Sadece sigortalı çalışanları kapsayan resmi rakamlara göre Türkiye’de 14 milyonu aşkın çalışan bulunmaktadır. Toplam nüfusun yüzde 50,1’ini oluşturan erkeklerin istihdama katılım oranı yüzde 63’ken, nüfusun yüzde 49,9’unu oluşturan kadınlarda bu oran %28,7’de kalmaktadır. Kayıtlı çalışanlar içinde sınırlı sayıda yer alan kadın işçilerin Türkiye’de toplam 2.069.476 sendikalı işçi arasındaki oranı da oldukça küçük kalmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, çalışma alanlarında kadın işçileri görünmez kılmakta, şiddete ve hastalıklara daha açık hale getirmektedir.
BİSAM’ın 2020 yılı Ocak-Şubat ayları içerisinde ortaya koyduğu araştırma da bu gerçekliği verilerle desteklemekte, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin özellikle kadın işçilerin sağlığı üzerindeki yıkıcı etki ve sonuçlarına değinmektedir. BİSAM’ın “Metal İşçilerinin Mesleki Sağlık Riskleri ve Sağlık Durumları” isimli araştırmasına göre kadın işçilerin tanılı hastalıktan muztarip olma oranı daha yüksektir. Araştırmaya katılan kadın işçilerin yüzde 37’si, erkeklere göre bir hayli yüksek oranda kadın, daha fazla tanılı hastalık yaşamaktadır. Erkeklerde bu oran yüzde 30’dur. Kadın işçilerinin dörtte biri kas ve iskelet hastalıkları çekmektedir. Kadınların üçte ikisine yakını baş ağrısı ve göz yorgunluğu yaşamaktadır. Kadınların yüzde 70’i boyun, omuzlar, kollar veya elleri etkileyen kemik, eklem veya kas sorunları; yüzde 50,6’sı kalça, bacaklar veya ayakları etkileyen kemik, eklem veya kas sorunları; yüzde 60,5’i sırtı ve belli etkileyen sorunlar ile baş ağrısı ve göz yorgunluğu yaşadığını belirtmektedir. Kadınların yaşadığı baş ağrısı ve göz yorgunluğu erkeklere göre istatistiksel olarak oldukça yoğundur. Bu sağlık sorunları metal sektöründeki çalışma koşullarının kadın işçilere yansımaları olduğu gibi, kadınların üstüne bırakılan ev işleri, çocuk-hasta-yaşlı bakımının da dolaysız sonuçlarıdır.
BİSAM’ın araştırması sendikalı işçilerle ve koronavirüsün bulaşma hızının yoğun olmadığı bir dönemde yapılmış olmasına rağmen kadın işçi sağlığı konusunda ciddi sorunların yaşandığına dikkat çekmektedir. Krizin gittikçe ağırlaştığı, üstüne pandeminin etkilerinin arttığı süreçte kadın işçilerin sağlığı, hakları, yaşamları çok daha büyük tehdit altındadır.
Nitekim, pandemiyle birlikte kadınların işgücüne katılımında ve gelirlerinde ciddi kayıplar yaşandı. Ev içi şiddet körüklendi. Çalışma yaşamında esnek çalışma yöntemleri yaygınlaştı, mobbing ve taciz arttı. Bu atmosferde koronavirüse ek olarak çeşitli fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar tetiklendi. Kadınlar bu süreçte hak kayıplarının yanı sıra ruhsal ve fiziksel olarak da olumsuz etkilendiler.
Kriz ve pandeminin çifte etkisinin kadınlara yansımaları somut verilerden de görülebilmektedir. Örneğin geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 37,7’iken, Covid-19 etkisiyle iş kaybı ve geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 43’lere yükseldi. Salgınla kadınların aylık ortalama iş kaybı 1 milyon 484 bin oldu, kadın işgücü son bir yılda yüzde 8,2 azaldı. Her 4 kadından sadece biri çalışabiliyor. Son bir yılda toplumsal cinsiyet eşitsizliği daha da derinleşti. Sürekli artan sayıda kadın, işgücünden evlere sürüldü. Çalışma alanlarında ise esnek ve güvencesiz çalışmaya itildi.
Öte yandan kadınlar ödemek zorunda bırakıldıkları bu çok yönlü faturaya karşı giderek mücadele alanlarına, sokaklara, fabrika önlerine doğru çekilmekte ve taleplerini dile getirmektedirler. Sinbo’da, SML Etkiket’te, Migros’ta sermayeye kâr üreten öğelerden, insanca yaşam ve çalışma koşulları için mücadelenin öncülerine dönüşen kadın işçiler, sermayenin pandemi sürecinde yoğunlaştırdığı saldırılara karşı haklarından ve yaşamlarından vazgeçmediklerini göstermektedirler.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleştiği bir süreçte sendikalaşmanın önündeki engellere, sermayedarların işçileri Kod-29’la fişleyip tazminatsız işten atmasına, ücretsiz izne, esnek çalışmaya, taciz ve mobbinge karşı mücadeleyi seçen, çocuk bakımının ücretsiz ve nitelikli kreşlerle çözümünü talep eden kadın işçilerin mücadelesi örnek olmaya devam ediyor.