Kıdem tazminatı, işçi sınıfının elinde kalan kayda değer son kazanımdır. Kapitalistler bu “yük”ten kurtulmaya can atıyor. AKP-MHP rejimi onları bu “yük”ten kurtarmak için formül arıyor. Bu arayış yeni değil elbet. Ancak son dönemde hep gündemde tutuluyor. Çünkü saray rejimi bu hakkı gasp etmek için sabırsızlanıyor.
AKP-MHP rejimi kararını vermiş
Din istismarcısı-ırkçı saray rejimi, sermayenin bu hayalini gerçekleştirmek için her yola başvurabilecek tıynettedir. Bu gözü dönmüşlük iki sebepten dolayı tehlikelidir: İlki, bu iktidarın sermayenin ‘demir yumruğu’ olmasıdır. İkincisi, saray rejiminde köşe başlarını tutanların kendilerinin de sömürücü asalaklar sınıfına katılmış olmalarıdır.
Saray rejimi sorunu gündemde tutmakla yetinmiyor, saldırıya geçmek için formül arıyor. İşçi sınıfının bu konudaki duyarlılığını bildiği için dikkatli hareket ediyor. Zira işçi sınıfının direnişe geçmesi, AKP-MHP rejiminin kabusu olacak. Bundan dolayı hem saldırmak istiyor, hem de direnişi önleyecek ya da kontrol altında tutacak bir yol/yöntem arıyorlar. Rejim bu yöndeki adımlarını sıklaştırdı ve geçtiğimiz hafta art arda iki toplantı yaptı. Toplantılardan ikincisine AKP şefi T. Erdoğan da katılırken, her iki toplantıya da, AKP’li bakanlar, kapitalistlerin temsilcileri, Türk-İş ile Hak-İş’in şefleri katıldı.
‘Üçlü çete’ işbaşında
Toplantıya katılan ‘üçlü çete’ (AKP-MHP rejimi-kapitalistler-sendika ağaları (Türk-İş-Hak-İş şefleri) saldırı için formül aradılar. Konu zor olduğu için ilk toplantıda anlaşmaya varamadılar. Görünen o ki, Türk-İş şefleri saraydan gelen emirle tabandan yükselen mücadele kararlılığı arasında sıkıştı. Zira saray rejiminin sefil birer aparatı durumuna düşmüş olan bu ağa takımının, tabandan yükselecek tepkiyi kontrol altına alabilmesi kolay değil. Yine de sınıfı farklı şekillerde bölecek, mücadele dinamiklerini paralize edecek bir formül bulmak için çalışmalara devam edecekler.
Kendisine biat etmeyenlerden nefret eden AKP şefi, DİSK yöneticilerini toplantıya çağırmadı. Belli ki, pasif de olsa ‘çatlak’ bir ses duymak istemiyor. Tabi siyasi meşrebi de DİSK gibi adında ‘devrimci’ kavramı geçen bir sendikanın yönetimini muhatap almasına izin vermiyor. Sınıfın son kazanımını ortadan kaldırmak için formül aranan bir toplantıya DİSK yönetiminin çağrılmaması, ‘onur verici’ bir gelişme sayılabilirdi. Ancak durum pek öyle olmadı.
“Ayrımcılık yapmayın” diyen DİSK saraya yakarıyor
DİSK yönetimi, böyle bir kepazeliğe ortak olmadığı için onore olacağına, ‘ayrımcılığa uğramaktan incindik’ havalarına girdi. Sarayın AKP’li Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’a mektup gönderen DİSK yönetimi, “uzlaşmacı/çağdaş sendikacılık” anlayışının dibe vurduğunu gözler önüne serdi.
15-16 Haziran direnişinin 50. yıldönümüne denk gelen günlerde DİSK Yönetim Kurulu adına Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu ile Genel Sekreter Adnan Serdaroğlu imzasıyla gönderilen mektupta yer alan bazı ifadeler, halen saray rejiminden medet umulduğunu kanıtlar niteliktedir.
“Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu olarak çalışma hayatına ilişkin konuların hükümet-işçi-işveren üçlüsü arasında sosyal diyaloğun evrensel ilkelerine uygun olarak ele alınmasına büyük önem veriyoruz… İşçi sendikaları konfederasyonları arasında ayrımcı ve tarafgir bir tutum izlenmesini kabul edilemez buluyoruz… Bizler işçilerin temsilcileri olarak siz de Bakan olarak çalışanların bu salgın günlerinde karşı karşıya olduğu devasa iş ve gelir sorunlarını ele almalı ve çalışanları ferahlatacak çözümler bulmalıyız.”
Saray rejiminin bakanına yakaran bu sözleri eden DİSK şefleri, utanıp-sıkılmadan 15-16 Haziran direnişinin yıldönümünde nutuklar attılar. Direnişin önemine vurgular yaptılar. Kendilerine buradan pay biçmeye çalıştılar. Oysa 15-16 Haziran direnişini gerçekleştiren işçi sınıfının tutumu ile bu bürokratların tutumu kıyaslandığında arada tam bir uçurum var. 1970’te işçiler “DİSK’in çanına ot tıkayacağız” diyenlere haddini bildirdiler. Öyle ki, korkuya kapılan bazı kapitalistler soluğu Avrupa’da almıştı. Oysa şefler, her icraatıyla işçi sınıfına düşman olduğunu ispatlayan saraya yakarıyor.
Haklar ‘dilene dilene’ değil ‘direne direne’ kazanılır/korunur
Arada bir iddialı laflar eden DİSK şefleri, 15-16 Haziran direnişinin 50. yıldönümünde saray rejiminin bakanından kendileriyle diyalog kurması için rica-minnet mektup yazıyorlar. Söz konusu bakandan “çalışanları ferahlatacak çözümler üretmesini” bekliyorlar. İyi de bu çokbilmiş şefler, iktidarın işçileri değil kapitalistleri ferahlatmakla mükellef olduğunu bilmiyorlar mı? Misyonu bu olan bir rejimden neye göre çalışanları ferahlatmasını bekliyorlar?
Kıdem tazminatını gasp etmek için formül aranan bir toplantıya çağrılmadıkları için inciniyorlar. Oysa bu şefler, DİSK’in kuruluşu dahil, işçi sınıfının haklarını ‘dilene dilene’ değil, ‘direne direne’ kazandığını bilirler. En azından kulaklarına böyle şeyler çalınmıştır. Hal böyleyken saray bakanlarından ferahlık beklemek de neyin nesi?
Kabul etmek gerekiyor ki, 15-16 Haziran’ın direniş ruhunu kuşanmak, sendikaların yönetimini “bürokratik mevki” sayanların işi değil. Sınıflar mücadelesinin tarihi, böylelerinin mücadeleye önderlik etmek bir yana, direniş ruhunu pasifize etmek ya da öldürmek için çabaladığına tanıklık eder.
Sorumluluk işçi sınıfının omuzlarında
AKP-MHP rejimi, her halükarda kıdem tazminatını gasp etmek için saldırıya geçecektir. Kapitalistler dört gözle bunu bekliyor. Hak-İş bu saldırıya fiilen destek verecek. Türk-İş şefleri sızlanacak, ancak son aşamada saraya boyun eğecekler. DİSK şefleri bazı nutuklar atacak, iddialı ama içi boş laflar edecek, saraydan ferahlık dilenecek ancak bu saldırıyı püskürtmek için gerekli olan sınıf çatışmasından kaçacaklar.
Bu koşullarda sınıf devrimcileri başta olmak üzere tüm ilerici-devrimci güçlerin saldırıya karşı işçi sınıfıyla birlikte hazırlık yapmaları gerekiyor. İlerici-öncü işçilere ise büyük bir görev düşüyor. Zira sınıfın bu saldırıya karşı direnecek kapasitesi var. Nitekim işçiler saldırıyı genel grev gerekçesi kabul ettiklerini dile getiriyorlar. Önemli olan bu potansiyeli açığa çıkaracak, sınıfa karşı sınıf eksenli bir mücadele örgütlemektir. Mücadelenin üçlü çeteye (AKP-MHP rejimi-kapitalistler-sendika ağaları) karşı olacağı/olmak durumunda olduğu göz ardı edilmemeli. Bilinçlenme-örgütlenme-eylem bütünlüğü yakalandığında saldırıyı püskürtmek zor olmayacaktır.