TKİP’nin 16. kuruluş yıldönümünde yapılan konuşma…

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 26 Kasım 2014
  • 23:39

Devrim için devrimci parti,
devrimci sınıf!

 

Değerli dostlar, yoldaşlar,

Yeni bir yıldönümü etkinliğinde yine bir aradayız. Ekim Devrimi’nin 97’nci, partimizin kuruluşunun 16’ncı yılını kutluyoruz. Bu anlamlı günde coşku ve kıvancımızı paylaşarak gecemizi onurlandıran tüm dost ve yoldaşlarımızı, partimiz adına en içten devrimci duygularla selamlıyorum.

“Kavel’den Greif’a… İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!” gecesine hoş geldiniz!

 

İşçi sınıfının özel konumu

Kapitalist toplumda işçi sınıfı sonuna kadar devrimci biricik toplumsal kuvvettir. Kapitalizmi her türlü kötülüğüyle beraber mezara gömebilecek, kendisiyle birlikte sınıflı topluma son verebilecek bir tarihsel özneden söz ediyoruz. İşçi sınıfı kendinden önceki devrimci ezilen sınıflarla, işte özellikle bu yönüyle ayrışmaktadır. Kendisiyle birlikte insanlığın evrensel kurtuluşunu sağlamak, işçi sınıfını tüm öteki sınıflardan ayıran benzersiz tarihsel misyonudur. Sosyalizmin ütopyadan bilime sıçraması, işçi sınıfının modern toplumdaki bu özel konumunun saptanmasıyla gerçekleşmiştir.

Kapitalizmin tüm dünyaya yayılarak yerleşik bir düzen haline gelmesi sürecinde, iktisadi, sosyal, siyasal, kültürel tüm temel kazanımlar, proleter devrimci mücadeleler sayesinde koparılıp alınabildi. Keza sömürü ve kölelik boyunduruğu vurulmuş halkların ulusal kurtuluş mücadelelerindeki en büyük itilimi, proletaryanın en büyük eylemi olan Sosyalist Ekim Devrimi yarattı. Sadece bu kadarı, işçi sınıfının kapitalizm koşullarındaki devrimci mücadelesinin bile, insanlığa evrensel kazanımlar olarak döndüğünü görmek için fazlasıyla yeterlidir.

Bununla da bitmiyor; gerek bilimsel teori, gerekse tarihsel pratik göstermektedir ki, emperyalist-kapitalist sistem içinde ezilen ve sömürülen tüm emekçi katmanları devrim ekseninde birleştirmek ancak işçi sınıfının başaracağı bir görevdir.

 

Parti ve siyasal sınıf çalışması

Partimiz, bir hareket olarak mücadele sahnesine çıkışını, tam da Marksizm’in işçi sınıfıyla ilgili bu teorik özünü kavramaya borçludur. Bu, aynı zamanda onun tarihsel bilincinin ve gelecek perspektifinin de kaynağıdır. Biz hem Marksizm-Leninizm’in devrimci tarihsel birikimine, hem de bilimsel sosyalizmin işçi sınıfı ile ilgili temel teorisine yaslandık. Fakat aynı bilim ve tarih bize, işçi sınıfının örgütsüzse hiçbir şey, örgütlüyse her şey olduğunu da söylemektedir. Bir yanda işçi sınıfının ideolojisini savunmak iddiasında olup da öte yandan işçi sınıfına dudak bükenler, gerçekte bütün bunları yok saymaktadırlar.

Partimiz ise sınıfa verili bilincinden değil, tarihsel misyonu ve çağımızdaki özel konumu üzerinden yaklaşmaktadır. Biz gelip geçici olana aldanmadık. Genel olarak sınıfa yabancı, ondan uzak olan, ancak hareketli anlarında sınıfı keşfeden, fakat hareket geriye çekildiği anda da unutanlardan olmadık. Gecemize seçtiğimiz şiar dahi bunun yalın bir ifadesidir. Kavel’den Greif’a kadarki tarihsel kesit ele alındığında, Türkiye işçi sınıfının, sıkıştırıldığı cendereyi parçalamayı hep de zorladığı görülecektir. Üstelik bu, sermaye düzeninin çok yönlü hegemonyasına ve kuşatmasına terk edildiği halde olabilmektedir. Sınıf hareketinin kendiliğindenlik sınırlarına takılmasının sorumluluğunu, işçi sınıfından çok öncülük iddiasındaki sol akımlar, özellikle de onların ara kademe sendikal bürokrasiyi tutan kesimi taşımaktadır. Çünkü işçileri, kolektif bir kimlik kazandıkları üretim birimlerinde, fabrikalarda, sanayii havzalarında kucaklamak yerine, mücadeleden alıkoyan ve her türden gerici burjuva ideolojisinin etkisine bırakanlar onlardır. Oysa işçi sınıfı mücadele içinde öğrenir, eylem ve mücadele içinde kendisi için bir sınıf haline gelir, tüm insanlığa mal ettiği kazanımları da bu sayede elde eder.

Partimiz “İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazacak!” şiarında billurlaşan bir perspektife sahiptir. “Bugün artık tüm insan soyu için yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiş olsa bile, sosyalizm yine de temelde işçi sınıfının ve emekçilerin sorunudur, bu gerçeği hiçbir biçimde unutamayız. Sosyalizm ancak, işçi sınıfı bağımsız devrimci bir güç olarak burjuvazinin karşısına dikilir ve onu yıkmak üzere emekçileri kendi etrafında birleştirebilirse, bir özlem olmaktan çıkıp bir gerçek haline gelebilir.” Bu bakış açısının ürünü olarak en baştan itibaren tüm gücümüzü siyasal sınıf çalışmasına yoğunlaştırdık. Zira işçi sınıfı öz deneyimi temelinde eğitilip donatılmadıkça, güncel ve genel sorunlara karşı eyleme ve mücadeleye çekilip devrime kazanılmadıkça, devrim ve sosyalizm iddiasının lafazanlıktan öteye geçmeyeceğini biliyorduk.

O yüzden en baştan beri partiyi sınıfın bağrında inşa etmeye, partiyle sınıfın devrimci organik birliğini yaratmaya odaklandık. Partimizin fabrika eksenli siyasal sınıf çalışması, henüz bu birliği yaratamamış olsa bile, kendisini devrimci bir sınıf partisi olarak var etmesinin maddi zeminini oluşturmaktadır. Partimiz devrimci kimliğini, örgüt ve kadro yapısını, devrimci moral değerlerini inşa etmeyi ve kalıcı kılmayı da tüm güçlüklere karşı siyasal sınıf çalışmasındaki devrimci ısrara ve sürekliliğe borçludur.

 

Devrimci bir işçi eylemi olarak Greif Direnişi

Bugünkü etkinliğimizin ana gündemini oluşturan Greif direnişi, sınıf içindeki uzun soluklu çalışmamızın, yılları bulan emeğimizin hiç de boşa gitmediğinin özlü, canlı ve çarpıcı bir örneği olarak orta yerde duruyor. Şayet partimiz siyasal sınıf çalışmasının zorlukları karşısında soluğunu tutamasaydı, kolay olanın cazibesine kapılsaydı ne Greif’a önderlik eden devrimci işçiler yetiştirebilirdi ne de böyle bir direnişin onurunu taşıyabilirdi.

Greif üzerine uzun uzadıya durmayacağız. Partimiz, Greif’ın derslerini sınıfa mal etmek konusunda henüz yapacağı pek çok şey olsa da, direnişin anlaşılmasını sağlayacak epeyce değerlendirme yapmış bulunmaktadır. Burada yalnızca iki temel noktanın altını çizmek istiyoruz. Birincisi, Greif direnişi, sınıfın bağrında potansiyel olarak her zaman var olan devrimci eylem, inisiyatif ve enerjinin öncü devrimci müdahaleyle birleştiğinde, işçilerde nasıl bir değişim yaratılabildiğini çarpıcı bir şekilde göstermiştir. Burjuva ideolojik ve kültürel hegemonyayı parçalamanın yolu net bir şekilde açığa çıkmıştır. Ve Türkiye’de Greif benzeri sayısız fabrika devrimci müdahaleyi beklemektedir.

İkincisi, devrimci bir işçi eylemi olarak Greif direnişi, tüm dünyada işçi sınıfına vurulmuş en ağır pranga olan taşeron sistemini hedeflemesi ile sınıf mücadelesinde çok özel bir yer tutmayı fazlasıyla hak etmektedir. Eğer sınıf devrimcisi öncü işçiler dar bir bilinçle bakıyor olsalardı, bunu pek de dert etmez, ücret artışları vb.nde anlaşarak günü kurtarmaya bakarlardı. Oysa onlar, işçi hareketinin önündeki en temel engele saldırdılar. Dolayısıyla Greif direnişinin akıbetini, geçici yenilgilerin bozguna uğrattığı sıradan bilinçle kavramak, tarihten, sınıf savaşımından hiçbir şey anlamamak demektir.

 

Emperyalizmin çok yönlü bunalımı derinleşirken…

Değerli dostlar, yoldaşlar,

İşçi sınıfının devrime kazanılarak mücadele sahnesine çıkarılması, günümüz dünyasının en yakıcı ihtiyacı olmayı sürdürmektedir. Bu ihtiyaca yanıt verilmeden, emperyalist-kapitalizmin uzun yılları bulan tıkanıklığı ve genel bunalımına rağmen ayakta kalabilmesi, yönetebilmesi, bir başka deyişle insanlığı yıkıma sürüklemesi önlenemeyecektir. Oysa dönem, nereden bakılırsa bakılsın, bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemidir. Emperyalist sistem çok yönlü bunalımının faturasını, insanlığa, uygarlığa ve doğaya ödetmekte, her bakımdan geri dönülmez tahribatlar yaratmakta, toplumları sosyal, kültürel, ahlaki çürümenin karanlığına itmektedir. 2000’lerin başından bu yana dünya, keskinleşen emperyalist nüfuz mücadelesinin, tırmanan savaş ve saldırganlığın, bölgesel boğazlaşmaların arenası durumundadır. Bu savaşların yoğunlaşma sahası ise bir kez daha Ortadoğu’dur.

Öte yandan 2008 mali çöküntüsünün ardından, 2010’dan itibaren patlak veren yeni kitle hareketleri ve halk isyanları dalgası, devrim için mayalanmanın sürdüğünü de göstermekte, dünya burjuvazisini oldukça zorlamaktadır. Örneğin ABD’nin başını çektiği batılı emperyalist ittifakın, dünyayı dizayn etme politikaları bu dönemde tam bir çöküş yaşamıştır. Artık hiç kimse GOP’tan, BOP’tan bahsetmiyor. Ya da örneğin Haziran Direnişi’yle başlayıp, ikinci Mısır-Tunus isyan dalgasıyla devam eden süreçten sonra “ılımlı islam”, “model ülke” yavelerinden eser kalmamıştır.

Fakat son yılların bütün bu gelişmeleri devrimci önderlikten yoksun, işçi sınıfının devrimci eksenine bağlanmadıkları sürece, sosyal patlamalar ve halk isyanlarının geçici olarak da olsa yatıştırılabildiğini, hatta emperyalist manevralarla yedeklenebildiklerini de göstermektedir. Her şeye rağmen, bu sınırlarda kalsalar bile, halk hareketleri bir kez daha ispatlamıştır ki, 2011’de Libya’nın yerle bir edilmesiyle başlayıp, Suriye ile devam ettirilen emperyalist savaş, emperyalizmin bölge halklarına sunabileceği yegane “model”dir. Tüm dünyada işçi ve emekçilerin tiksintiyle izledikleri dinci-gerici çeteler ve kirli savaş vahşeti ise bu modelin başlıca ürünüdür. Emperyalistler, kendi canavarları olan bu güruhlar aracılığıyla başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarına hem caniyane bir savaşın yıkım ve acısını yaşatmakta, hem de kurtarıcı edalarında, halkların mücadele dinamizmini ve direnişini ehlileştirip boğmaya çalışmaktadırlar.

 

Türkiye’de yeni Greif’lar için biriken olanaklar

Dört bir yanının emperyalist müdahaleler ve halklar boğazlaşmasıyla çevrelendiği, geçtiğimiz yıl büyük bir sosyal patlamayla sarsılan Türkiye’de de devrimci mücadelenin ihtiyaçları açısından en temel sorun, işçi sınıfının bağımsız örgütlü bir güç olarak mücadele sahnesine çıkamamış olmasıdır. Şüphesiz Türkiye’de AKP eksenli dinsel gerici akım son bir buçuk yıldır sürekli kan kaybetmekte, moral ve özgüven yitimi yaşamaktadır. Son iki seçimden galip çıkması, onun derdine çare olamamıştır.

Haziran Direnişi ile içerde ve dışarda büyüsü bozulan, emperyalist efendileri nezdinde itibar kaybeden AKP iktidarı, aynı zaman dilimi içinde bir de bölge eksenli dış politikasında tam bir iflas yaşamıştır. Son Kobane direnişi ve Kürt sorunu eksenli gelişmeler bunu ayrıca derinleştirmektedir. Bütün bunlar, ekonomideki çöküş birikimleriyle birleşip, onun günümüzdeki aşırı saldırganlığını ve despotik yönetme anlayışını daha fazla ön plana çıkarmaktadır. AKP’nin ve dümenini tuttuğu sermaye düzeninin bu saatten sonra işçi sınıfı ve emekçi kitlelere bundan başka verebileceği bir şey kalmamıştır. İşçi katliamlarını “fıtrat”la açıklayan, toplumu faşist baskı ve devlet terörüyle hizada tutacağını sanan bu karanlık zihniyete karşı, işçi sınıfı ile tüm emekçi ve ezilen kesimlerde sürekli bir hoşnutsuzluk ve tepki birikmektedir. İşçi eylemlerindeki artış ile kitle hareketindeki dinamizm bunun ifadesidir ve yeni Greif’lar için koşullar her zamankinden daha elverişlidir.

Fakat ana gövdesiyle tasfiyeci liberal çöküntü içindeki liberal solun aklına bu koşullarda parlamenter hayalleri yaymak, düzen içinde liberal sol bir alternatif olarak sivrilmek dışında bir şey gelmiyor. Bu çöküşün ve tasfiyeci çürümenin yarattığı bir akıl tutulmasından başka bir şey değil. O yüzden kitle hareketinin militanlığı ve devrimci kitle şiddeti karşısında hızla ürküntüye kapılmakta, tıpkı Haziran günlerinde olduğu gibi, Kobane eylemleri sırasında da gönül rahatlığıyla itfaiyeciliğe soyunabilmektedirler. Benzer bir tutum Greif direnişi karşısında da sergilenebilmiştir. Sınıf çalışmasından sendikal bürokrasi içinde koltuk kapmayı anlayan akımlar, bu militan işçi direnişinde, dahil oldukları köhnemiş çarkların sonunu görüp ürküntüye kapılarak, ya açıktan düşmanlık yaptılar ya da direnişi görmezden gelip yalnızlaştırmayı seçtiler.

Partimiz içinse yeni Greiflar için oluşan birikimler, sınıfı devrime kanalize edebilmenin ve bağımsız devrimci bir işçi hareketi geliştirmenin imkanıdır. Zira devrimci mücadelenin ihtiyaçları açısından en temel sorunun çözümü buradan geçmektedir.

 

Öne çıkan Kürt sorunu ve devrimci çözüm ihtiyacı

Bu aynı şeyi, Türkiye’nin öteki temel sorunlarından biri olarak Kürt sorunu konusunda da söyleyeceğiz.

Bölgedeki son dönemin gelişmeleri, Kürt halkının 2012 yazındaki Rojava inisiyatifi ve dinci çetelere karşı Kürt hareketi önderliğinde Şengal, Mahmur ve Kobane’de sergilenen büyük direnişler, hem Kürt sorununu bölgesel düzeyde öne çıkarmış, hem de Kürt hareketine büyük bir prestij kazandırmıştır. Emperyalistler ve Türkiye başta olmak üzere bölgesel işbirlikçileri, Kobane’de ummadıkları bir direniş görünce sözümona yardım eli uzatarak Kürt halkının kazanımlarına göz dikmiş bulunuyorlar. Kürt hareketini ne yapıp edip ehlileştirmek, ondan bölgesel çıkarları doğrultusundan yararlanmak egemenlerin görünürdeki temel politikası haline gelmiştir. Zira önderliğindeki zaafa rağmen Kürt halkının özgürlük tutkusu ve umudu, devrimci kurtuluş özleminin yarattığı fedakarlık, direngenlik ve mücadele azmi bölge haklarına ilham vermeyi sürdürmektedir.

AKP yönetimindeki Türk sermaye devleti ise Kürt halkının kazanımlarını boğma politikasını kendi tarzında icra etmektedir. İki yıl boyunca kullandığı en temel araçlarından ilki, Suriye’de palazlanmalarına muazzam katkılar yaptığı dinci-gerici çeteler oldu. İkincisi ise Rojava çıkışı ile yaşadığı sıkışmadan kurtulmak için gündeme getirdiği “çözüm süreci” manevrasıydı. Rojava’ya karşı iki yıl boyunca sürdürülen kirli savaşa rağmen hala da sürdürülebilen “çözüm süreci” oyalaması AKP’den başka kimin işine yaramıştır? Bunu görebilmek için, Türkiye’deki siyasal gelişmeler bir yana, son Kobane direnişi de mi yetmiyor?

Kürt hareketinin “çözüm süreci”yle demokratik cumhuriyet ve demokratik özerklik çizgisine koşulsuzca kapaklanan kuyrukçu dostlara ihtiyacı olabilir. Fakat Kürt halkının gerçek özgürlük ve eşitlik için işçi sınıfı ve emekçiler ile birleşik devrimci mücadeleye yönelmek dışında bir seçeneği yok. Zira onun özgürlüğü önündeki en temel engel olan Türk sermaye devletinin yıkılmasının başka olanağı da, “kurulu düzen aşılmadıkça ulusal sorunun köklü ve kalıcı bir çözümü de yoktur. Bu hiçbir biçimde Kürt halkının büyük bedeller ürünü olarak elde ettiği kazanımları küçümsediğimiz anlamına gelmemektedir. Ama biz bunların devrimci bir çizgide yürütülen mücadelenin ürünü olduğunu da biliyoruz ve bu çizgide bir mücadele sürdürülmediği sürece korunamayacağını da…” Bir kez daha vurgulamak istiyoruz ki, Kürt halkının ütopyalara değil, Ekim Devrimi’nin tarihsel pratiğiyle doğrulanmış devrimci çözüme ihtiyacı var. Ve bu, halkların özgür, eşit, kardeşçe birliğine dayalı sosyalist cumhuriyetten başkası değildir.

 

Sınıf eksenli çalışmaya yüklenecek, devrimci örgütü güçlendireceğiz!

Dostlar, yoldaşlar,

Partimiz yeni mücadele yılına Greif direnişinin politik ve moral gücüyle girmektedir. Yeni Greif’lar yaratmak hedefiyle sınıf eksenli çalışmayı yoğunlaştırmak, partiyle sınıfın devrimci birliğinde sıçrama sağlamak partimizin en öncelikli hedefidir. TKİP bunu, illegal-ihtilalci örgütlenmeyi sınıf eksenli çalışma içinde büyütmekle birlikte ele almaktadır. Günümüz dünyasında çok daha hayati önem kazanan devrimci örgütü güçlendirmek, solun iki reformist program etrafında kümelendiği, her şeyin parlamenterizme endekslendiği koşullarda, tasfiyeci-liberal cereyana göğüs germenin temel koşulu durumundadır. Partimiz tek başına kalsa bile bu zorlu çabalardan bir an olsun vaz geçmeyecektir. Sınıfı sermaye düzenine karşı ideolojik-politik ve örgütsel olarak donatmak bu çaba içinde başarılacak, sınıfın mücadele mevzileri her türden sendikal koruculardan bu sayede arındırılacaktır.

Siyasal sınıf çalışmasına yüklenerek sınıfı devrime hazırlamak, partiyle sınıfın devrimci birliğini yaratmak geçmiş devrimci kuşaklara borcumuz olduğu kadar, gelecek kuşaklara karşı da vazgeçilmez sorumluluğumuzdur!

Hepinizi içten devrimci duygularla bir kez daha selamlıyorum.

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!
Yaşasın proletarya devrimi ve sosyalizm!

Kasım 2014

www.tkip.org