Özgürlük ve eşitlik çağrısı!
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. Emekçi kadınların mücadelesinde simgeleşen bu tarihsel günü, dünyada ve ülkemizde yükselen kadın hareketi ile karşılıyoruz.
Dünya ölçeğinde kadınların harekete geçmesine yolaçan sorunlar artıyor. Sınıf çelişkileri keskinleşiyor, kadınlar üzerindeki çifte baskı ve sömürü ağırlaşıyor. Emperyalist saldırganlık politikalarının sonucu olarak militarizm, göç vb.’nin yarattığı yıkım derinleşiyor. Gerici iktidarların izlediği cinsiyetçi politikalar, öfke ve tepkiyi daha da büyütüyor.
Ülkemizde de çok yönlü krizin kadınlara faturası her geçen gün ağırlaşıyor. Eriyen ücretler, tırmanan işsizlik ve hayat pahalılığı, başta kadınlar olmak üzere, emekçilerin yaşamlarını katlanılmaz hale getiriyor. Bunların yanı sıra, AKP’nin izlediği düşmanca politikaların sonucu olarak, kadınların cinsel kimliğine dönük baskı ve saldırılar artıyor. Büyüyen sosyal sorunlara karşı tepkiler henüz açığa çıkamamış olsa da, dinci gerici iktidarın kadın düşmanı ve cinsiyetçi politikaları toplum ölçeğinde tepkiyi büyütüyor. Başta kadın cinayetleri olmak üzere kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarına karşı geniş kadın kitleleri alanlara çıkmaya devam ediyor.
Bunun en belirgin örneği, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nde gerçekleşen eylem ve etkinlikler oldu.
25 Kasım eylemlerinin gösterdikleri
15 Temmuz darbe girişimini fırsata dönüştüren tek adam rejimi, tırmandırdığı baskı ve terörle ilerici güçleri ve toplumsal muhalefeti geriletmeyi başardı. Buna rağmen kadın hareketi varlığını belli bir düzeyde sürdürmeye devam etti. OHAL sürecinde, her türlü tepkinin bastırıldığı bir evrede, kadınlar farklı gündemlerle tepkilerini ortaya koydular.
Kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı, kadın hareketinin öne çıkan gündemleri olmaya devam ederken, 25 Kasım gibi simgesel günlerde ise öfke ve tepki daha kitlesel dışa vurdu. Bu yıl gerçekleşen 25 Kasım da kitlesel eylem ve etkinliklere konu oldu. 25 Kasım’ın bir süre öncesinde gerçekleşen vahşi bir kadın cinayeti, kadınların bu düzende yaşamlarının bile güvencede olmadığını bir kez daha gösterdi. Katledilen Emine Bulut'un son sözleri olan “yaşamak istiyorum”, eylemlere damgasını vurdu.
Geçtiğimiz yıllardan farklı olarak, bu yıl sendikalar tarafından da bu gündemle etkinlikler düzenlendi. Bir kısmı fabrikalarda bizzat kadın işçilerin katılımıyla gerçekleşti. Sendikalara egemen bürokratlar, ister kadına yönelik şiddetin toplum ölçeğinde yarattığı tepkinin ürünü olarak söz söyleme, isterse imzacısı oldukları uluslararası kuruluşların kararlarına uyma ihtiyacı duymuş olsunlar, gerçekleştirdikleri etkinliklerle, kadına yönelik şiddeti başta kadınlar olmak üzere işçilerin gündemlerine taşımış oldular. Sorunun sınıfsal temelini görmezden gelseler de, kadın işçileri bu gündemle biraraya getirmek zorunda kaldılar.
8 Mart’ın tarihsel ve güncel önemi
Sorunların ağırlaştığı ve tepkinin süreklilik kazandığı bu atmosferde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü karşılıyoruz. Uluslarararası mücadele günü olan 8 Mart’ta, dünyanın dört bir yanında oldu gibi ülkemizde de kadınlar alanlara çıkmaya hazırlanıyorlar.
8 Mart'ın kökeninde, 19. yüzyılda kadın işçilerin oy hakkı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi talepleriyle gerçekleştirdikleri grev ve direnişler yatmaktadır. Bugünün tüm işçi sınıfına ve emekçi kitlelere bir mücadele günü olarak armağan edilmesinde ise, komünist hareket özel bir yer tutmaktadır.
Tam da bundan dolayı burjuvazi bugünün içini boşaltmak için özel bir çaba harcamaktadır. Feministler de tarihsel ve sınıfsal özünden arındırarak, salt kadınlar gününe indirgemektedir.
Dünya ölçeğinde ve ülkemizde yükselen kadın hareketine rağmen, 8 Mart’ın sınıfsal özüne ve tarihsel anlamına uygun kutlanabilmesi, proleter kadın hareketinin geliştirilebilmesine bağlıdır.
Proleter kadın hareketi, çifte sömürü, baskı ve eşitsizliği yaşayan emekçi kadın kitlelerinin içinde bulundukları mevcut durumdan çıkış yolu açmak için olduğu kadar, ilerici nitelik taşısa da sorunu erkek egemenliğinin görünümlerine indirgeyen feminist anlayışların yön vermeye çalıştığı kadın hareketinin sağlıklı bir zemine oturmasının da güvencesi olacaktır. Elbette bu kadın işçilerin örgütlenmesinden geçmektedir.
Kadın işçilere mücadele ve örgütlenme çağrısı!
Sınıf devrimcilerinin temel görevi, proleter kadın hareketinin geliştirilmesi hedefiyle kadın işçilerin mücadeleye çekilmesi ve örgütlenmesidir. Kadın işçilerin mücadele günü olan 8 Mart'ın güncel çağrısı budur.
Kadın işçiler, çifte sömürü ve baskının yanısıra krizin en ağır yükünü göğüslemek zorunda kalıyorlar. Dinci gericiliğin kadın düşmanı politikaları, işyerlerinde şiddet, taciz ve mobbingi daha da ağırlaştıran sonuçlar üretiyor. Toplumsal yaşamın diğer alanlarında da kadınlar gericiliğin ve şiddetin hedefi olmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla, gündelik sınıf çalışmasının bir parçası olarak 8 Mart sürecinde de, emekçi kadınları krizin derinleşen sonuçlarına, şiddete ve her geçen gün ağırlaşan gericiliğe karşı mücadeleye çağırmak görevi karşımızda duruyor.
Güncel sorunlar üzerinden mücadele çağrısını elbette bu sorunların kaynağı olan kapitalist sömürü düzenine karşı mücadele çağrısıyla birleştirmek gerekiyor. Bu ise her türlü aracı etkin bir şekilde kullanarak, fabrika zeminlerinde kadın işçilerin bilinçlerini ve örgütlülüklerini geliştirmeyi, onları mücadeleye çekmeyi hedefleyen bir faaliyet anlamına geliyor.
8 Mart’ta eylem alanlarında olmanın önemi
8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal özüne uygun kutlanması, 2000'li yıllardan sonra tartışma konusu haline geldi. Kürt hareketine yedeklenen reformist solun 8 Mart'ı sınıfsal karakterinden soyutlayarak “kadınlar günü” olarak ele alması ve bunu dayatmalarla birleştirmesi, ayrışmayı gündeme getirdi. Sınıf devrimcileri ve devrimcilikte ısrar eden bir avuç yapı, uzun bir dönem, 8 Mart'ı sınıfsal ve tarihsel özüne uygun olarak kutlama tutumunu sürdürdü. Ancak solun mevcut tablosundaki zayıflama, bu eylemlerin hayata geçmesini zorlaştırdı.
Herşeye rağmen sınıf devrimcileri, kendi bağımsız duruşlarıyla, 8 Mart'ı gerçek özüne uygun olarak eylem ve etkinliklerle kutlamayı sürdürdüler. Bu yılın 8 Mart'ın da bağımsız tutumlarının ürünü eylem ve etkinlikleri hayata geçirmeye devam edecekler.
Bunların yanısıra bir diğeri görev, AKP'nin izlediği politikaların ürünü olarak açığa çıkan demokratik kadın hareketinin eylemlerine müdahaledir. Dinci-gerici iktidarın kadına yönelik saldırı politikalarına karşı feministlerin çağrıcısı olduğu eylemlerde buluşan kadın kitlelerinin eylemlerine katılmak, dayanışma içinde olmak ve müdahale edebilmek önem taşımaktadır. Bu bakışla sınıf devrimcileri, son iki yıldır 8 Mart eylemlerine katılım sergiliyorlar.
Bugün solun giderek zayıfladığı, devrimci bakışın ve değerlerin unutulduğu bir tabloda, feminist güçler, eylemleri kendi tekellerinde görerek, sol-sosyalist güçlere karşı gerici tutumlar içine girebilmektedirler. Toplumun her kesiminden kadınların katıldığı eylemlerde, “bireysel” olarak ifade edilen, hatta kadın bedenini teşhir eden söylemlere “zenginlik” ya da “çok seslilik” adına tolerans gösteren feministler, örgütlü sol güçlerin şiarlarına ve araçlarına müdahale hakkını kendilerinde görebilmektedirler. Bu tutum, ilerici-sosyalist güçlerin örgütlü politik kimliklerine bir tepki olarak gelişmektedir.
Farklı kesimlerden kadınların katılımıyla kitleselleşen bu eylemleri kendi tekelinde gören feminist zihniyete prim verilemeyeceği açıktır. Onlar bu tutumlarıyla demokratik kadın hareketinin gelişmesinin önünü bir engel olarak dikilmektedirler. Dolayısıyla bu tutumları mücadelenin konusu olmak durumundadır.
Özetle, sınıf devrimcileri, bahar sürecinin ilk halkası olan 8 Mart’ta, 8 Mart’ın mirasına sahip çıkarak, kadın işçilere dönük mücadele ve örgütlenme çağrılarını yoğunlaştıracaklar ve ilerici kadın hareketine karşı sorumluluklarının gereklerini yerine getireceklerdir.