Aralık ayı başında Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun toplantılara başlaması ile birlikte, krizin ağırlığı altında eriyen ücretler toplum genelinde önemli bir tartışma başlığı haline geldi. Tescilli bir patron partisi olan AKP ve güdümündeki medya, eğilip bükülen rakamlarla, algıları en geri noktada belirlemeye çalışıyor. Burjuva medyaya yansıdığı kadarı ile patronları temsilen masada oturan TİSK’in, “2020’de seçim yok” argümanına ve işsizlik tehditlerine yer vermesi, yıl sonunda açıklanacak olan asgari ücretin sefaletine ışık tutacak işaretler veriyor. Hem Türk-İş bürokrasisinin hem de sermaye cephesinin ağzından dökülen rakamlar da böyle olacağının ilanı niteliğinde.
AKP’nin bakanları çıkıp “en yüksek asgari ücrete sahibiz” şeklinde gerçek dışı açıklamalar yapsalar da özellikle son 20 yılda ücretlerde büyük oranda erime yaşandı. Bu gerçek, TÜİK istatistiklerinde dahi gözlemlenebiliyor. Keza milyonlarca işçi-emekçi, alım gücündeki düşüş ile zaten buna bizzat şahit oluyor. Toplu sözleşme kapsamındaki binlerce emekçinin net ücretlerinin asgari ücrete tekabül etmesi de bütün emekçilerin taban ücret olan asgari ücret sefaleti ile boğuştuğunu gösteriyor.
Düzen temsilcileri bugün “istihdam” yalanını ileri sürerek, asgari ücreti, patronların yükselen kârlarına engel olmayacak bir düzeye çekmeye çalışıyorlar. Hayat pahalılığı, art arda gelen yüksek zamlar, yeni vergiler konulması ve mevcut vergilere yapılan zamlar, emekçilerin asgari ücretin daha yüksek olmasına dair istemini güçlendiriyor. AKP iktidarı ise “ya işsizlik ya da düşük ücret” diyerek, milyonlarca emekçinin istemlerine ket vurmayı hedefliyor. TİSK de bu çabaya, devlet katkısının %100 artırılması şartı ile yıl sonu enflasyon tahmini olan %12’ye razı olabileceklerini ileri sürerek katılıyor. Yoksa üstü kapalı bir biçimde “işsizlikle” tehdit ediyor.
Masada işçiler adına oturan, geçtiğimiz yaz açık mikrofon olayı ile ihaneti canlı yayınlanan Türk-İş bürokratı ise en baştan 2.578 lira diye bir rakam telaffuz ederek, çizgiyi insanca yaşamaya yeten bir asgari ücret talebinin çok uzağına çekmeye çalıştı. Sendika ağaları, böylelikle, her ne kadar “kabul etmeyiz” diyerek tabandan gelen basıncı eritmeyi ihmal etmeseler de emekçileri kölelik ücretlerine mahkum etmekte komisyonun diğer bileşenleriyle uyumlu bir çizgide olduklarını göstermiş oluyorlar.
Son yıllarda yılın belli aylarında uygulanan fakat 2019 yılında çıkartılan yeni bir yasaya dayanılarak verilen ücret ve asgari ücret teşviki ile patronların “yükü” büyük oranda hafifletilmektedir. 2008 yılından itibaren devlet tarafından aktarılan teşviklerle patronlar, asgari ücret maliyet artışından önemli ölçüde korunuyorlar. Net asgari ücret ile asgari ücretin patronlara maliyeti arasındaki fark giderek azalıyor. Diğer bir ifadeyle asgari ücretin bir bölümü patronlar yerine kamu kaynaklarından, yani vergilerden ve işçilerin maaşlarından kesilen işsizlik ve SGK fonlarından finanse ediliyor. 2007’de asgari ücretin patrona maliyeti net asgari ücretin yüzde 70’i kadar daha fazlaydı. Yani, net asgari ücret 100 ise patrona maliyeti 170 idi. 2008 yılından itibaren brüt maliyet düşmeye başladı. 2018 itibarıyla asgari ücretin patrona maliyeti net asgari ücretin yüzde 49’una kadar düştü.
Bu tablo da gösteriyor ki ekonomik kriz içerisinde debelenen kapitalist düzen, emekçilerin sadece yaşamlarını idame ettirmesi ve üretimin sürekliliği için gerekli olan asgari ücreti bile emekçilere çok görmektedir. Ücretleri emeğimizin karşılığı olarak sunan kapitalistler, kurdukları ortaoyunu ile milyonlarca emekçiyi bu yalana inandırmaya çalışmaktadırlar. Ancak toplumun büyük bir kısmı bilmektedir ki bu bir aldatmacadır. Kapitalist düzende insanca yaşamaya yetecek bir asgari ücret, ortaoyunları ile değil, mücadelenin düzeyi ile belirlenmektedir.