Parti, sınıf ve siyasal mücadele
(TKİP V. Kongresi’nde Cihan yoldaşın yaptığı açılış konuşmasının kısaltılmış kayıtlarıdır...
Başlık ve ara başlıklar yayın vesilesiyle konulmuştur...)
Partimizin IV. Kongresi 2012 yılı sonbaharında toplandı. Aradan geçen üç yılın ardından şimdi partimizin V. Kongresi’ni toplamış durumdayız. 2007’de toplanan II. Parti Kongresi’nden beri parti kongreleri ikişer ya da üçer yıllık aralarla toplanıyor. Bu, tüzükte belirlenen sınırlara uygun bir tablo. Sözkonusu tarihten itibaren parti yaşamının yeniden belli bir düzene oturduğu, kongrelerin gerçekleşme seyri üzerinden de görülebiliyor. V. Parti Kongresi’ni üçüncü yıl içerisinde topluyor olmamız, partinin gelişme süreçlerine ve ihtiyaçlarına bakıştan gelen bir tercihti. Sonuçta parti tüzüğünün öngördüğü azami sınırlar içerisinde yeni parti kongremizi toplamış bulunuyoruz.
Temsil yeteneği olan tüm yerel örgütlerin seçilmiş delegeleri ile toplanan bir kongredeyiz. V. Parti Kongresi son dört kongre içerisinde en geniş temsile dayanan parti kongresidir. Öte yandan kadın delegelerin çoğunluğu oluşturduğu ilk parti kongresindeyiz. Kongremiz belirlenmiş ve gerekçelendirilmiş gündemlere dayalı bir ön hazırlık süreci üzerinden toplanıyor. Bugün üzerinden bakıldığında yeterli bir ön hazırlık sürecini geride bırakmış durumdayız.
Kendisini çevreleyen bölgeyle birlikte Türkiye halen karmaşık ve günden güne ağırlaşan bir kriz içerisinde. Olayların nereye varacağı henüz fazlasıyla belirsiz. Devrimci siyasal mücadele açısından çok daha güç koşullarla yüzyüze kalacağımız ise şimdiden kesin. Parti kongresinin böyle bir dönemde toplanıyor olması önemli bir imkan. Parti kongresi olarak gelişmeleri değerlendirerek sonuçlar çıkarmak, partimizi bu zor ve belirsizliklerle dolu yeni döneme hazırlamak sorumluluğu ile yüzyüzeyiz.
Sınıf eksenli siyasal güç odağı olmak hedefi
Kongre hazırlığının bir parçası olarak IV. Parti Kongresi’nin bazı temel belgelerini bu vesileyle inceleme olanağı buldunuz. Bu metinlerde V. Kongre’nin misyonuyla ilgili olarak yıllar öncesinden ortaya konulmuş açık tanımlamalar var. IV. Parti Kongresi açılış konuşmasında, kongre kapanış konuşmasında ve nihayet kongre bildirisinde bu gerekçeleriyle birlikte ortaya konulmuş durumda. Tüm bu metinlerde, V. Parti Kongresi’nin, partinin sınıf eksenli bir siyasal güç odağı olmak hedefine dayalı gündemlerle toplanan, bununla bağlantılı sorunları tartışan, partiyi bu açıdan aydınlatan ve donatan bir kongre olacağı vurgulanıyor. Bu hedef ve bununla bağlantılı sorunlar, kongremizin ele alacağı tüm gündemlerin, tartışıp karara bağlayacağı bütün sorunların ana ekseni olacaktır.
Toplumda her ciddi siyasal akım, bir sınıfsal konumu ya da sosyal-siyasal sorunu hareket noktası olarak alır, bu ekseni üzerinden varlığını ve gelişimini sürdürür. Bugün Kürt ulusal hareketi bir güç odağıdır; ezilen ulus davasını eksen alıyor, ulusal özgürlük kaygısı olan tüm sınıf ve tabakaları birleştirmeye çalışıyor ve bunda önemli bir başarı sağladığı içindir ki toplum düzeyinde bir güç olabiliyor. Devrimci bir siyasal akımın bir güç odağı olabilmesi ise, nesnel konumuyla devrimci olan bir toplumsal güce, bir sınıfa dayanabilmesi ölçüsünde olanaklıdır. Bunun başarılamadığı bir durumda böyle bir şans kategorik olarak yoktur. Günümüz toplumunda etkin bir rol oynamak isteyen her devrimci parti, devrimci bir sınıf eksenine bağlanmak, buna uygun bir toplumsal tabana yaslanmak durumundadır.
Adı üzerinde biz komünist partisiyiz, sınıfın devrimci partisi olmak iddiası taşıyoruz. O halde temsil etmek iddiası taşıdığımız sınıfa, işçi sınıfına dayanmada mesafe alabildiğimiz ölçüde, öncelikle iddiamızla tutarlı olabilir, böylece aynı zamanda gerçek bir güç odağı haline gelebiliriz. Dikkat ediniz, biz ancak sınıf çalışması içinde ve bunun ürünü fabrika direnişleri üzerinden kendimizi hissettirebildiğimiz oranda, kendi dışımızda ilgi konusu olabiliyoruz. Eğer önemli bir işçi hareketliliği vesileyle siz bir biçimde devlet, sermaye ve sendika bürokrasisinin hedefi haline geliyor ve gündemlerine girebiliyorsanız, bu en azından sizin güç odağı olma potansiyelinizin bir yansımasıdır. Bu başlı başına bir güç odağı haline geldiğinizin bir kanıtı değildir belki, ama bunun kayda değer bir ilk belirtisidir.
Sınıf eksenli devrimci bir parti olmak genel bir stratejik hedef, oysa sınıf eksenli siyasal güç odağı olarak solda, giderek de toplumda öne çıkmak, çok daha somut ve güncel bir hedeftir. Stratejik değil, fakat gelişme sürecinizin bu evresine özgü dönemsel bir hedeftir bu. Bugün artık bu hedefe daha somut bir biçimde yürüyebileceğimiz bir aşamadayız. Kongremizin saptanmış bütün gündemlerini kesen ana eksen budur. V. Parti Kongresi olarak buna ilişkin sorunları tartışmak durumundayız.
Bunu örneklemek istiyorum. Kongre gündemleri arasında, bugünün siyasal yaşamında öne çıkan bir dizi sorunla bağlantısı içinde yakın dönem Türkiye tarihi de var. Doğal olarak biz komünistler, Türkiye’nin tarihini, profesyonel tarihçiler, akademisyenler ya da bu türden genel sorunlarla ilgilenen düşünce insanları olarak ele alamayız. Yakın dönem Türkiye’sinin tarihi, daha somut olarak evrimi içinde Cumhuriyet dönemi tarihi, bizim için tam da siyasal sınıf mücadelesinin güncel sorunları bakımından önem taşımaktadır. Cumhuriyet sürecinin tarihsel gelişme seyrine ve gelinen yerdeki sonuçlarına ilişkin açıklıklar, sınıf üzerinde etkide bulunan her türden gerici akıma karşı sistemli mücadele ve bu mücadelenin de temel amacı olarak, sınıfın devrimci siyasal eğitimi için gerekli bize.
Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye’nin yakın dönem tarihine yaklaşımlar, günümüzün siyasal tartışma ve mücadelelerinde önemli bir yer tutuyor. Bu konu halen güncel siyasal mücadelenin dolaysız bir alanı ve aracı durumunda. Herkes kendi konumu üzerinden bu konuda bir şeyler söylüyor; buradan giderek amaç ve hedeflerine bir haklılık ve meşruluk, kendince bir tarihsel dayanak ve derinlik kazandırmaya çalışıyor. Cumhuriyet yıkıcılarından onu idealize ederek savunanlara, ulusal cumhuriyetçilerden demokratik cumhuriyetçilere kadar bu böyle. Doğal olarak kitleler ve bu arada işçiler, tüm bu ideolojik-politik çaba ve çatışmaların gündelik hedef kitlesi durumunda. Öte yandan uzun onyılları bulan resmi devlet ideolojisinin ürünü olarak kitlelerde bu sorunlar üzerinden oluşmuş, kökleşmiş önyargılar var. Bunların gündelik çalışmada karşımıza nasıl çıktığını, bize ne türden güçlükler çıkardığını hepimiz biliyoruz.
Demek ki bu konudaki açıklık bize, tam da günümüzün pratik ihtiyaçları, daha somut olarak sınıfın gündelik devrimci siyasal eğitimi için gereklidir. İdeoloji ve söylemleriyle sınıf kitleleri üzerinde etkili faşist, dinci, gerici milliyetçi, ezilen ulus milliyetçisi, reformist vb. her türden burjuva ve küçük-burjuva siyasal akıma karşı başarılı bir mücadele için gereklidir.
Aynı şekilde kongre gündemimizde, “Siyasal sorunlar, sınıf mücadelesi ve sınıf çalışması” genel başlığı altında, bir dizi siyasal konuya yer verildiğini de görüyoruz. Demokrasi sorunu, bağımsızlık sorunu, ulusal sorun, kadın sorunu, din sorunu, Alevi sorunu, çevre sorunu vb., vb... Elbette bizi bu kongrede ilgilendiren bunların genel ilkesel ve teorik çerçevesi, dolayısıyla programatik sonuçları değildir. Bunu yıllar öncesinden yaptık, partimiz için gerekli açıklıkları fazlasıyla sağladık. Tüm bu sorunlar konusunda yaratılmış teorik-siyasal açıklıklar üzerinden partimizin programını inşa ettik, partimizi de bu sağlam ideolojik temel üzerinde kurduk.
Bu böyleyse eğer, tüm bu sorunların bir parti kongresinde gündem olarak işi ne? Yanıtı, yakın dönem Türkiye tarihi üzerine söylediklerimle aynı çerçevededir. Çünkü tüm bu sorunlar, tam da bu aşamada, tam da sınıf hareketiyle giderek daha anlamlı bağlar kurmaya başladığımız ve yeni parti kongresinin ardından bunu yeni bir aşamaya çıkarmayı hedeflediğimiz bir sırada, bizim için son derece politik-pratik bir anlam ve önem taşımaktadır. Bir kez daha görevimiz, tüm bu sorunlar üzerinden sınıfın devrimci eğitimidir, tüm bu sorunların ifade bulduğu bir politik hat üzerinden devrimci bir sınıf hareketi geliştirmektir. Bu sorunların parti kongresi gündemine alınması bu nedenledir ve kongre çalışmaları sırasında sözkonusu sorunlar yalnızca bu yönleriyle, bu sınırlar içinde ele alınacaklardır.
Kriz coğrafyası ve devrimci sınıf alternatifi
Bugünün Türkiye’si, kendisini çevreleyen kriz bölgelerinin tam merkezinde, kendi de çok yönlü kriz içinde bir ülkedir, demiştim. Doğal olarak her ciddi devrimci parti halen iç karartıcı biçimde seyreden bu genel kriz tablosuna karşı bir çözüm alternatifi geliştirmek durumunda. Peki, işçi sınıfını temsil etmek iddiası taşıyan devrimci bir parti olarak bizim, halen tüm bölgeyi ve ülkeyi kuşatan bu karmaşaya yanıtımız ne olabilir? Daha doğru bir ifadeyle, devrimci bir çözüm alternatifi nasıl, hangi durumda bir anlam, önem ve giderek pratik bir değer kazanabilir?
Mesele bir program ve devrimci strateji ortaya koymak sorunu olsaydı sorunumuz kalmazdı. Parti olarak buna uzun yıllardır zaten sahibiz. Ama sorun hiçbir biçimde bu değil. Mevcut krize devrimci alternatif geliştirmek, kuşkusuz programatik ve stratejik bir çerçevede, ama tümüyle pratik bir sorundur. Ortaya koyduğunuz çözüm alternatifinin pekala bir toplumsal mantığı, bir sınıfsal karakteri olabilir. Ama bu da kendi başına hiçbir şeyi çözmez. Asıl önemli ve tayin edici olan, bu çizginin toplumsal hayatın içinde kendi gerçek dayanaklarından güç alabilmesidir, maddi sınıfsal bir temel üzerinde ete kemiğe bürünebilmesidir. Bu olmadığı sürece sözünüzün gerçek siyasal yaşam içinde bir yeri, bir etkisi, işlevi olamaz. Ya elleri böğründe kalırsınız, ya da ne edip edip olayları etkilemek adına gerçekte başka güçlerin eklentisi haline gelirsiniz, onların çözüm çizgisinin dolgu malzemesi olursunuz. Ayaklarınızı temsil etmek iddiası taşıdığınız toplumsal alana basmadıkça, sırtınızı salt en ileri kesimleri şahsında da olsa devrimci bir sınıfa dayamadıkça, sınıf mücadelesi sürecindeki desteğini buradan alan bir siyasal güç odağı haline gelmedikçe, güncel krizlere pratik değeri olan çözümler sunamazsınız.
Kategorik olarak sınıf dışı olan geleneksel Türkiye solu, bundan dolayıdır ki, siyasal yaşamda bağımsız bir tutum ortaya koyamıyor, sonuçta kendi dışındaki çözümlerin, bu çözümlerin temsilci durumundaki başka güç odaklarının eklentisi durumuna düşüyor. Bir siyasal parti ya da grubun kendi sınıfsal ekseni, maddi gücünü buradan alan bağımsız siyasal platformu, bunun ifadesi bağımsız siyasal hedefleri olmazsa, başkalarının eklentisi durumuna düşmek kaçınılmaz olur. Kaçınılmaz olur, zira bir toplumsal güce sırtınızı dayamadığınız sürece, bunu yaratmaya bir inancınız, bu doğrultuda bir yöneliminiz ve bu çerçevede bir pratik çabanız olmadığı sürece, gerçek mücadele sahnesinde yapacağınız başka bir şey de kalmaz. Bu durumda bağımsız bir siyasal hareket olarak var olmak hak ve olanağını da yitirirsiniz. Ya siyasal yaşamın dışına düşersiniz, ya da bu akıbetten kurtulmanın bir yolu olarak başka çözümlerin sıradan bir eklentisi haline gelirsiniz.
Biz komünistler, bağımsız bir devrimci siyasal güç olarak var olmak, kendi programımız ekseninde hareket etmek, kendi stratejik hedefimiz üzerinden yol yürümek istiyorsak, temsil etmek iddiasında olduğumuz sınıfa dayanabilmek durumundayız. Zira devrimci programımızın, stratejimizin ve taktiğimizin maddi taşıyıcısı olacak sınıf üzerinden mesafe alamadığımız sürece, sonuçta bir şey yapamayız. En iyi durumda bir siyasal düşünce odağı olarak kalırız. Oysa biz devrimci bir partiyiz, dolayısıyla etkin bir taraf, bu çerçevede bir siyasal güç odağı olmak zorundayız.
Ortadoğu halen bir kör dövüşünün yaşandığı, neredeyse herkesin birbirini boğazladığı bir kriz coğrafyası durumunda. Ortaçağ’a özgü büyük bir parçalanma, bölünme, ufalanma var. Farklı dinler, mezhepler, aşiretler, uluslar, etnik azınlıklar, birbirleriyle çatışma içindeler. Bütün bunlar emperyalist ve siyonist politikaların başarısını gösteriyor. Emperyalizmin böl-yönet politikasının en zehirli meyvelerini verdiği bir dönemin içindeyiz. Ortadoğu’nun mevcut tablosunda, buradaki siyasal akımlardan hangisi, hangi birleştirici programla ve bu programın taşıyıcısı olabilecek bir sınıf ekseniyle, bu acılı bölgeyi bu tüketici bataktan çekip çıkarabilir? Dinciler mi, milliyetçiler mi, mezhepçiler mi? Bölünmeyi, giderek de çatışmayı yaratan tam da bu eksenler değil mi? Birleştirici program, devrimci sınıf eksenine dayanan kapsayıcı bir program olabilir ancak. Türkiye’yi dört bir yandan çevreleyen kriz bölgesinde dört önemli ülke var. Türkiye, Rusya, İran ve Mısır. Bunların dördü de kapitalist gelişmede belli mesafeler almış ülkeler, dolayısıyla dördünde de dikkate değer bir işçi sınıfı var, devrimci açıdan önemleri tam da buradan gelmektedir. Bölgenin kaderi gelecekte bu dört ülke üzerinden belirlenecektir.
Biz Türkiyeli komünistleriz; rolümüzü kendi ülkemiz üzerinden oynamak durumundayız. Siz Türkiye’de, Türkiye işçi sınıfı ekseninde devrimci siyasal mücadeleyi geliştirmekte ne denli başarı sağlarsanız, sizi kuşatan bölgede ve tüm dünyada devrimci süreçlerin gelişmesine de o denli katkıda bulunmuş olursunuz. Bu devrimci enternasyonalizmin en asli koşulu ve gereğidir. Kendi gerçek işinizi yapmıyorsanız, kendi asli misyonunuz üzerinden yol almıyorsanız, gerçekte enternasyonalist değilsiniz. Elbette başka ülkelerin devrimi için savaşmak da enternasyonalizmin bir boyutudur ama yalnızca tali bir boyutu. Aslolan, kendi ülkenizde başka ülkeleri rahatlatacak, onların devrimci siyasal süreçlerini güçlendirecek ve hızlandıracak en azami çabayı ortaya koyabilmek, bu doğrultuda anlamlı mesafeler alabilmektir. Bolşevikler Rusya’da Ekim Devrimi’ni zafere ulaştırarak, böylece Batı’nın devrimci işçi hareketi ve Doğu’nun ulusal kurtuluş mücadeleleri için en azamisini yapmış oldular. Muzaffer Ekim Devrimi şahsında Doğu’nun ve Batı’nın devrimci dinamikleri önemli bir dayanağa kavuştu ve ortak bir çığırda birleşti.
Bu açıklamaları kongremizin asli gündemine bağlamak istiyorum. Gerek bölge gerekse Türkiye’deki karmaşık kriz gerçeği üzerinden dönemin devrimci siyasal görevlerine baktığımızda bile, sorun gelip devrimci bir sınıf hareketi geliştirme ihtiyacına bağlanıyor. Yaşananların güncel ağırlığı altında, iyi ama bu ne zaman başarılacaktır, diye sorulacaktır. Bu soruyu, bugünden başlamazsanız hiçbir zaman başarılamaz, biçiminde yanıtlamak durumundayız. Başarmak için bir an ve bir yerlerden başlamak zorundasınız. Devrimciler olarak köklü değişimler ve dönüşümler peşindeyseniz eğer, kısa dönemli çözümler aramayın, bulamazsınız. Acil ve kestirme çözümler peşindeyseniz eğer, o halde kendi varlık nedeninizi, bağımsız bir siyasal akım olmak iddianızı bir yana bırakınız, gidip başkalarının çözümüne omuz veriniz. Ama bağımsız bir siyasal akım olarak kalmak, kendi rolünüzü oynamak, kendi devrimci çözümünüzü gerçekleştirmekse iddianız, kısa dönemli ya da kestirme çözümler bulamazsınız. Sabırla kendi çizginizde, kendi yolunuzu yürümek zorundasınız.
Devrimci bir parti kendi taktik önceliklerini, kendi stratejik yönelimine göre belirlemek zorundadır. Türkiye’deki siyasal süreçlere etkin bir biçimde müdahale edebilmenin tek yolu, kendi toplumsal alanınızda, yani işçi sınıfı içerisinde siyasal bir güç olmaktır. En sınırlı güçlere sahip olduğunuz bir dönemde inisiyatif gösterebildiğiniz bir eylem bile sizi bir anda gündeme taşıyabiliyor. Sınıfa dayalı siyasal güç odağı olma hedefine üç-beş yıl soluksuzca, kararlıca sahip çıkın, ardından tümüyle çok başka bir yerde olursunuz.
Yıllardır ısrarlı bir biçimde, fabrikalarda konumlanmadan sınıf hareketini etkileme imkanı yoktur diyoruz. Eğer Reno’da, Tofaş’ta, Ford’ta, Arçelik’te, benzer bir dizi öteki metal fabrikasında önden yerleşmiş çekirdeklerimiz olsaydı, Metal eylemliliğini sürükleme kapasitemiz tümüyle başka olurdu ve bu da sınıf hareketini tümüyle başka bir düzeye taşırdı.
Greif’teki işçi profili ile Reno’daki arasında esaslı bir fark yok gerçekte. Gerici siyasal kültürün, dinin ve şovenizmin etkisi her ikisinde de aynı ölçüde var. Ama farklı olarak Greif’te öncü devrimci bir işçi çekirdeği vardı. Bu devrimci öncü grup sayesinde devrimci politikalar o sıradan işçi kitlesi tarafından kolayca benimsenebiliyordu. Direnişin diri döneminde direnişçi kitleyi bu çizgide kolaylık sürüklemek olanaklı olabiliyordu. Metal fabrikalarında olmayan buydu.
Partinin önünde şimdi Greif Direnişi ve Metal Fırtınası deneyimi var. Bunlar kongre çalışmaları içinde genişçe ele alınacaktır, ayrıntısına girmiyorum. Sadece temel fikri bir parça netleştirmek için bu deneyimlere atıfta bulunuyorum; bir kriz coğrafyasında ve bir kriz ülkesinde, Türkiye işçi sınıfının bir umut kaynağı olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. Gerçekte bunu yıllardır yineleyip duruyoruz. Türkiye işçi sınıfının gelişmişlik düzeyinden hareketle bölgede oynayabileceği role işaret ediyoruz.
Türkiye’de gövdesiyle güçlü bir işçi sınıfı var. Bu sınıfa yönelik devrimci müdahaleniz, devrim için yapabileceklerinizin temel ölçütü, devrimci süreci ilerletebilmenin biricik güvencesidir. Türkiye gibi bir ülkede toplumsal devrim için başka da bir şans yok. Ezilen ve sömürülen öteki emekçi katmanları mücadeleye başarıyla çekebilmek için bile devrimci bir işçi sınıfı hareketi geliştirmek durumundasınız. Bundan geri duruyorsanız eğer, işin aslında devrimden geri duruyorsunuz demektir.
Toplumsal muhalefet ve işçi sınıfı ekseni
Karmaşık bir krizin pençesindeki günümüz Türkiye’sinde, pervasız bir dinci faşist rejim var halen. Konumunu korumak ve hedeflediği yeni düzeni oturtmak için tüm imkanlarını kuralsız bir biçimde ve sonuna kadar kullanıyor. İktidara yerleşmek için uzun yıllardır harcadığı çabanın bir ürünü olarak önemli avantajları var. Devletin dümeni elinde; halen bürokrasiyi, istihbaratı, orduyu, polisi, medyayı, üniversiteyi denetim altında tutuyor. Güçlü iktisadi ve siyasal mevzilere, yansıra önemli bir seçmen desteğine sahip. Ama büyük handikapları da var. İç ve dış sorunlardan oluşan karmaşık ve günden güne ağırlaşan bir kriz yumağı ile yüzyüze. Son olarak buna tüm ağırlığı ile Kürt sorunu da eklendi. Bütün bunların altından kalkması kolay görünmüyor.
Toplumsal konumları, çıkarları ve hedefleri birbirinden temelden farklı çok değişik toplumsal kesimler ve siyasal güçler AKP’de cisimleşmiş bu iktidara diş biliyor, ama halihazırda çok fazla bir şey de yapamıyorlar. Bu çevreler tüm umutlarını 7 Haziran öncesinde parlamenter çözüme bağlamışlardı. Bunun boşa çıktığını ve yerini derin bir hayal kırıklığına bıraktığını biliyoruz.
Parlamenter çözüm hayallerinin akıbeti bu oldu. Benzer hayallerin yeniden depreşmesi kolay değil. Zira yaratılan yeni toplumsal-siyasal atmosferde böyle bir umudu yeniden yeşertecek pek bir imkan görünmüyor. Bu durumda geriye askeri darbe ve toplumsal mücadele alternatifleri kalıyor. İlki emperyalizmin ve büyük burjuvazinin ihtiyaç duyduğunda başvurabileceği bir çözüm yolu. Mısır bunun taze bir örneği olarak duruyor. Devrimcilerse doğal olarak ikinci yola yüklenmek durumundadırlar. Ama bunu bizzat Mısır örneğinin ortaya koyduğu derslerle birleştirmezlerse, gösterecekleri çabalar ilk çözümün uzantısı olmaktan öteye gidemeyebilir de. Geleneksel sol Haziran Direnişi türünden patlamalara büyük değer atfettiği için Mısır derslerini gözönünde bulundurmak gerçek devrimciler için özellikle önemlidir. Aksi takdirde düzen içi çatışmanın ve çözümlerin dolgu malzemesi olmak kaçınılmaz bir akıbet olur.
Haziran Direnişi, tabanını emekçiler oluştursa bile rengini ve sınırlarını burjuva, küçük-burjuva ara katmanların belirlediği bir hareket oldu. Bu onun güncel planda oynadığı rolü, buradan gelen önemini azaltmaz kuşkusuz. Bu patlamanın dinci faşist diktaya karşı yarattığı geçici soluklanmanın anlamını ve değerini yeterli açıklıkta ortaya koyuyor değerlendirmelerimiz. Ama aynı değerlendirmeler yarattığı olanaklar kadar sınırlarına da önemle dikkat çekiyor. Bu, sınıfları dikey olarak kesen, dolayısıyla çıkarları birbirine karşıt sınıfları içeren, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak da burjuva katmanların sınırlarını belirlediği bir hareket oldu, diyor.
Kendiliğinden patlak vermiş bir harekettir Haziran Direnişi. Böyle bir hareketin kendi sınırları içerisindeki anlamını, değerini, yararlarını ortaya koyabiliriz. Ama bunu idealleştiremeyiz. Birilerinin yaptığı gibi “Haziran ruhu” adı altında yüceltemeyiz. Zira burada belirgin bir sınıf işbirliği alanı var. 7 Haziran seçim süreci değerlendirmelerimizde ifade ettik; sınıf ekseninden uzak duran her hareket ya da oluşum, bir biçimde sınıf işbirliği platformuna meyleder. Ayrıştırıcı güç sınıf eksenidir. Küçük-burjuvazi bunu yapamaz. Orta sınıf hiç yapamaz, tam tersine, alt sınıfları burjuvaziyle sınırlı bazı tavizler temelinde uzlaştırmaya ve bütünleştirmeye çalışır. Bunu ancak devrimcileşen bir işçi sınıf hareketi yapabilir. Böylece söylediklerimi aynı temel soruna bağlamış oluyorum.
Haziran Direnişi değerlendirmelerinde söylenen zaten budur. Greif patlak verdiğinde söylemeye çalıştığımız da bu oldu; direnen işçiler Haziran Direnişi’nin mirasına sahip çıkıyor ama bunu sınıf eksenine taşıyor, dedik. Haziran Direnişi’nin en samimi, ilerici, sola yakın kesimleri o sınırlı Greif direnişine bile sembolik sınırlarda da olsa desteklerini verdiler. Ama burjuva ara katmalar, onların ufkunu ve ruhunu temsil eden siyasal güçler, özellikle de reformist sol çevreler, dönüp bu direnişe bakmadılar bile. Gezi’ye sempatiyle yaklaşan bazı büyük holdinglerin sözünü bile etmiyorum. Ne de olsa onlar gerçek sınıf düşmanları. Gerçek sınıf ilişkileri alanının ne olduğunu, burada nasıl davranıldığını, biz metal fırtınası deneyimi üzerinden de gördük. İşçilere en sıradan tavizler vermeye bile yanaşmadılar! MESS, yani Koç Holding! Oysa AKP’nin bütün bir şerrini üzerine çekerek Divan Otelini Gezi’deki direnişçilere açıyordu. Cem Boyner’in holdingi Gezi Direnişi’nin birinci yıldönümünde yapılacak gösterilerde, göstericilere kendi işyerlerinin açılması ve su verilmesine ilişkin genelge yayınlayabiliyordu. Oysa bu aynı büyük sermaye grupları gerçek bir sınıf eylemine bir sınıf katılığı ve kiniyle yaklaşıyorlar. Tümüyle anlaşılır nedenlerle ve tümüyle tutarlı bir sınıf tavrıyla.
Sınıf eksenli devrimci siyasal çalışma, bizi her türlü sınıf işbirliği platformunun etkisinden uzak tutacaktır. Bu görevden uzak duranlarsa ister istemez sınıf işbirliği platformlarına mahkum kalacaklardır. Buna eğilim hiçbir biçimde rastlantı değildir. Salt çaresizlikten gelen bir durum hiç değildir. Tersine bunun gerisinde belirgin bir sınıfsal mantık var. Bu burjuva, küçük-burjuva ara katmanların sınıfsal ufku ve tutumudur. Bu katmanları siyasal mücadele sahasında ayrıştırmak ve emekçilere yakın kesimlerinin desteğini kazanmak da ancak devrimci bir işçi sınıfı hareketinin geliştirilmesi ölçüsünde mümkündür. Aksi durumda orta sınıf ufku toplumsal muhalefeti kendi reformcu çizgisi üzerinden gerisin geri düzene bağlayacaktır.
Bu konu günümüz dünyasının sorunlarını ele alırken de karşımıza çıkacak. Bugünün dünyasında şu an içinden geçmekte olduğumuz konjonktürün en temel olgularından biri de, toplumsal muhalefet üzerindeki güçlü bir orta sınıf baskısıdır. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos bunun öne çıkan güncel örnekleridir. Orta sınıf ağırlığının toplumsal muhalefete etkisinin İngiltere, ABD gibi ülkelerde bile yansımaları var. İngiliz İşçi Partisi’nin yeni seçilen lideri, partinin sol kanadını temsil ediyor ve bu rastlantı değil. ABD Başkanlık seçimlerinde ilk kez İsveç türü sosyalizmden söz eden bir aday var ve ABD için şaşırtıcı denecek düzeyde bir destek görüyor, bu da rastlantı değil. Tüm bunlar çözülmekte olan orta sınıfların belli sınırlardaki ilerici tepkilerini ifade ediyorlar. Burjuvazi artık bir zamanların ayrıcalıklı ara katmanlarına eski tavizleri vermiyor. Bu da onları sisteme karşı reformcu tepkilere itiyor. Bu kadarı sorun olmak bir yana olumlu bir gelişmedir de. Sorun olan, bu tepkilerin toplumsal muhalefeti kendi yörüngesine alması ve kendi üzerinden gerisin geri düzen bağlamasıdır. Bunalım içinde kıvranan Yunanistan’da bunun tam ne demek olduğunu Syriza bize bütün açıklığı ile gösterdi. Bizde de buna heveslenenler var, sorunun önemi daha somut olarak buradan geliyor. Her biçimiyle reformist sol şahsında kendini gösteren bu türden bir orta sınıf baskısını göğüslemek görevi, gelip bir kez daha devrimci bir işçi sınıfı hareketi geliştirmek ihtiyacının özel önemine bağlanıyor.
Partinin sorunları ve devrimci sınıf hareketi
Partinin sınıf eksenli bir siyasal güç odağı olmak hedefi ile dönemin siyasal sorunları ve mücadelesi arasında mümkün mertebe somut bağlar kurmaya çalıştım. Aynı konuyu bağlayacağım son bir sorun daha var. Parti olarak uzun yıllardır daha çok içe dönük bir takım sorunlarla özel bir tarzda ilgilendik. İdeolojik eğitim ve donanıma ilişkin sorunlar, örgütsel ve kadrosal sorunlar, devrimci iç yaşama ilişkin sorunlar, illegalite ve buna bağlı olarak örgütsel güvenlik sorunları, elbette çalışma tarzı sorunları vb., tüm bu sorunlar son yıllarda parti gündeminde özel bir yer tuttu. Fakat gelinen yerde bütün bunlar, artık sınıf eksenli çalışmada katedeceğimiz mesafeye bağlı olarak ele alınıp anlamlandırılacak ve sağlıklı bir biçimde çözülebilecek sorunlardır. Daha IV. Parti Kongresi’nde ilan edildiği gibi, bunlarla artık kendi içinde ilgilenme dönemi geride kalmıştır. Yeni dönemde bunlar artık sınıf eksenli siyasal güç olma hedefi içinde ele alınabilecek, sağlıklı çözümlerine de buradan bakılabilecek sorunlardır.
Bilincin kuşkusuz belli sınırlar içinde bir rolü var. Bu nedenledir ki uzun yıllar boyunca ve nesnel güçlüklerden hareketle bilince, bilinçli iradi müdahalenin rolüne ve imkanlarına vurgu yapıp durduk. Gerçek çözümün maddi zeminde, sınıfı devrimcileştirme sürecinde mesafe almaya sıkı sıkıya bağlı olduğunu çok iyi biliyorduk, ama aynı zamanda bu zemine oturmanın bugünden yarına mümkün olamayacağını da. Bu durumda partiyi bilinçli bir irade müdahaleyle ayakta tutmak, partinin devrimci kimliğini bilincin gücüyle korumak çabasında olduk. Ama bu yolla yapılabileceklerin bir sınırı olduğunu da çok iyi biliyorduk ve sorunun bu yönüne her zaman açıklıkla işaret ettik. Gelinen yerde artık bu sınıra gelip dayanmış durumdayız. Bundan ötesi artık pratik bir sorundur ve daha da önemlisi, sorunun çözümü için uygun pratik zemini bulmak sorunudur. Bu türden sorunların köklü ve kalıcı bir çözümü için de toplumsal bir alana, sınıf zeminine ayağınızı basmanız, bunu olanaklı kılacak bir çaba ve mücadele içerisinde kendinizi bulmanız gerekir. Bundan böyle artık sınıfı devrimcileştirme çabasına özel tarzda yoğunlaşacağız ve bunda başarı sağladığımız ölçüde de boğuştuğumuz tüm o sorunların devrimci çözümü için en uygun zemini bulmuş olacağız.
Sınıfın somut gerçekliği
Türkiye işçi sınıfını fazlasıyla önemsiyor, bunun gerekçelerini ortaya koyuyoruz. Ama karşımızda bir de bugünkü somut durumuyla bir işçi sınıfı gerçeği var. Sosyal bir varlık olarak güçlü ama bilinci, eğitimi, kültürel değerleri, örgütlülük düzeyi bakımından son derece zayıf bir sınıf gerçekliği bu. Örgütsüz ve bilinçsiz, her türlü burjuva ideolojisi ile sersemletilmiş bir sınıf gerçeği....
Türkiye işçi sınıfı hareketinin yakın dönem tarihi üzerinden baktığımızda, bugün bu açıdan çok büyük bir gerileme var. ‘70’lerin işçileri, özellikle de metal işçileri, politik bilinç yönünden bugünle kıyaslanamaz ölçüde ileri bir konumda idiler. Metal işçileri ana gövdesiyle dönemin en ileri sendikasında örgütlenmişlerdi ve ilerici-devrimci bilince fazlasıyla açıktılar. DİSK’in militan tabanı büyük ölçüde metal işçilerinden oluşmaktaydı. Bugünse durum temelden farklıdır. Bunun nedenleri konusunda elbet yeterli bir açıklık içindeyiz. Sonuçta dünya çapında otuz yıllık bir gericilik döneminden söz ediyoruz ki, Türkiye’de bunu katmerlisi yaşandı. ‘80’li yıllarda askeri faşist darbenin önünü açtığı toplumsal gericilik, ‘90’lı yıllarla birlikte meyvelerini vermeye başladı. Dinsel gericilik ve Kürt sorunu üzerinden azdırılan şovenizm, geniş kitleleri daha da sersemletti. Doğal olarak işçi sınıfı kitleleri de bundan payını aldı, hatta denebilir ki özellikle aldı. Bu bir gerçeklik, bunu bileceğiz ve tüm çalışmamızda gözeteceğiz.
Verili gerilik ürkütücü olabilir, ama üzerimizdeki etkisi ezici olmamalıdır. Sosyal sorunları hisseden, sosyal eşitsizliklere tepki duyan genç bir işçi sınıfımız var. Eğer biz temel fabrikalara yerleşmeyi başarabilirsek, belli bir dönem sabırla, solukla çalışabilirsek, ideolojileri, değer yargıları, kültürel önyargıları ne olursa olsun, biz işçilere güven verebilir ve ardımızdan sürükleyebiliriz.
Greif’te başardığımız tam da bu oldu. Bir grup devrimci öncü işçi, devrimci bir söylemle yüzlerce Greif işçisini ardından sürükleyebildi. İşçiler haftalar boyunca direnişi ileri şiarlar etrafında coşkuyla sürdürebildiler. Haziran Direnişi ile bağ kuruluyor, sermaye iktidarına cepheden vuruluyor, direniş adına peş peşe devrimci bildiriler yayınlanıyordu. Bu olabiliyordu, çünkü direnişi sürükleyen işçi önderleri devrimciydi ve bizzat eylemin içinde işçilere güven vermişlerdi.
Son metal hareketliliğinde olmayan buydu. Her türlü geriliğin, gericiliğin, geri bilincin ürkütücü bir biçimde ortalığa dökülmesinin nedeni, hareketin önünde devrimci bilinçli işçilerin olmamasıydı. Ama olabilirdi ve gelecekte olabilir de. Devrimci bir çizgide sürükleyebilmek için beşbin kişilik Reno’ya sınıf bilincine ve inisiyatife sahip beş devrimci işçi pekala yeterli. Bunu bize son eylemliliğin deneyimleri açıkça gösterdi. Önderlik yeteneği olan ve işçiye güven veren birkaç işçi önderi, binlerce işçiden oluşan bu koca işletmenin havasını baştan aşağı değiştirebilir. Bunu eylem sürecinin gerçekliği içinde açıkça görmüş olduk. Şimdi daha umutlu, daha güvenli, daha rahat olabiliriz.
Bu elbette günümüz işçi sınıfı gerçeği üzerinde dikkatle düşünmemizin önemini hiçbir biçimde azaltmamalı. Burada kritik bir mesele var, sınıf çalışmasının sorunları gündeminde ele almamız gereken. Biz temel toplumsal gerçekleri en rahat işçilerle tartışılabiliriz, yeter ki sorunları doğru bir biçimde ortaya koyalım ve buna uygun bir dil kullanabilelim. Dil sorunu, seslenme biçimi özellikle önemli bir sorun. İşçilere hitap ederken çoğu durumda sınıf dili kullanamıyoruz. Son derece soyut politik bir dil kullanıyoruz. Toplumsal gerçekleri, sınıf ilişkilerini, sömürüyü, toplumsal eşitsizlikleri vb., temel alan sınıfsal bir söylem geliştirmeliyiz. Bunu halen gereğince yapamıyoruz. Kuru siyasal söyleme dayalı soyut bir dil kullanıyoruz ve böylece daha ilk adımda işçilerin siyasal gerici önyargılarına çarpıyoruz.
Metal Fırtınası işçi sınıfının mücadele potansiyelini ve nesnel sınıfsal konumundan gelen yeteneklerini ortaya koymuştur. Bilinç bakımından, istemler bakımından en geri bir çizgideki direniş, buna rağmen kısa sürede ülke çapında genelleşebilmiştir. İletişim, etkileşim belli taleplerin ortaklaştırılması, ruh birliği, etkileşim, dayanışma, birlikte davranabilme ve elbette eylem yeteneği... Bunun böyle olduğunu biliyorduk, somut olarak da görmüş olduk.
Tüm bunlar hareketin kendisinden ve kendiliğinden gelen üstünlükler. Önemli olan bizim harekete ne kattığımızdır. Bilinç ve örgütlenme yönünden ona neler taşıyabildiğimizdir. Sınıfın mücadele içinde devrimci siyasal eğitimi dediğimiz alanda neler yapabildiğimizdir. Sınıfın devrimci eğitimi mücadele içerisindeki eğitimidir. Bu da devrimci siyasal müdahaleden ayrı düşünülemez. Kendi misyonumuza buradan bakabilmeli ve son metal eylemliliğinin derslerini de özellikle bu açıdan ele almalıyız.
Hareketin engelleri
Sınıf hareketinin engelleri sorunu üzerinde de ciddiyetle durmak zorundayız. En büyük engel, kuşkusuz bizzat sınıf gerçekliğinin kendisidir. Bunun üzerinde durmuş oldum. İkinci büyük engel sendika bürokrasisidir. Partimizin Kuruluş Kongresi’nde bunun üzerinde genişçe, stratejik bir perspektifle durulmuştur. Dönüp oradaki değerlendirmeleri yeniden incelemek gerekir. Zira ortaya konulanlar bugün her zamankinden daha günceldir.
Orada önemle üzerinde durulduğu gibi, sendika bürokrasisi sendikal olmaktan öteye, temelde siyasal bir engeldir. Sendika ağalarının oynadığı gerici rol dar anlamda sendikal değil fakat tümüyle siyasal niteliktedir. İşçilerin iktisadi çıkarlarını üç ya da beş kuruşa satmaları sorunu değil bu. Asıl misyonları sınıfı kurulu düzen adına denetim altında tutmalarıdır. İşçileri bin türlü yolla gerisin geri bu düzene bağlamalarıdır. Dolayısıyla sendika bürokrasisine karşı mücadeleyi de bu misyon ve kapsam üzerinden ele almak durumundayız.
Karşımızda sendika yönetimleri şahsında gerçek siyasal güç odakları var. Bu durumda sendika bürokrasisine karşı mücadele, aynı zamanda sınıf hareketi bünyesindeki gerici ve reformist odaklara karşı mücadele demektir. Bu nedenle onları çok iyi tanımalı ve onlarla nasıl başa çıkacağımıza çözümler bulabilmeliyiz. Şu an sınıf hareketinin sırtında ağır bir yük gibi duruyor olabilirler ama gerçekte fazlasıyla güçsüzdürler. İşçilerin kendiliğinden bir öfke patlaması bile yıkılmaz görünen Türk Metal’i bir anda temellerinden sarsabildi. İşçileri doğru bir çizgide hareketlendirdiğinizde, bir anda hiçleşen çıkar çeteleri bunlar. Greif’te bunu biz ayrıca gördük. Biz devrimci bir partiyiz. Doğru bir çizgide hareket ediyorsak, sınıfın çıkarlarını içtenlikle savunuyor ve bunun için varımızı yoğumuz ortaya koyuyorsak, koşulları gözeten isabetli, yöntemli ve sistemli müdahalelerde bulunabiliyorsak, bu gerici güruhlar bizim karşımızda tutunamazlar.
Üçüncü bir önemli engel, her biçimiyle reformist soldur. Liberal işçi politikasının sınıf hareketi içindeki temsilcileridir. Bu engelle bizzat metal sürecinde de bazı çevreler şahsında somut olarak karşı karşıya kaldık. Bunun önemi önümüzdeki dönemde daha da artacak gibi görünüyor.
Parti kongremiz için sınıf hareketi üzerinden tanımladığımız temel bir misyon var; bu sorunlara bu kapsamda değinmiş oluyorum. Devrimci bir sınıf hareketinin gelişiminde elle tutulur mesafeler almanın sorunları bunlar. Herkesin, hepimizin, sınıf gerçeği üzerine, sınıf engelleri üzerine, sınıfa müdahalenin yol ve yöntemleri üzerine, vb. sorunlar üzerine enine boyuna düşünmesi lazım. Parti yolunu ancak bu takdirde gereğince açabilir. Bütün deneyimlerden en iyi bir şekilde öğrenmemiz, onları genelleştirmemiz, partinin tümüne maletmemiz, bütün bunların sağladığı açıklıklarla daha hızlı yol yürümemiz gerekir.
Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!
Ortaya koymaya çalıştıklarımın özü olarak söylüyorum; öyle sanıyorum ki kongremizin şiarı olarak, “Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!” çağrısını kullanacağız. Zira herşey gidip devrimci sınıf hareketi geliştirme ihtiyacına, sınıf eksenli bir güç odağı olma hedefinin anlam bulabileceği bu göreve dayanıyor. Devrimci bir sınıf hareketi! Bize herhangi bir sınıf hareketi değil, fakat devrimci bir sınıf hareketi gerekli. Görevimiz ne edip edip sınıf hareketini devrimcileştirmektir.
Bugünkü haliyle Türkiye işçi sınıfı hala da bir hiçtir. Ama pekala devrimcileşebilir ve devrimcileştiği ölçüde de herşey olur. Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış gövdesiyle, nesnel varlığı ile oldukça güçlü bir sınıf. Bileşimiyle fazlasıyla genç ve dinamik bir sınıf, metal süreci bunu bize somut biçimde gösterdi. Bu bir başka temel önemde üstünlük. Gözü kara olanlar, kararlılıkla kendini ortaya koyanlar, tam da bu genç işçiler. Bu sınıf devrimcileşirse Türkiye’nin bütün dengeleri bozulur ve her alanda farklı çözümlerin önü açılır.
“Devrimci bir sınıf hareketi için ileri!”, temel şiarımız, temel kaygımız, temel yoğunlaşma noktamız olmalı. İdeolojik tutarlılık açısından, siyasal mücadele açısından, Kürt sorunu açısından, orta sınıf baskısı açısından, boğazlaşmalar içerisinde sürekli kendini tüketen bir bölge olarak Ortadoğu’ya bir çıkış yolu bulabilmek açısından, devrimcileşecek bir işçi sınıfı hareketini tek çıkış yolu olarak görmeliyiz. Türkiye işçi sınıfının ağırlık kazandığı bir sosyal mücadelenin cereyanı, etki ve sonuçlarını kendini çevreleyen tüm bölgelerde gösterecektir. Bundan da kuşku duymamalıyız.
www.tkip.org