çizgimizdir”, “genel grev sebebidir” gibi keskin açıklamalara rağmen, hâlâ söylemin ötesine gidebilmiş, bir mücadele programı açıklamış değiller. Gasp saldırısını engellemek, “keskin söylemlerle” değil, somut tepkinin örgütlenmesi çabasıyla gerçekçi olabilir. Saldırının meclise gelmesini beklemek, işçileri oyalamak ve sermaye iktidarının elini güçlendirmek anlamına gelmektedir. İşçi sınıfı cephesi, kıdem tazminatının gaspını bir an önce gündemine almalı, tepkisini ortaya koymalı, sendikaların atıl tablosu karşısında basınç uygulamalı ve genel grev de dahil dişe diş bir mücadeleye hazırlanmalıdır.
İşçi sınıfının bilinç ve örgütlülük olarak zayıflığı, saldırıları hayata geçirmesinde sermayenin elini güçlendiriyor. Sendikalara hakim bürokratik anlayışların varlığı ise tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Sermayenin demir yumruğu olmaya soyunmuş AKP iktidarının kirli-gerici manipülasyonu böylesi bir tabloda işçi sınıfını güçten düşüren bir işlev görüyor. Fakat ekonomik kriz ve sosyal yıkım saldırılarının ağırlığı giderek güçlenen mücadele dinamiklerini ortaya çıkartıyor. Gerici kuşatmayı kırıp çıkabilecek olanaklar bu zeminlerde mayalanıyor. Kıdem tazminatının gaspına dönük girişimler, işçi sınıfının parçalı ve dağınık tablosuna rağmen mücadeleyi güçlendirmenin, zayıflıkları aşmanın, mücadele dinamiklerini birleştirip kaynaştırmanın olanaklarını barındırıyor.
Görüldüğü üzere “herkesin tazminat hakkı güvencede olacak” yalanı yeteri kadar güçlü bir etki yaratmıyor ve işçilerin büyük bir çoğunluğu saldırıya tepki duyuyor. Fakat örgütsüz, dağınık ve olduğu kadarıyla sendikal bürokrasinin denetiminde bulunan örgütlülük bir güvence yaratmıyor. Aynı zamanda, az da olsa fon aldatmacasına inanan işçiler gerçeği ortada duruyor. Bu tablo kıdem tazminatı üzerinde yürütülen tartışmaları her yolla işçi ve emekçilere anlatabilme imkanını yaratmayı bir ihtiyaç haline getiriyor. Gerçekleri, saldırının ciddiyetini, sermayenin amaçlarını ve tabi ki saldırıyı durdurmak için yapılması gerekenleri döne döne işlemek, somut adım atılmasını örgütlemeye çalışmak temel bir ihtiyaçtır. Kafa karışıklıklarını gidermek için sürekli bir aydınlatma ve bilinçlendirme faaliyeti ile birlikte, imkanları olan her yerde somut tepkinin örgütlenmesi çabası gereklidir.
Sermaye düzeni ekonomik ve sosyal bir dizi saldırıyı bütünlüklü ele alıyor. Çalışma ve yaşam koşullarında sürekli geriye gidiş, sömürünün derinleşmesi bu bütünlüklü saldırılar üzerinden gerçekleşiyor. Esnek, kuralsız, güvencesiz ve taşeron çalışma uygulamaları, hak gaspları vb. ile süren saldırıların bir halkası olan kıdem tazminatının gaspı girişimi, bu bütünlüğü üzerinden ele alınarak girişilebilecek bir mücadele ile püskürtülebilir. Kıdem tazminatı üzerinde her türlü tartışmayı reddetme bakışı genel bir bakış haline getirilmeden, sermayenin yasa ve kural tanımaz pervasızlığı anlatılamadan, “herkesin tazminatı güvencede olacak” söylemi yeteri kadar güçlü bertaraf edilemez.
Evet, bugün birçok işçi kıdem tazminatı alamıyor. Bu tam da bugün “herkes kıdem tazminatı alacak” söylemiyle propaganda yapan AKP ve sermayenin el ele giriştikleri saldırıların doğrudan sonucudur. Esnek, kuralsız, taşeron çalışma uygulamalarının yayınlaşması keyfi hak gasplarının önünü sınırsızca açıyor. Kayıt dışı çalışmada artış kıdem tazminatının gaspını kolaylaştırıyor. Fabrikalarda patronlar, tam bir keyfiyetle mevcut iş yasasını dahi çiğniyorlar. Şu sıralar fon uygulamasına karşı çıkan kimi sermayedarın “nasıl olsa ödemiyoruz, fon dahi gereksiz” bakışı ile hareket ettikleri de ortada. Mevcut durumda İş Kanunu’nu dahi keyfi olarak yok sayan patronlar ve bunlara olanak sağlayan AKP gerçeğinin, tazminat hakkının güvenceye alınacağı konusundaki “samimiyeti” güncel bir teşhir konusu olabilmelidir.
Kıdem tazminatı hakkının kullanımındaki mevcut yetersizlikler biliniyor. Ama bu yetersizliği işçi sınıfı lehine değiştirmek sermayenin ve AKP’nin yasaları ile değil, mücadele ile olabilir. Kıdem tazminatını ikide bir tartışmaya açanlara karşı işçiler, kendi taleplerini ileri sürebilmelidir. Çünkü ya sermaye lehine ya da işçi lehine bir ilerleme kaydedilebilir. Bu, mevcut kriz koşullarında özellikle böyledir. İki sınıfın en ufak sorundan en büyüğüne kadar hiçbir ortak çıkarı yoktur. AKP’nin ve yandaş medyasının kara propaganda icabı her fırsatta tekrarladığı “tarafların mutabakatı sağlanacak” söyleminin gerçeklikle hiçbir ilgisi bulunmuyor. İşçi ve emekçiler mücadele edip kazanmadıkça, kıdem tazminatında yaşanabilecek her gelişme, hak gaspını içerecektir. Halihazırda, hazırlandığı ifade edilen yasanın içeriği bunu açıkça gösteriyor. Sınıfa karşı sınıf çizgisi en ufak hak gaspı karşısında mücadelede de önemli bir kriter olabilmeli.
Bu çerçevede, sermaye cephesiyle tartışma yapmak yerine, kıdem tazminatında tavan uygulaması ve bir yıl şartının kaldırılması, tazminat ödemeyen patronlara karşı yaptırımların arttırılması talepleri öne çıkartılmalıdır.
Sendikal bürokrasi bundan önce birçok saldırı yasasında olduğu gibi mücadelenin önünde bir engel olarak duruyor. Bürokratlar tabandan yeteri kadar güçlü bir basınç görmediklerinde adım atma yerine, boş mücadele sözleriyle süreci geçiştirmeye çalışıyorlar. Kıdem tazminatının gaspı karşısında mücadeleyi örgütlemek ihtiyacı, sendikal bürokrasiyle mücadele ile de birleşebilmelidir. Boş söylemlerle günü geçiştirmeye çalışan sendika ağalarına karşı tepki örgütlenmeli, yakalarından tutup adım atmaları sağlanmalıdır.
Saldırıyı engellemenin yolu elbette işçi sınıfının tabandan birliği ve mücadelesinin güçlenmesinden geçiyor. Bugün bunun bir dizi olanağı var. Fakat bin bir türlü yolla baskı altında tutulan işçi ve emekçiler hareketsiz kılınmaya çalışılıyor. Bu olanakları açığa çıkartmak, birleştirip, kaynaştırmak, mücadeleyi güçlendirecek kanallar yaratmak ilerici, öncü işçilerin omuzlarında duran bir görevdir. Sermayenin saldırılarına, sendikal bürokrasinin engelleyici tutumlarına ancak böyle karşı konulabilir. Ve kıdem tazminatının gaspı da bu yolla engellenip yeni kazanımların önü açılabilir.