Son dönemde gerici vakıflarda, cemaat evlerinde, tarikat yurtlarında yaşanan çocuk istismarları gündemden düşmüyor. Ensar Vakfı’nda yaşanan toplu istismardan Aladağ yangınının ortaya çıkardığı gerçeklere, yakın zamanda Uşşaki tarikatında yaşananlardan Sakarya’da bir Kuran kursunda tecavüze uğrayan kız çocuğuna… Basına yansıyan iğrenç suçlar, bu karanlık yuvalarda gerçekleşenlerin sadece küçük bir kısmıdır. Yine de artık mızrak çuvala sığmıyor.
Dokuz Eylül Üniversitesi’nde görev yapan Dr. Esergül Balcı’nın hazırladığı “Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği” raporu bu konuda çarpıcı veriler ortaya koyuyor. Balcı, bu araştırma nedeniyle soruşturmaya uğradı ve istifaya zorlandı. Tecavüzcüleri koruyanlar, doğal olarak Balcı’yı hedef aldılar. Çünkü iktidarda bulunan dinci-faşist zihniyet ile çocuklara saldıran sapkınların zihniyeti aynı ilkel kaynaktan besleniyor.
Araştırma; tarikat ve cemaatlere nasıl alan açıldığını, bu gerici yapılanmaların toplumun tüm hücrelerine nasıl sirayet ettiğini ortaya koyuyor. Balcı’nın verilerine göre Türkiye’de belli başlı 30 tarikat ve bunların 400 kolu bulunuyor. Sadece İstanbul’da 448 tekke faaliyetlerini açıktan yürütüyor. Çoğunluğu İstanbul, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Antep ve Urfa’da olmak üzere 800’ün üzerinde faal medrese var. Bunlar bilinenler, bunların yanında büyükşehirlerde kaç medresenin faaliyette olduğunun tespiti ise çok zor...
Türkiye’de 1 milyon çocuk tarikatların elinde
Bu tarikatlar neredeyse her sokağa açılan Kuran kurslarında, sübyan okullarında binlerce çocuğa “eğitim” adı altında gerici-ilkel ideolojilerini empoze ediyorlar. Bu çocukların büyük kısmı okul çağında bile değil. Veriler Türkiye’de 1 milyonu aşkın çocuğun tarikatların elinde olduğuna işaret ediyor. Tarikat okul ve yurtlarında üniversiteliler hariç 210 bin dolaylarında öğrenci bulunuyor ve devlet bu tarikatlara öğrenciler için 898 bin 800 bin TL ödeme yapıyor.* Ayrıca 4 bini aşkın özel yurdun 2 bin 480’i tarikatlarla bağlantılı ve bu yurtlarda 224 bin öğrenci kalıyor.
Türkiye’de 3-5 yaş arası çocukların yüzde 64,8’i okul öncesi eğitim alamıyor, bu oran İstanbul’da yüzde 80’lere ulaşıyor. Okul öncesi eğitim kurumlarının ücreti 550 TL ile 3 bin TL arasında değişiyor ve açlık sınırı düzeyinde geliri olan milyonlarca emekçi ailenin bu ücretleri karşılayabilmesi imkansız. İktidar, emekçi aileleri, çocuklarını tarikat ve cemaat okullarına göndermeye hem teşvik ediyor hem mecbur bırakıyor.
Bu sorun yeni olmamakla birlikte, AKP’nin iktidara taşınmasından sonra çok daha yaygın bir hal aldı. Çünkü dinci rejim bunu özel bir politika haline getirmiştir. AKP hükümete geldiği ilk aylarda açıkladığı acil eylem planıyla eğitimde yüzde 2,5 olan özel okul payını yüzde 10’a çıkarmayı hedeflediğini ilan etmişti. Bu alanda attığı adımlarla bir taşla iki kuş vuran AKP hem eğitimi piyasalaştırmış hem de gerici yapılanmaların önünü açmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre 2017-2018 eğitim-öğretim dönemi itibariyle 11 bin 694 özel okul bulunuyor. Bu okulların üçte biri tarikatlarla bağlantılıdır. Kız çocuklarının diri diri yandığı Aladağ’daki yurt faciasının ardından açıklama yapan aileler devlet yurdunun kapatıldığını, kendilerinin cemaat yurduna yönlendirildiklerini ifade etmişlerdi. Yine geçtiğimiz yıl Eskişehir Sivrihisar’da ailelerin çocuklarını bizzat İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından tarikat okuluna göndermeleri için zorlandıkları ve buna karşı direndikleri de basına yansımıştı. Taşrada bunun sıklıkla yaşandığı birçok vesile ile ortaya çıkıyor. Anadolu köylerinde ise eğitim tarikatlar tarafından örgütleniyor, gerici öğretmenler öğrencileri tarikatlara yönlendiriyor.
Devlet; toplumun kreş, yurt, okul vb. eğitim kurumu ihtiyacını karşılamayarak hem kendi sorumluluğundan kaçıyor hem de aileleri tarikatlara mahkum ederek Ortaçağ artığı ideolojisini daha çok küçük çocuğa empoze etme imkanı yakalıyor.
Türkiye’de tarikat ve cemaat gerçeğinin kökenleri
Tarikat ve cemaatlerin bu denli palazlanması ve pervasızlaşması AKP ile gerçekleşse de bu sorunun kökü çok daha derinlerdedir. Eğitim alanında dinin kullanılmasının özellikle 1940’lardan itibaren yaygınlaştırılmaya başladığını görüyoruz. 1946’da, henüz CHP iktidardayken, Sovyet eğitim modeli örnek alınarak oluşturulan Köy Enstitüleri, dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer tarafından, Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülerek ortadan kaldırıldı. Demokrat Parti döneminde Ocak 1954'te ise tamamen kapatıldı. Köy Enstitüleri’ni kapatanlar, ilkokullara seçmeli din derslerini getirip gericilik hamlesini pekiştiriyorlar.
Tam o yıllarda Amerikan emperyalizmi ile bağımlılık ilişkileri kurulmaya başlıyor. Bu iki olayın çakışması tesadüf değil elbet. Nitekim Köy Enstitüleri’nin ABD’nin telkinleri ile kapatıldığı biliniyor. Yine 1940’ların sonlarında Niyazi Berkesler, Behice Boranlar, Pertev Naili Boratavlar üniversitelerden uzaklaştırılırken, devrimci öğrencilere karşı ABD güdümünde Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Komünizmle Mücadele Birliği gibi kontra çeteler kuruluyordu. Bu çetelerde yetişenler sonraki dönemin devlet görevlileri, hatta yöneticileri olacaktı. Bu adımları, komünist avı başlatan Menderesler, “iti kurda kırdıracağız” diyen Demireller hızlandırdı. 1960’ların sonları 1970’lerin başlarında cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay’ın, “Türkiye’nin geleceğini 1968 öğrenci kuşağına bırakamayız, imam hatiplere önem verelim” sözleri devletin pusulasının yönünü gösteriyordu.
1980 askeri faşist darbesi ise bu konuda en vahşi saldırı oldu. Toplumdaki ilerici birikim askeri zorla bastırıldı, devrimciler kıyımdan geçirildi. Ama aynı zamanda yüzlerce yeni imam hatip okulu açıldı. Tarikatlar teşvik edildi. Toplumsal hareketi zorbalıkla bastıran cunta, dinle de toplumu pasifize edip sosyal yıkım saldırılarını hayata geçirmek, dizginsiz bir sömürünün önünü açmak için zemin hazırladı. Önü açılan tarikat ve cemaatler devletle organik bir ilişki içine girdiler. Özellikle temel insan haklarından olan eğitim ve sağlık alanlarına el atarak palazlandılar, bu alanın önemli sermaye grupları haline geldiler. Nitekim gericiliğin çatı partisi AKP, bu zemin üzerinde, bizzat ABD desteğiyle hükümete getirildi, sonra da iktidar oldu.
AKP’nin dinci-bağnaz ideolojisinin topluma dayatmada en önemli aracı, dini referansların/yargıların egemen hale getirildiği eğitim sistemiydi. Okullara evrim karşıtlığını sokan, sosyal yaşamda neoliberal politikaların mimarı/uygulayıcısı olan Özal’ın mirasına yaslanan T. Erdoğan, eğitim alanında çok tehlikeli adımlar attı. Bunlar arasında 4+4+4 sistemi ve 19. Eğitim Şurası kararları önemli bir yer tutuyor. 4+4+4 modeliyle eğitim yaşı 5,5’a düşürüldü, öğrencilerin daha 9,5 yaşındayken yalnızca dini eğitim alacakları imam-hatip ortaokulları açıldı. Ortaokul ve liselerde imam-hatibe dönüştürme furyası başlatıldı. 5. sınıftan 12. sınıfa kadar “din, ahlak ve değerler” seçmeli dersler başlığı altında “Kuran-ı Kerim”, “Hz. Muhammed’in Hayatı”, “Temel Dini Bilgiler” gibi dersler konuldu. 2014’te toplanan 19. Eğitim Şurası’yla birlikte ise din dersleri okul öncesi eğitime dek indirildi. İlköğretim 1. Sınıflar için bile zorunlu hale getirildi. MEB’e bağlı okullarda kılık kıyafet yönetmeliği değiştirilerek 5. sınıftan itibaren kız çocuklarının okula türbanla girebilmesinin önü açıldı. Dini içerikli kitap/kitapçık dağıtımları, tarikat, vakıf ve belediyeler ile Milli Eğitim Müdürlüklerinin ortaklığında gezi, yarışma, tiyatro, film organizasyonları rutin haline getirildi.
AKP politikaları doğrultusunda okullarda, cinsiyet ve mezhep ayrımcılığı yaygınlaştırılıyor. Fen dersi de dahil olmak üzere tüm derslere dini içerik enjekte edildi/ediliyor. “Seçmeli” din derslerini seçmeyen öğrenciler baskı altına alınıyor, ayrımcılığa maruz bırakılıyor. Rejim okulların laboratuvar ve kütüphane ihtiyaçlarını karşılamazken mescitler açıyor.
Saldırılar işçi sınıfı ile çocuklarını hedef alıyor
Dr. Esergül Balcı’nın 2018 tarihli araştırmasına göre Türkiye’de 2,6 milyon kişinin tarikatlarla organik bağı var. Tarikat üyesi olan ya da çalışmalarına katılan kişi sayısı ise 1,1 milyon. Üye ya da sempatizan olmasa dahi toplantılarına en az bir kere katılan ve tekrar katılabileceğini ifade eden kişi sayısı 1,5 milyon. Tarikat üyesi olanların yüzde 9’u radikal İslam’ı savunarak IŞİD, El Kaide gibi çetelerin eylemlerini onaylıyor.
Toplumu dinsel gericiliğin pençesine atmak, gerçek dünyada cehennemi yaşatıp öteki dünyanın cennetiyle avutmak dünden bugüne sömürücülerin etkin/kirli yöntemlerinden biri oldu. ‘Temel bir insan hakkı olan eğitim alanını piyasalaştırmak, kamusal bir hizmet olmaktan çıkarıp alınıp satılan bir metaya dönüştürmek, bu yolla emekçileri bu haktan mahrum bırakmak, tarikat ve cemaatlere mahkum etmek’ yaşananların özetidir. Bugün çocuğunu kreşe yollayamadığı için sübyan okullarına göndermek zorunda kalan anne-babalar, fahiş yurt ücretlerini karşılayamadığı için cemaat yurtlarında kalmak zorunda kalan üniversiteliler, kadrolu çalışabilmek için bir cemaati/tarikatı referans göstermek zorunda hisseden çalışanlar bu ülkenin karanlık gerçekleridir.
Bu gericiliği parçalamanın yolu alttan alta mayalanmakta olan sosyal dinamiklerin patlamasından geçiyor. Üzerlerindeki çok yönlü cendereyi parçalamaya çalışan, çıkış yolu arayan işçiler; emekleri, bedenleri, hayatları üzerindeki müdahalelere karşı sokakları boş bırakmayan kadınlar; kendilerine koyu bir gericilik ve geleceksizlik dayatan düzene tepkisini her fırsatta gösteren gençler bu patlamanın nüvelerini oluşturuyor. Bugün üzerlerine çöken karanlığın altında ışığı arayan milyonlar ayağa kalktığında sömürücü asalaklar da onların hizmetindeki ‘ruhban sınıfı’ da kaçacak delik arayacaktır.
* Veriler 2018 yılına ait.