Sınıfın ve devrimin partisi 25. yılında!

Solda tasfiyecilik ve devrimci kimliğin yitiminde son aşamaya varıldığı son yıllarda, devrimci teorisi, programı ve taktiğiyle, ihtilalci örgütü ve moral değerleriyle TKİP, tüm güç ve enerjisiyle işçi sınıfını devrime kazanmaya yükleniyor, Türkiye’de işçi sınıfı devrimciliğini örgütlemeye kararlılıkla devam ediyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 20 Kasım 2023
  • 08:00

Almanya’nın Wuppertal kentinde düzenlenen “25. Yıl: Devrimi ve devrimci birikimimizi savunuyoruz” gecesinde gösterimi yapılan sinevizyonun metnidir…

I-Birikim

Tarih 10 Eylül 1920, Bakü kenti… Türkiye’nin sol siyasal yaşamında etkisi hep hissedilecek tarihsel bir adım atıldı. Dünyayı sarsan Sosyalist Ekim Devrimi’nden esinlenen Mustafa Suphi ve yoldaşları, Türkiye Komünist Partisi’ni kurdular. Büyük devrimin ideallerini işçi ve emekçilerle buluşturmak için yola çıkan TKP önderliği, henüz yolun başında Kemalist burjuvazinin kanlı komplosuyla katledildi. TKP çok geçmeden yeniden ayağa kalksa da devrimci bir çizgi izleyemedi. Komintern’in belirleyici müdahalelerinin de etkisiyle Kemalizm’e soldan muhalefet etme, reformları ilerletme çizgisine yöneldi ve sonuçta Kemalizm’in muhalefetteki yedeği olmaktan kurtulamadı. Dönemin Kürt isyanlarını kitlesel katliam ve kanla boğan, emekçilere aman vermeyen sınıf bilinci güçlü Türk burjuvazisi, söz konusu çizgiye rağmen TKP’ye de soluk aldırmadı. TKP’liler sık sık baskıya ve zulme uğradılar, işkence ve hapisle sınandılar. Birçok değerli kadrosu bu zulme büyük bir kararlılık ve dirençle göğüs gerdi. Burjuva cumhuriyetin ilk 40 yılı boyunca tek başına solu temsil eden TKP’nin örgütsel-fiziki varlığı ise gerçekte 1951 tevkifatı ile sona erdi.

1950’li yıllar aynı zamanda kapitalist gelişmenin hız kazandığı yıllardı. Kırdan kente göç hızlanıyor, işçi sınıfının sayısında gözle görülür bir artış yaşanıyordu. Türkiye’de kapitalist gelişmenin keskinleştirdiği sınıf çelişkileri üzerinden, 1960’ların ilk yıllarında bu kez sahneye modern sınıf hareketi çıktı. Saraçhane Mitingi, Kavel Direnişi gibi tarihi çıkışlarla başlayan işçi hareketi çok sayıda grev, direniş ve gösteriyle büyük bir ivme kazandı. Aynı yıllar, kapitalist gelişmeyle yapısı büyük değişim geçiren toplumun farklı tabakalarının yaygın şekilde hareketlendiği yıllardı. Topraksız köylülük, şehir küçük-burjuvazisinin modern katmanları, eğitim emekçileri, öğrenci gençlik gibi kesimler kendi özgün talepleriyle mücadele sahnesine aktılar. Kürdistan’da, sosyal taleplerin demokratik ulusal özlemler ile birlikte yükseltildiği bir yeniden uyanış ve hareketlenme yaşandı.

Öte yandan Küba Devrimi, Çin’de Kültür Devrimi, Vietnam, Filistin, Cezayir’de emperyalizme karşı direniş ve kurtuluş mücadeleleri, sömürge Afrika’da ulusal uyanışlar, Batıda emekçilerin ve gençliğin büyük kitle hareketleri Türkiye’deki sosyal uyanışa ayrıca ilham veriyordu. Ülkenin dört bir yanı grevler, gösteriler, yürüyüşler, fabrika işgalleri, küçük üretici eylemleri, toprak işgalleri, öğrenci boykotları ile çalkalanıyor, sosyalizm düşüncesi bu kesimler arasında giderek yayılıyor, sol ilk kez kitlesel bir tabana kavuşuyordu. Fakat önderlik ve çizgi planında burjuva sosyalizmi egemendi. Bir yanda anayasa ve meclisi temel alan parlamenterist TİP, diğer yanda ordu ve “zinde kuvvetler”e bel bağlayan darbeci YÖN ve MDD Hareketi başı çekiyordu.

Kitlesel ve militan bir düzeye ulaşmış gençlik hareketi genelde MDD Hareketi’nin etkisi altındaydı. Gençlik hareketi içinde yetişen kadrolar, dönemin siyasal önderliğini radikal bir şekilde sorgulamaya giriştiler. Her biri dünyadaki halkçı devrimci akımlardan da etkilenerek, farklı yollardan keskin bir kopuş gerçekleştirdiler. Denizler THKO’yu, İbrahim ve yoldaşları TKP/ML TİKKO’yu ve Mahirler THKP-C’yi kurdular. Tarihimize 71 Devrimciliği olarak kaydedilen bu çıkış, Türkiye’de o güne kadar sola hakim düzen ufkundan, reformist gelenekten, parlamenterist çizgiden ileriye doğru devrimci bir sıçramaydı. Kurulu düzen cepheden karşıya alınmış, örgütlü zor aygıtı olan devletin zor yoluyla yıkılması çizgisi benimsenmiş, bunun gereği olan ihtilalci örgütlenme, siyasal faaliyet ve eylemin yolu açılmıştı.

Sol hareket cephesinde 71 çıkışı, sınıf ve kitle hareketi cephesinde ise 15-16 Haziran direnişiyle doruğuna varan sol sosyal uyanış sermaye iktidarı tarafından 12 Mart faşist darbesiyle karşılandı. Sınıf ve emekçi kitle hareketi bastırıldı. Devrimci örgütler yok edici saldırıların hedefi oldular. Kadroların bir kısmı katledildi, kalanlar işkenceden geçirilip hapsedildiler. Denizler, Mahirler, İbrahimler ölümü yiğitçe göğüsleyerek, sonraki kuşaklara destansı bir direniş geleneği bıraktılar. 12 Mart cuntasının kasveti ise çok geçmeden, 1974’ten itibaren yükselişe geçen sosyal mücadele karşısında dağılıp gitti.

1970’lerin ikinci yarısı, Türkiye tarihinin en görkemli devrimci yükselişine sahne oldu. Toplumun tüm emekçi ve ezilen katmanları harekete geçti, Kürt halkının mücadelesi yeni bir düzeye sıçradı. Devrim ve sosyalizm ideali Türkiye’nin dört bir yanında geniş bir kitle tabanıyla buluştu. 71 Devrimci hareketinden kök alan çok sayıda örgüt, öğrenci gençlik başta olmak üzere kentin ve kırın küçük-burjuva katmanları arasında büyük bir güce ulaştılar. Coşkulu 1 Mayıs gösterileri, DGM yasasına ve faşizme karşı militan eylemler, TEKEL ve TARİŞ direnişleri gibi bilinenler dışında, sayısız grev ve direnişle hep mücadele sahnesinde olan işçi sınıfı ise daha çok reformist TİP-TKP geleneğinin denetimine bırakılmıştı.

Büyük bir devrimci iyimserliğin hakim olduğu, devrim rüzgarlarının estiği bu dönem, devrimci mücadeleyi ezmek, neo-liberal 24 Ocak kararlarını hayata geçirmek üzere tertiplenen 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle son buldu.

II-İnşa

ABD-NATO karargahlarında planlanan 12 Eylül darbesi toplumun üzerinden adeta bir silindir gibi geçti. Sınıf ve kitle hareketi acımasızca bastırıldı. Devrimci örgütlere karşı büyük bir sürek avı yürütüldü. İşkenceler, idamlar, faşist cinayetler, zindanlarda zulüm ayyuka çıktı. Küçük burjuva sınıfsal temele ve ideolojik çizgiye dayalı olarak 70’lere damgasını vurmuş olan halkçı devrimci hareket karşı-devrim saldırısı karşısında tutunamadı. Örgütlerin tepesindeki yaygın teslimiyet, tabandaki değerli direnişleri, en ağır bedellerin yiğitçe göğüslenmesini bile gölgede bıraktı. Ağır ve kolay yenilgi, büyük bir tasfiyeci dalgaya, ideolojik, politik, örgütsel bunalım ve karmaşaya dönüştü. Devrim için gün sayanlar arasında yılgınlık ve umutsuzluk kitleselleşti. Devrimden ve devrimci örgütten kaçış moda haline geldi.

Geride kalanlarda kolay yenilgiyi sorgulama çabaları devam ederken, 12 Eylül zorbalığında gedikler açan ilk adımlar, zindanlarda 1982 Diyarbakır ve 1984 Metris açlık grevleriyle; işçi sınıfı cephesinden 1984 yılından itibaren gerçekleşen irili ufaklı grev ve direnişlerle, Kürt özgürlük hareketi cephesinden ise gerilla savaşının başlatılmasıyla atıldı. Fakat 12 Eylül karanlığını yırtan ilk büyük çıkış, 18 Kasım 1986’da 2.650 işçinin başlattığı Netaş grevi oldu. İşçi hareketi ertesi yıldan başlayıp ’89 Bahar eylemleriyle tüm ülkeye yayıldı. ’91 Madenci greviyle doruğuna vardı. Gençliği ve kamu emekçilerini de sahneye çekerek, kitlesel, militan, coşkulu bir grev, direniş, boykot ve eylem fırtınası estirdi. Aynı dönem boyunca Kürdistan’da gerilla savaşı etkili bir düzeye kavuştu. Kürt halkının mücadelesi 90’ların başından itibaren serhildanlar aşamasına sıçradı.

Bu gelişmeler, devrimci ve sol hareketin yeniden toparlanmasında politik ve moral açıdan büyük bir imkana dönüştü. Öyle ki uluslararası plandaki ağır gelişmelerin etkileri dahi pek az hissedildi. Gorbaçov, Ekim Devrimi’nin 70. Yılında, bir tarihi dönemin sonunu işaretleyen ünlü konuşmasını yapmış, yozlaşıp bürokratik bir aygıta dönüşen SSCB’nin yıkılışına varacak sürecin yeni bir dönemecini ilan etmişti. Modern revizyonizmin takipçisi akımlar düzen sularına tam demir atarken, halkçı devrimci akımların bu sürecin etkilerini yaşamaları için biraz daha beklemek gerekti.

70’lerin devrimci-demokrat akımları, dönemsel yükselişin moral rüzgarına yaslanarak, 12 Eylül’deki kolay yenilginin gerçek bir muhasebesini yapmadan yollarına devam ettiler. Yenilgiye götüren yapısal zaaflarla hesaplaşmanın önündeki en büyük engel ise ancak devrimci bir hesaplaşmayla aşılabilecek küçük-burjuva ideolojik-sınıfsal konum ve çizgiydi. Halkçı devrimci akımın en ileri temsilcisi olan örgütlerde yer almış olan bir kısım devrimci ise aynı dönemsel gelişmeleri 12 Eylül yenilgisinin devrimci muhasebesini daha güçlü yapmanın imkanı olarak değerlendirdi. Bu onları geçmişin ideolojik-sınıfsal konum ve çizgisiyle de hesaplaşmaya götürdü. Bu çaba içinde Marksizm’in proleter sınıf özünün ve devrimci diyalektik yönteminin kavranması tayin edici gelişme oldu.

Tüm geçmiş birikimin geri ve zaaflı yanlarının aşılması, ileri ve devrimci olanın özümsenmesine dayalı bu çabalar komünist hareketin sahneye çıkmasıyla sonuçlandı. Komünist hareketin merkez yayın organı EKİM, tam da Ekim Devrimi’nin 70. yılına girilirken, “Yeni Ekimler için” şiarıyla yayın hayatına başladı. Komünist hareket daha ilk adımda yakın geçmişimizin devrimci eleştirisini sosyalizmin tarihsel deneyiminden dersler çıkarma çabasıyla birleştirdi. Küçük-burjuva popülizmine, revizyonizme ve liberal tasfiyeciliğe karşı çok yönlü teorik mücadele, EKİM’in kendine özgü ideolojik kimliğinin oluşumunda belirleyici halkayı oluşturdu.

Komünistler daha en baştan, “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” ilkesini, “Devrimci teori devrimci pratik içindir” perspektifiyle ele aldılar. Komünist hareket 1989-90 yıllarında Marksist-Leninist normlarda örgütsel bir düzey kazandı. 1991 başlarında ise ilk örgüt konferansını topladı. Bu yıllar boyunca yükselen sınıf hareketine müdahale çabalarına, gençlik, kadın, kamu emekçi hareketi içinde etkin faaliyetler eşlik etti. Kürt halkının özgürlük mücadelesine ve o dönem devrimci çizgideki Kürt ulusal hareketine koşulsuz destek verildi. Komünistler, 90’ların başında Sovyetlerin yıkılışı ve yaklaşık aynı yıllarda işçi hareketindeki gerilemenin yarattığı ikinci büyük tasfiyecilik dalgasına karşı da etkili bir ideolojik-politik mücadele yürüttüler. Kendi saflarındaki tasfiyeci anlayışlarla devrimci hesaplaşmayı ise Ocak 92’deki Olağanüstü Konferans’la gerçekleştirmişlerdi...

1995’in ilk aylarında toplanan 3. Genel Konferans ise, EKİM’in ideolojik-teorik gelişme, örgütsel yapı, devrimci-militan pratik, sınıf hareketiyle birleşme çabaları bakımından önemli bir eşiği aştığının ifadesiydi. O yılların zorlu mücadele pratiği içinde siyasal sınıf çalışmasında büyük bir kararlılık gösterilmiş, sınıf devrimciliğine dayalı illegal-ihtilalci bir örgüt yaratılmıştı. Üstelik bu, kolay olanın, varoşlardan esen rüzgarın cazibesine kapılmadan, “Nerede hareket orada bereket” yaklaşımı reddedilerek, bizzat sınıf zemininde başarılmıştı. Nihayet Eylül 1997’de “Her şey parti için! Her şey parti kuruluş kongresi için!” şiarıyla, parti kuruluş kongresinin somut hazırlıklarına başlandı. Daha ilk adımda öne çıkarılan “Yeni bir kültür, yeni bir gelenek” iddiasının komünist işçi partisi formunda vücut bulmasının vakti gelmişti.

III-Parti ve 25 yıl

1998’de toplanan parti kuruluş kongresi, o güne kadarki tüm ideolojik-politik ve örgütsel birikimi program ve tüzük formunda yeni bir düzeye taşıdı. Temel ilkeler, örgütsel sorunlar, siyasal sınıf çalışması, taktik-siyasal meseleler, gençlik çalışması, kadın sorunu, ulusal sorun vb. hemen her konuda belirgin bir yetkinliğe ulaşıldığının ifadesi oldu. İdeolojik-teorik cephede ML dünya görüşüne bağlı bir arınma ve yetkinleşme sağlanmış, illegal temellere dayalı devrimci örgütlenmede taviz verilmemiş, siyasal faaliyet, mücadele ve eylemde devrimci-militan kimlik geliştirilmiş, düzenin her türlü zoru karşısında direniş geleneğine yeni halkalar eklenmişti. Ve tüm bunlar işçi sınıfını devrime kazanmayı hedefleyen siyasal sınıf çalışmasında ısrar ve kararlılık gösterilerek başarılmıştı.

Nihayet Kasım 1998’de yayınlanan bildiriyle Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin kurulduğu ilan edildi. “Devrim tarihimizde bir kilometre taşı” olarak tanımlanan TKİP’nin kuruluşu, “onyıllardır yıkılmayı bekleyen Türkiye’nin kokuşmuş ve çeteleşmiş kapitalist sömürü düzenine militan bir savaş ilanı” olarak tanımlanıyor ve şu sözlere bağlanıyordu:

“Partimizin kuruluşu, onyıllardır bu topraklarda devrim ve sosyalizm davası uğruna kavga vermiş, emek harcamış, acı çekmiş, büyük yiğitlik örnekleri sergilemiş dünün ve bugünün devrimci kuşaklarının yarattığı birikimin güvenceye alınmasıdır.”

Bu ilanın yapıldığı günler, Kürt hareketini İmralı sürecine götüren gelişmelerin patlak verdiği günlerdi. Aynı zamanda devrimci örgütleri çökertmeye yönelik operasyonlar birbirini takip ediyordu. TKİP de kuruluşun ardından örgütsel omurgasına yönelik aylarca süren ağır bir polis operasyonları dalgasıyla karşılaştı. Parti bu saldırıları “Devirmeyen darbe güçlendirir” bakışıyla göğüsledi. Komünist kadrolar işkencehanelerde, zindanlarda, mahkemelerde baş eğmeyen tutumlarıyla direniş geleneğine yeni halkalar eklediler. Dışarıda sınıf zemini üzerinde örgütsel-siyasal faaliyet ve mücadelenin sürekliliği sağlandı.

90’ların sonunda bir tarafta İmralı süreci derinleştirilirken, diğer tarafta devrimci hareketi ezmeye yönelik F-Tipi saldırısı hızlandırıldı. Ulucanlar katliamıyla başlangıç işareti verilen saldırı, devrimci örgütler tarafından 2000 Ölüm Oruçlarıyla göğüslenmeye çalışıldı. 19 Aralık katliamında ve hücrelerde sergilenen destansı direniş ve ağır bedeller devleti siyasi zaferden mahrum kılsa da F-Tiplerinin hayata geçirilmesini engellemeye yetmedi. Bu gelişmeler, 90’lı yıllarda yetişmiş kadro kuşağının büyük bölümü yitiren devrimci harekette yeni bir ideolojik ve örgütsel kırılmaya yol açtı. Yeni tasfiyeci süreç devrimci kimliğin ve değerlerin erozyonuyla iç içe derinleşti. Genel olarak sol harekette reformizm ve parlamenterizm büyük bir güç kazandı.

TKİP 2000’li yıllar boyunca sözde AB demokratikleşmesi, İmralı çizgisi vb. etkenlerle güç kazanan bu sürece karşı etkili bir ideolojik-politik mücadele yürüttü. Komünistler bunu genel politik gelişmelere etkin müdahalenin yanı sıra siyasal sınıf çalışmasında derinleşme, gençlik, kadın ve kamu emekçileri gibi özgün alanlarda mesafe almakla birleştirdiler. İrili ufaklı bir dizi işçi-emekçi direnişine öncülük ederken, 1 Mayısların ve 8 Martların devrimci sınıf özünü karatmaya yönelik eğilimlere karşı da devrimci siperleri tahkim etmeye çalıştılar. Geleneksel hareketlerin büyük bölümünün devrimci örgüt fikrini ve iradesini terk etmeye başladığı bir dönemde, 2007’de toplanan TKİP 2. Kongresi devrimci örgütün yaşamsal olduğuna vurgu yaptı.

III. Kongresinde “Parti, sınıf, devrim!” şiarını yükselten TKİP, şu saptamayı yapıyordu:

“İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek yeni bir devrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir...”

TKİP IV. Kongresi ise buradan yola çıkarak devrime çok yönlü hazırlık görevlerine, özellikle işçi sınıfı içinde güç olma ihtiyacına vurgu yapmaktaydı. Ana gövdesiyle sol hareketin “Çözüm süreci” aldatmacasına kilitlendiği, bunun 7 Haziran 2015’te olduğu gibi parlamenter hayalleri arşa çıkardığı bir dönemde, TKİP, V. Kongresini işçi sınıfının devrimci geleceğini temsil eden Greif Direnişini örgütlemiş ve Metal Fırtınasına imza atmış olarak topladı. 30. Yıl Konferansı ile VI. Kongresinde tüm bu deneyimlerin derslerinden devrimci sonuçlar çıkarıp genelleştirdi. Solda tasfiyecilik ve devrimci kimliğin yitiminde son aşamaya varıldığı son yıllarda, devrimci teorisi, programı ve taktiğiyle, ihtilalci örgütü ve moral değerleriyle TKİP, tüm güç ve enerjisiyle işçi sınıfını devrime kazanmaya yükleniyor, Türkiye’de işçi sınıfı devrimciliğini örgütlemeye kararlılıkla devam ediyor.

Düne göre koşullar daha zorlu, görev ve sorumluluklar daha ağır elbette. Fakat yaslandığı birikimin ve kendi öz süreçlerinin de tanıklık ettiği üzere, “TKİP’nin mayısında zorlu koşullara direnmek ve devrim yolunda kararlılıkla yürümek var.” Bu mayanın kaynağı ise her şeyden önce bizzat devrimci birikimimizin kendisidir. O yüzdendir ki TKİP, güncel sorumluk ve görevlerine tam da bu birikimden güç alarak sarılacağını, 7. Kongresi üzerinden şu sözlerle bir kez daha ilan etmeyi geçmiş kuşaklara bir borcu saymaktadır:

“Doğumunu, temel yapısal zayıflıkları ve halkçı kimliği üzerinden geçmiş devrimci hareketin çok yönlü bir eleştirisine borçlu olan partimiz, öte yandan bu aynı geçmişin devrimci kazanımlarına sahip çıkmak ve sınıf devrimciliği içinde anlamlandırarak geleceğe taşımak kararlılığı içinde olmuştur. Bu geçmiş devrimci hareketimizin ele alınışında, daha en başından açıklık ve tutarlılıkla ortaya koyduğumuz bir bakış açısı ve tutum olageldi. Devrimci hareketimizin yeniden doğuşunun 50. Yılında kendi kuruluşunun da 25. Yılını kutlayan partimiz bu alandaki kararlılığını sürdürecek, devrim bayrağını yükseklerde tutacak ve bunun ayrılmaz bir gereği olarak devrimci birikimimizi savunacaktır.

Devrimi ve devrimci birikimimizi savunduk, savunuyoruz ve savunacağız!” (TKİP VII. Kongresi, Kasım 2023)