8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. Dünyanın dört bir yanında kadınlar, baskılara, eşitsizliklere, sömürüye ve yok sayılmaya karşı alanlara çıkmaya hazırlanıyor. Dünya ölçeğinde emperyalist-kapitalizmin krizinin yarattığı sosyal sorunlara ve bunun bir boyutu olan kadınlar üzerindeki baskı ve eşitsizliklere karşı çıkan kadınların sayısı gün geçtikçe artıyor. Farklı gündemlerle alanları dolduran kadınlar, toplumsal mücadelede simgeleşmiş günlerden biri olan 8 Mart’ta da ülkemizde ve dünyada eylem alanlarında seslerini yükseltmeye hazırlanıyorlar.
Böylesi bir süreçte, işçi sınıfının, emekçilerin ve kadınların sembolleşmiş mücadele günlerinden biri olan 8 Mart’ta, tarihimize bir kez daha bakmak, geleceğe bu mirasın ışığında yürümek açısından önem taşıyor.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Clara Zetkin’in adıyla birlikte anılır. Gerek uluslararası alanda emekçi kadınların örgütlenmesi için ortaya koyduğu muazzam çaba, gerekse bunun bir parçası olarak 8 Mart’ın emekçi kadınlara armağan edilmesindeki özel rolü sebebiyle böyledir. 1910 yılında toplanan II.Enternasyonal’e bağlı Sosyalist Kadınlar Konferans’ında bizzat Clara Zetkin’in önerisiyle senede bir günün “Uluslararası Kadınlar Günü” olarak kutlanmasına karar verilir. Bu öneriyi yapan yaşamını emekçi kadınların özgürlüğüne adamış sosyalist bir kadın lider, bu öneriye onay verenler ise dönemin farklı ülkelerinin sosyalist partilerinin kadın temsilcileridir.
Clara Zetkin’in, senede bir günün Uluslararası Kadınlar Günü olarak anılması önergesinin gerisinde, işçi kadınların kapitalizme karşı verdiği mücadele ve bu uğurda ödediği bedeller vardır. Bir tekstil fabrikasında meydana gelen ve 129 kadın işçinin katledilmesiyle sonuçlanan yangın da bu bedellerden biri olmuştur. Bugünün kaynağında, Amerika’daki kadın işçilerin çalışma saatlerinin düşürülmesi, eşit işe eşit ücret, insanca çalışma koşulları ve oy hakkı talepleri için yürüttüğü mücadeleler yatmaktadır. Yanı sıra vahşi kapitalizmin sömürü çarkları arasında ezilen kadın işçilerin, aynı dönemde gerçekleşen grev ve direnişleri de bu sürecin parçasıdır. 1834 yılında “fabrika kızları” olarak bilinen ve Amerika Massachussets’te bulunan Lowell pamuk fabrikasında kadın işçiler tarafından gerçekleştirilen grevden 1909 yılında New York, Philadelphia ve Baltimore’da 600 gömlek fabrikasında çalışan ve yüzde 80’i kadın olan 20 bin gömlek işçisinin grevine kadar çok sayıda grev ve direniş söz konusudur. Bu mücadelelerde kadın işçiler belirgin bir yer tutarlar. Aynı şekilde farklı coğrafyalarda, kapitalizmin vahşi sömürüsüne karşı işçi sınıfının mücadelesi büyümekte ve sosyalist partiler bu sürecin daha ileriye taşınmasında özel bir rol oynamaktadırlar.
Özetle, 8 Mart’a kaynaklık eden, kapitalizmin yarattığı çifte baskı ve sömürüye karşı kadın işçilerin uluslararası mücadelesi ve ona bugünü armağan eden uluslararası sosyalist hareketin kararlılığıdır.
Emekçi kadın mücadelesinin tarihsel mirası
19. yüzyılın sonlarında kadın işçilerin somut talep ve istemlerine dayalı bir hareketlilik yaşanmaktaydı. Dönemin sosyalist partileri de, bu taleplerin elde edilmesi mücadelesini kadının ezilmişliğinin kökeninde yatan kapitalist sömürü düzeninin yıkılması hedefine bağlayarak hareket ediyorlardı.
Dolayısıyla Clara Zetkin şahsında dönemin sosyalist partileri, kadın sorununu ele alırken, Marksizm’den, onun devrimci yönteminden ve tarihsel devrimci mirasından besleniyorlardı.
Kadınların Marks’a çok şey borçlu olduğunu söyleyen Clara Zetkin, kadın sorununun doğru kavranmasında marksist yöntemin öğreticiliğini ve rehberliğini işaret etmekteydi:
“Kadın sorununu genel tarihsel gelişmenin akışı içinde, genel toplumsal bağıntılar ışığında onun tarihsel olarak koşullanmışlığını ve haklılığını açıkça kavramayı, onun harekete geçirici ve taşıyıcı güçlerini bilmeyi, onun yöneldiği hedefleri, ortaya çıkan sorunların çözümünün ancak hangi koşullar altında bulunabileceğini bilmeyi ancak materyalist tarih görüşü olanaklı kılmıştır.” (1)
Kadınların kurtuluşunun proletaryanın kurtuluş mücadelesine bağlı olduğunu da şu sözlerle ifade etmekteydi: “Sosyalist toplum düzeniyle kadın sorununun tam çözümü için vazgeçilmez toplumsal önkoşulları yaratabilecek olan ve yaratmak zorunda olan tek devrimci sınıf proletaryadır.” (2)
Marksizm tek başına kadının ezilmişliğinin nedenlerini ortaya koyan bir teori olarak kalmamıştır. Marksistler bu bakış çerçevesinde devrimci bir pratik de ortaya koymuşlardır.
1867 yılında toplanan I. Enternasyonal Kongresi’ne “kadın ve çocuk emeği” gündemiyle ilgili önergeyi sunan Marks’ın kendisidir. Azgın sömürü koşullarına rağmen kadınların üretim süreçlerine katılmasının ilerici bir gelişme olduğunun vurguladığı önergede, kadınlar için gece çalışması ile kadın sağlığına uymayan işlerde çalıştırılmasının yasaklanması yer almaktadır. Marks, kadınların tam hak eşitliğini savunurken, I. Enternasyonal içinde kadın sorunu konusundaki her türlü dar görüşlülüğe karşı mücadele eder. Enternasyonal’in açıklama ve bildirilerinde, yalnızca erkek işçilere değil, kadın işçilere de seslenir. Paris Komünü’nün eşsiz deneyiminin ardından ise, işçi sınıfının örgütlenmesi kapsamında kadın şubelerinin kurulmasını önerir.
En önemlisi de, kadın hareketini proletaryanın devrimci sınıf mücadelesine bağlayarak sağlam bir zemine oturtulması konusunda özel bir role sahiptir.
“Marks, on dokuzuncu yüzyılda toplumsal devrim ile kadınların ilerlemesi arasındaki, yukarıda alıntılanan ilişkiyi kabul eden ilk kişi değildi. Ütopyacı sosyalist Fourier ve onun feminist fikirdaşı Flora Tristan (1803-1844) gibi başkaları, bu kadarını onlarca yıl önce söylemişti. Üstelik kadın haklarının geliştirilmesinde, özellikle oy hakkının kazanılmasında aktif şekilde yer alan J. S. Mill gibi çağdaş küçük burjuva güçler ve rakipler de mevcuttu. Fakat sadece Marks, kadın haklarının gelişimine dair bir işçi sınıfı perspektifi için mücadeleye önderlik etti. İşçi ve kadın hareketleri arasında bağlantı kurulması gerektiğini ilk fark eden Tristan olsa da, Marks meseleye devrimci yaklaşımıyla benzersizdi. Geriye dönüp bakıldığında, onun yaklaşımının, hayata geçirilmesi yalnızca proletarya hareketini değil, yanı sıra gelişen kadın hareketini de daha sağlam bir temele oturtacak en uzak görüşlü yaklaşım olduğu -sonraki deneyimlerle de doğrulandığı gibi- açıkça görülür.” (3)
19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında, Almanya başta olmak üzere bir dizi ülkede kadınların sosyal ve medeni hakları için mücadele bizzat dönemin sosyalist partileri tarafından yürütülür. Almanya’da 1914 yılında SPD’nin ihanetine kadar, sosyal demokrat kadın hareketi belirgin bir yer tutar. Clara Zetkin’in yönetimindeki sosyal demokrat kadınların dergisi Die Gleichheit (Eşitlik) yüzbinlerce kadına ulaşır ve mücadelenin sürükleyicisi bir rol oynar. Yine Alman sosyal demokratlarının öncülüğünde 1907 yılında toplanan Enternasyonal Sosyalist Kadınlar Konferansı, “kadınlar için oy hakkı” temelinde bir çalışmanın adımlarını atar. 8 Mart’ın Uluslararası Kadınlar Günü olarak kabul edildiği 1910 yılındaki Sosyalist Kadınlar Konferansı, verilen bu mücadelenin daha da ivmelendirilmesini hedeflemektedir. Önergenin içeriği de bu mücadelenin hedefleriyle birlikte, kadınların temel sosyal ve medeni haklarının kazanılmasında sınıf hareketinin ve sosyalist partilerin rolüne işaret etmektedir:
“Tüm ülkelerin sosyalist kadınları, kendi ülkelerinin proletaryasının sınıf bilinçli, siyasal ve sendikal örgütlerinin mutabakatıyla, her yıl bir Kadınlar Günü düzenleyecektir. Bugünün öncelikli amacı, kadınların oy hakkını kazanmalarını desteklemek olmalıdır. Kadınlara oy hakkı talebi, sosyalist ilkelerin kadın sorununun bütününe yaklaşımıyla bağlantılı olarak ele alınmalıdır. Kadınlar Günü, enternasyonal nitelikte olmalı ve özenle hazırlanmalıdır. Klara Zetkin, Kate Duncker ve yoldaşları, 27 Ağustos 1910” (4)
Kadınlar için oy hakkı talebi başta olmak üzere, emekçi kadınların sosyal ve siyasal talepleri uğruna mücadele ivmelenerek devam eder. Almanya’da yarım milyondan fazla kadının katıldığı eylem ve etkinlikler gerçekleşir. Bu mücadelenin bir parçası olarak Uluslararası Kadınlar Günü, ilk olarak 19 Mart 1911 yılında bir dizi ülkede kutlanır. Birleşik Devletler, İsviçre, Danimarka ve Avusturya gibi ülkeler tarih olarak 8 Mart’ı seçerler. Kuşkusuz bugünün tarihinin 8 Mart olarak kalıcılaşmasında en büyük rol, Ekim Devrimi’nin de başlangıç adımı olan Rusya’daki kadın işçilerin Uluslararası Kadınlar Günü gösterisidir.
Clara Zetkin ve burjuva kadın hareketi
Uluslararası işçi hareketinin geliştiği dönemde, Avrupa’da ve Amerika’da burjuva kadın hareketinin varlığından söz etmek mümkün. Kadınların siyasal hak eşitliği talebinin bile güdük bir şekilde savunulduğu, dahası sınıfsal bir tutumla sadece mülk sahibi kadınlar için seçme ve seçilme hakkının talep edildiği bir harekettir bu. Clara Zetkin ve dönemin sosyalist kadın hareketi bu nedenle burjuva kadın hareketine açık ve net tutum alırlar. Clara Zetkin, “Burjuva feminizmi ile proleter kadınların hareketi, özünde birbirinden farklı iki toplumsal harekettir.” der ve kadınların “büyük kız kardeşliği” yalanına sert bir şekilde vurur. Burjuva kadın hareketinin, bir bütün olarak kadın cinsinin çıkarlarını savunamayacağını, proleter kadın ile burjuva kadının mücadelesinin ortak olamayacağını şu sözlerle ifade eder:
“Kadın hakları savunucuları tam toplumsal, insansal özgürlük veya kölelik için belirleyici olguyu, yani kapitalist üretim biçimi üzerinde yükselen burjuva toplumunun burjuvazi ve proletarya arasındaki aşılmaz sınıf zıtlığıyla, bir yanda sömüren ve hükmeden, diğer yanda sömürülen ve hükmedilen şeklinde bölündüğünü görmüyorlar veya görmek istemiyorlar. Kadının durumu ve yaşam biçimi için son tahlilde belirleyici olan onun şu ya da bu sınıfa mensup olmasıdır, yoksa erkeğin üstünlüğü ve ayrıcalıklığı yararına şu ya da bu ölçüde haktan yoksun olan veya ezilenlerin cinsiyet birliği değildir. Dolayısıyla burjuva kadın hareketi, kurtuluş özlemi çeken tüm kadınların çıkarlarının temsilcisi, onların öncüsü değildir. O, bir burjuva sınıf hareketidir ve öyle kalacaktır. O, burjuvazinin feodal toplumun egemen ve yönetici tabakalarını alaşağı ettiği ve burjuvazinin egemen siyasi iktidara yükseldiği kurtuluş mücadelesinin son filizidir.” (5)
Komünist Enternasyonal ve proleter kadın hareketi
Sosyal demokrat kadın hareketi de I. Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından, SPD’nin ihaneti ile birlikte çöküş yaşadı.
Ancak, savaşın yıkımının ardından Rusya proletaryasının muazzam ayağa kalkışı, toplumsal devrimler çağını da başlatıyordu. Rusya’da ki bu sarsıcı ayağa kalkış, yoksul köylülüğün ve kadınların kurtuluşunu da müjdeliyordu.
25 Şubat’ta (8 Mart) ekmek ve barış talepleriyle sokakları dolduran kadın işçiler, emekçi kadınlar gününün 8 Mart olarak kutlanmasını bu büyük eylemle tarihe yazdıkları gibi, Rusya’daki devrimin fitilini ateşleyen bir rol oynadılar.
Kadın-erkek proleterler ve yoksul köylüler muzaffer Ekim Devrimi’yle birlikte, yeni bir toplumsal mücadeleler döneminin önünü açtılar. Bu sürecin ürünü olarak kurulan III. Enternasyonal, devrimci çalkantıları yeni devrimlere taşımak hedefi ve misyonuyla davranıyordu.
İlk kongresinden itibaren kadın sorununu gündemine alan III. Enternasyonal, ikinci kongresinde kadın konferansı gerçekleştirir. III. Kongre’ye ise kadın sorunu hakkında tez sunulur. Tezde, kadınların genel çıkarları, proletaryanın çıkarlarının bir parçası olarak ifade edilir. Kongre kadın çalışmasına dair bir program ortaya koyar. Rusya’da sosyalizmin kadın kitlelerine dayanarak inşasını, kapitalist ülkelerde ise devrim hedefine bağlı olarak kadın işçi kitlelerinin örgütlenmesini esas alır.
“Komintern’in kadın çalışmasına tecrübeli devrimci Clara Zetkin önderlik ediyordu. Zetkin, merkezi Moskova’da olan Uluslararası Kadın Sekretaryası’nın başındaydı. Bölgesel örgütler oluşturuldu ve her parti buna uygun kadın komisyonları kurdu. Proletarya nerede bir mücadele veriyorsa, komünist kadınlar en ön safta yer alıyordu.” (6)
1921’de Moskova’da düzenlenen III. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda ise, öncesinde değişik tarihlerde gerçekleşen Uluslararası Kadınlar Günü’nün 8 Mart’ta kutlanması kararlaştırılır. O tarihten bugüne 8 Mart, dünya ölçeğinde Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır.
8 Mart’ın tarihsel onuru sınıf mücadelesine ve sosyalizme aittir!
Burjuvazi, işçi sınıfına ait pek çok değer gibi 8 Mart’ın da içini boşaltmak için çaba harcamakta, tarihsel ve sınıfsal özünden kopartarak onu bir karnavala dönüştürmeye çalışmaktadır. Devrimci mirası yok sayarak, 8 Mart’ın ilanını Birleşmiş Milletler’in 1977’te aldığı karara dayandırmaktadır.
Ancak tüm bu çabalar boşunadır.
“Özetle 8 Mart, tümüyle sosyalizmin ve işçi hareketinin topluma kazanımıdır. Bugünün ikiyüzlü burjuva toplumu kadın haklarını yılda bir kez bile olsun hatırlamak ihtiyacı duyuyorsa, ikiyüzlülüğünü bir de bu vesileyle sergilemek yoluna gitmek zorunda kalıyorsa, Türkiye’deki rejim temsilcileri yılda bir kez olsun 8 Mart’ı vesile ederek kadın hakları üzerine bir şeyler söylemek yoluna gidiyorlarsa, tüm bunlar tam da sosyalizmin ve emekçi hareketinin tarihsel mücadelesi sayesindedir.” (7)
(1) Kadınlar Marx’a ne borçludur, Clara Zetkin, Kadın Sorunu Üzerine Yazılar, s.148
(2) Kadınlar Marx’a ne borçludur, Clara Zetkin, Kadın Sorunu Üzerine Yazılar, s150
(3) Demokrasi savaşçıları olarak Marks ve Engels, August H. Nimtz, s.290
(4) (Clara Zetkin- Seçme yazılar, Derleyen: Philip S. Foner, Notabene Yayınları, s.145
(5) Burjuva Kadın Hareketi Üzerine, Clara Zetkin, Kadın Sorunu Üzerine Yazılar, s.101
(6) 3 Enternasyonal’in Tarihi, William Z. Foster, s.475
(7) 8 Mart ve burjuva toplumunda kadın hakları, H. Fırat, Kızıl Bayrak/ 2 Mart 2018