8 Mart’ın tarihçesine bakıldığında, işçi sınıfının ve dönemin sosyalistlerinin önderlik ettiği bir mücadele birikimi görülür. Bu birikim işçi sınıfının bir parçası olarak kadın işçilerin öncülük ettiği önemli mücadelelere dayanmaktadır.
1834 yılında “fabrika kızları” olarak bilinen Amerika Massachussets’te bulunan Lowell pamuk fabrikasının kadın işçilerinin grevinden 1889’da Londra’da “Kibritçi kızlar grevi”ne taşınan, 1857’de ABD’nin New York kentinde dokuma işçisi kadınların insanca çalışma koşulları, 10 saatlik iş günü, eşit işe eşit ücret isteyen grevine dek gelen bir süreç başlar. 1909 yılında ise New York, Philadelphia ve Baltimore’da 600 gömlek fabrikasında çalışan, yüzde 80’i kadın olan 20 bin gömlek işçisi greve çıkar.
Böylesi bir mücadele birikimi üzerinden 1910 yılında Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı’nda Clara Zetkin kadınlar için uluslararası bir mücadele günü ilan edilmesini önerir. Bu çağrıya ilk kez 19 Mart 1911’de Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’den yanıt verilir. İlk yıllarda belli bir tarih saptanmasa da her yıl ilkbaharda yapılan eylemlerde oy hakkı, eşit işe eşit ücret, 8 saatlik çalışma günü, doğum öncesi izin ve süt izni hakkı gibi talepler öne çıkar.
1911’in 25 Mart’ında ise Triangle Gömlek Fabrikası’nda 129’u kadın, 146 tekstil işçisinin ölümüyle sonuçlanan bir yangın gerçekleşir. Genelde 8 Mart’ın tarihçesi anlatılırken 129’u kadın işçinin öldüğü 1857 yılında yaşanan bir fabrika yangınından söz edilse de, bazı kaynaklar 1911’de gerçekleşen Triangle Gömlek Fabrikası’ndaki yangına işaret etmektedir.* Fabrika sahiplerinin iş çıkışı hırsızlığa karşı çantaları daha kolay kontrol edebilmeleri için asansör sayısını bire indirmeleri, izinsiz dışarı çıkmalarını önlemek için yangın merdivenlerine açılan kapıları kilitlemeleri nedeniyle, çıkan yangında 146 işçi kaçıp kurtulamaz. 5 Nisan’da 80 bin kişilik bir cenaze töreni düzenlenir. Yapılan yürüyüş protestolarla birleşir.
1912’nin Ocak ayında ise Massachusetts’te Lawrence tekstil işçilerinin başını çektiği “Ekmek ve Gül” grevi gerçekleşir. Grevin etkisi Washington Mill adlı yün şirketi işçilerine de ulaşır, onlar da iş bırakırlar. Çoğunluğu kadınlardan oluşan işçilerin grevine dönemin sosyalistlerinin öncülüğünde başlayan destek kampanyaları örgütlenir. Greve çıkan tüm işçilerin talepleri kabul edilir. 14 Mart’ta imzalanan anlaşma işçilerin farklı dillerden Enternasyonal marşını okumasıyla kutlanır.
1917’de ise Rusya’daki kadın işçilerin eylemleri Jülyen takvimine göre 23 Şubat’ta gerçekleşir. Bu Miladi takvime göre 8 Mart’a denk gelmektedir. Petrogradlı tekstil işçilerinin eylemi Ekim Devrimi’ne giden yolu da açmıştır.
8 Mart birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları döneminde bazı ülkelerde yasaklansa da, özellikle 1960’lı yılların sonunda çeşitli ülkelerde tekrar anılmaya başladı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ise, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul ederek, bugünün sınıfsal ve tarihsel önemini silmek istedi.
Türkiye’de 8 Mart ilk kez 1921’de dönemin komünist kadınlarının düzenlediği toplantıda gündeme girse de, esas olarak 1975’te anılmaya başladı. 12 Eylül döneminde kesintiye uğrayan 8 Mart eylem ve etkinlikleri ‘90’lı yıllardan sonra devam etti.
Dünya genelinde işçi hareketinin zayıflaması ve SSCB’nin dağılması “yeni” ideolojik arayışları gündeme getirdi. Post modern “düşünürler” sayesinde sınıf kavramı ve sınıflar mücadelesi bir yana bırakıldı. Türkiye’de de bu akımın savurucu etkisiyle Marksizm ve ona ait kavramlar hedefe konuldu. 8 Mart’ın tarihsel mirası da bu saldırılardan payını aldı. 2000’li yılların ortalarından itibaren, temelinde kadın sorununun nedenleri ve çözümüne dair ideolojik farklılıklar olan bir ayrışma yaşandı.
8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal özü karartılmak istenerek “emekçi kadınlar” günü yerine “kadınlar günü”nü öne süren kadın platformları, 1910 yılında Clara Zetkin’in önerisiyle 2. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda kabul edilen 8 Mart’ı değil, Birleşmiş Milletler’in 1975’te bir iç boşaltma hamlesi olarak ilan ettiği “Dünya Kadınlar Günü”nü sahiplendiler. Çoğu reformist örgüt her ikisini de sahiplenerek orta yolu bulmaya çalışmış, neticede bu savrulmaya soldan destek vermiştir. Bu tutum, pratikte 8 Mart eylemlerine erkek katılımına getirilen yasakçı tutumlarla sürdürülmüştür.
Gelinen yerde ise sınıf mücadelesinin önemli simgesel bir günü olarak 8 Mart’ın tarihçesi “uluslararası kadın grevi” günü olarak yeniden yazılmaya, sınıfsal özünden ve geçmişinden kopartılmaya çalışılmaktadır. Ancak, geçmişten bugüne aktarılan kadın işçilerin giriştikleri sınıfsal mücadele mirası ve bu mirasın gelişiminde sosyalist mücadelenin etkisi ne kadar uğraşılsa da asla yok edilemez.
* Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 45, Mayıs 2013