Salgın sürecinde sınıfsal eşitsizlik ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı derinleşti. Ciddi oranlarda gelir kaybı yaşandı. İşsizler ordusu kalabalıklaştı. Pandemi koşulları cinsiyet temelli ayrımcılığı körükledi. Salgında erkeklere göre işini kaybeden kadın oranı daha yüksek. Bu süreçte kadınlar erkek işçilere nazaran daha fazla ücretsiz izin kullanmak durumunda kaldı. Koronavirüs bulaşan hastaların bakımı, online eğitim, kadın üzerinde ev ve bakım işleri yükünü, bu yönlü baskı ve şiddeti artırdı ve çeşitli rahatsızlıkları beraberinde getirdi. Bununla birlikte, ücretsiz izin ya da kısa çalışma programına dahil edilen hamile kadın işçiler, son bir yılda 90 gün prim şartını yerine getiremediği için analık ödeneği alamadı. Bu süreçte çalışma alanlarında mobingin artışı da su götürmez bir gerçek.
Çalışanlar başta virüse yakalanma ve hastalığı aile üyelerine bulaştırma korkusunu ve bu süreçleri yaşadılar. Yanısıra her an işten atılma, ücretsiz izne çıkarılma tehdidi altındalar. Bu onları çalışma ortamında her türlü eziyet ve keyfiyete katlanmak durumunda bırakmaktadır. Ayrıca bu baskı ortamı stres ve depresyona, bunlarla bağlantılı rahatsızlıklara yol açmaktadır. Pandemi bu anlamda, çalışma alanlarında mobbingi tetiklerken, varolanı daha da ağırlaştırmış ve mobbing hanesine yeni türler eklemiştir.
İlk elden belirtmek gerekir ki, hayatta kalmak için gerekli üretim araçlarının bir azınlığın özel mülkiyetinde olduğu kapitalist toplumda, bu araçlardan mahrum bırakılan kesimler, sermaye sınıfının sömürü, istismar, baskı ve zorbalığına daha baştan açık haldedirler. Tüm zenginliğin elinde toplandığı kapitalist sınıf, toplumun diğer kesimlerini kendi boyunduruğu altında çalıştırmakta, kendi çıkarları temelinde bir çalışma ve yaşam dayatmaktadır. İnsani ihtiyaçların değil karın esas alındığı bir sistemde toplumsal yaşamın tüm alanları da kar ölçütüyle şekillenmektedir. Toplumun sağlığının değil sermayenin çıkarlarının korunduğu, bin bir fırsatçılıkla işlerin yürütüldüğü pandemi süreci, bu gerçekliğin bir özetini sunmaktadır.
Sermaye sınıfı işçileri hakların budandığı bir çalışma yaşamına mahkum etmekte, hayat pahalılığında en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma getirmektedir. İşçiler yoğun ve esnek çalışmaya, düşük ücret politikalarına maruz kalmaktadır. Kapitalistlerin daha fazla kar için başvurduğu bu yöntemlere, sınıfın kazanılmış haklarının gasp edilmesi ya da kullandırılmaması, işçilerin hak arama, bilinçlenme ve örgütlenme yollarının sürekli engellenmesi eşlik etmektedir. Sistematik bir psikolojik şiddet olarak mobbing bu zemin üzerinden hayat bulmaktadır. Sermaye sınıfı bir bütün olarak işçi sınıfına, sistemli ideolojik, ekonomik, politik, sosyo-kültürel şiddet uygulamaktadır. Egemenliğini korumak, işçi ve emekçileri baskı altında tutmak, sindirmek için en büyük şiddet aracı ise devlet gücüdür. Son dönemde direnişlerde sıklıkla görüldüğü üzere devlet gücünü işçiler üzerinde sınamaktadır.
Çalışma alanlarında da güç ve yetkiyi ellerinde bulunduranlar, üst kademeden başlayarak hiyerarşik sıralamayla patron ve vekilleri, müdürler, şefler, amirler, ustalar vb. mobbing uygulayan başlıca kişiler olmakta ve mobbingi çalışma yaşamının olağan bir aracı olarak kullanmaktadırlar. Başta daha fazla üretim için, üretim masraflarını kısmak amacıyla işçileri istifaya zorlamak için mobbinge başvurmaktadırlar. Ya da bulunulan konumdan yükselmeyi diğer işçilere uygulanacak zorbalık şartına bağlamakta, sorumluluk almak isteyenlerde işçiye bağırıp çağırabilme, işçi üzerinde denetim kurma özelliği aramaktadırlar. Bunun için genelde şiddetin üstü örtülmekte, mobbing uygulama noktasında işçiler yüreklendirilmektedir.
Aynı konumda çalışanların birbirlerine mobbing uygulaması da sözkonusu olabilmektedir. Örneğin, erkek işçilerin kadın işçilere yönelik aşağılayıcı yaklaşım ve tutumları sık yaşanan bir olgudur. Yanısıra kadın işçilerin de kendi aralarında mobbing uygulamalarına rastlanmaktadır. Kıdemli bir kadın işe yeni başlayan kadın işçiyi dışlama, aşağılama, aşırı yük altında bırakma yönlü yaklaşımlar geliştirebilmektedir.
Bunlar, kapitalist sınıfın egemenliğini pekiştirmek için devreye soktuğu ideolojik saldırılarla işçi sınıfının sınıfsal bilincini zayıflatmasından, ortak çıkarları etrafında birleşmesi ve dayanışmasının önüne geçmesinden ileri gelmektedir. Nitekim, sınıf çıkarları doğrultusunda yanyana gelemeyen işçi sınıfı, kendi emek ürünlerine, üretici etkinliğine, bizzat kendisine ve ait olduğu sınıfa yabancılaşmış, çeşitli alt kimliklere bölünmüş ve birbirleriyle rekabet halinde demektir. Tarihsel misyonuna, görev ve sorumluluklarına yabancılaşan işçi sınıfı, milliyetçilikten dinsel gericiliğe, kadın cinsinin aşağılanmasını içeren ataerkil düşünce yapısından yozlaşmış ahlak ve kültüre, bireycilik ve bencilliğe kadar sermayenin gerici ideoloji, davranış ve yaklaşımlarının üretilmesinde, uygulanmasında, savunulmasında özne olabilmektedir. Burjuvazinin işçi sınıfını parçalayarak güvenceye aldığı sınıf egemenliğinde, dini inanç, etnik köken, cinsiyet, yaş, siyasi görüş, dil vb. her türlü ayrım işçiler arasında mobbing nedenleri olabilmektedir.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadın işçiler daha fazla mobbinge maruz kalmaktadır. Ev içi emek, çocuk-yaşlı-hasta-engelli bakımı kadınların çalışma yaşamına girmesine engel olmaktadır. Bu işler nedeniyle çalışma yaşamları kesintiye uğramaktadır. Ev ve iş yaşamını birlikte yürütme zorunluluğu onu kayıtdışı, esnek işlerin kapısını çalmaya zorlamaktadır. Bu nedenle çeşitli sosyal haklardan, yaşlılığında emeklilikten mahrum kalmaktadır. Çifte mesaiyle aşırı yıpranmak da cabası. Aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerle eşit ücret almamaları da kadın işçilere yönelik yaygın bir ayrımcılıktır. Çalışma yaşamında kadınlar erkeğe yardımcı, eve ek ücret götüren geçici bir eleman olarak görülmekte, erkeklerin iş bulmasına engel sayılmakta, işsizliğin kaynağı olarak dahi gösterilmektedir. Erkek işçiler tarafından dizini kırıp evinde oturması salık verilmektedir.
Halihazırda cinsiyetçi işbölümü nedeniyle kadınların istihdam alanları oldukça sınırlıdır. İş başvurularında kadın işçilere evli olup olmadığı, bekarsa ne zaman evleneceği, evliyse ne zaman çocuk doğuracağı soruları yöneltilmektedir. Sermaye açısından düşük ücret noktasında avantajlı görülen kadın işçilerin evlilik durumunda tazminatı, çocuğu olması durumunda analık hakları maliyet hesaplarına girmekte ve ödenmek istenmemektedir. Novamed’deki gibi kimi işyerlerinde kadınlar hamilelik sıralarına koyulmaktadır. Kreş hakkı olabildiğince sınırlandırılmakta (sadece 150’yi aşkın kadın işçinin çalıştığı işyerlerinde), bu hakkın doğduğu koşullarda kreşler yine açılmamaktadır. Bunun yerine oldukça cüzi miktarlardaki para cezalarını ödemek daha karlı bulunmaktadır.
Kadın işçilerin işyerlerinde karşılaştığı ve oldukça yaygın başka bir şiddet türü de cinsel tacizdir. Cinsel taciz korkusu kadınların çalışma yaşamına girmesinde baştan bir engel teşkil etmektedir. Çalışma ortamında ise bu sorun kadın işçileri bezdirmekte, tüm sosyal yaşamını etkilemektedir. Taciz başlığı altında cinsel şaka, küfür ve teklifler, cinsel içerikli görseller ve sözlü saldırıları sayabiliriz.
Hatırlanırsa, Yazaki’de bir formen pek çok kadın işçiye sözlü ve fiziksel tacizde bulunmuş, bu durum yönetime bildirilmesine rağmen bir yaptırım uygulanmamıştı. Aksine tacize uğrayanlar susturulmuş, bir kısmı işten çıkarılmış, bir kısmı da işten çıkmak durumunda bırakılmıştı. Korunup kollanan ve cesaretlendirilen formen daha sonra bir kadına tecavüz girişimine yeltenmişti. Sonrasında kadın işçilerin tepkileriyle tacizci formen işten atılabildi.
Kastaş’ta da benzer şekilde formen tacizlerinin yaşandığı, direnişe çıkan kadın işçiler tarafından açıklanmıştı. Formenin kadınların yanağından makas alması, “Sizi mesaiye bırakıyorum, ne ara hamile kalıyorsunuz” sözleri, yönetimin göz yumduğu ve çalışma alanında konumun kullanılarak uygulandığı taciz örnekleriydi.
Serapol fabrikasında kadınların hamileliklerinin ileri evreleri boyunca çalıştırıldıkları, kilolarının misli ağırlığında kasaları taşımak zorunda bırakıldıkları ve kimilerinin bu yüzden düşük yaptıkları, çıktıkları direnişte paylaşılmıştı.
Yakın zamanda sergiledikleri direnişle ücretli izin hakkını alan ve başı dik bir şekilde fabrikaya giren Sinbo işçilerinden direnişçi kadın işçiler, sorunların başında fabrikada cinsiyet temelli yaşadıkları mobbing çeşitlerini, özellikle kendilerine yönelik hakaretleri dillendirmişlerdi.
Hala direnişte olan Migros deposundaki kadın işçilerin açıklamaları da cinsel taciz ve tehdit örneklerini ortaya koyuyor. Burada da amirlerin, gece vardiyasında rahatsızlanıp hastaneye gitmek için işyerinden çıkan kadın işçilere ahlaksızlık yaptıklarına dair imalarda bulunması, işçilerin önüne prezervatif atarak bunu kimlerin çaldığını sorması, izin isteyen kadın işçiye “Senin ilacın bende, odama gel, ben seni 17.00’de çıkarırım” bayağılığına kadar varabilen gibi pek çok taciz durumu yaşanmıştı.
Pek çok fabrikadan gözlemlenen bir başka gerçek ise, tek maaşla ev geçindiren ve işini kaybetme korkusunu daha yoğun yaşayan boşanmış kadınlara yönelik cinsel tacizlerin hat safhada olduğudur.
İşini kaybetme, cinsel tacizi uygulayanların çoğunlukla üst konumlarda bulunması, “damgalanma” ve evlilik yaşamının zedelenmesi, yaşadıkları karşısında dayanışma ve destek bulamaması kadınları tacizi dillendirmekten dahi alıkoymaktadır.
Olağan süreçlerde de yaşanan fakat kriz ve pandemi koşullarında daha da tırmanan sorunlar, özelinde kadın işçilerin yaşadığı şiddet, toplamda işçi sınıfı içerisindeki bilinçsizlikten, sessizlikten, ortak bir dayanışma sergileyememekten güç almaktadır.
Şiddetin tüm türlerine karşı mücadele için farkındalığın oluşturulması ve bilinçlendirme faaliyetlerinin önemi açıktır. Temelde ise örgütlü mücadelenin geliştirilmesi, sınıfsal temellerde birliğin sağlanması doğrultusunda alınacak mesafe, bu sorunların da çözümünün yolunu açacaktır.