“Şahlanma” vaatleri çöktü; Krizin faturasını kapitalistlerle saraylarda sefahat sürenler ödesin!

Bu kirli hesapları ancak emekçilerin örgütlü mücadelesi bozabilir. Bunun için ise, “Krizin faturasını kapitalistler ve saraylarda sefahat sürenler ödesin!” şiarını yükseltip “Sınıfa karşı sınıf” eksenli bir mücadele hattı örmek şarttır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 15 Ağustos 2020
  • 19:00

2008’de ABD’de patlak veren mali kriz, kapitalist devletlerin trilyonlarca dolar akıtmasına rağmen aşılamadı. Bu olguyu kabul eden sistemin efendileri, krizi aşma iddiasını terk edeli yıllar oldu. Onlar, artık “kriz yönetimi”ni esas alan bir politika izliyorlar. Dalgalı bir seyir izlese de, sistem kronik krizler dönemindedir.

Türkiye kapitalizmi genel anlamda sistemin bu yapısal ‘kronikleşmiş-kriz’ hastalığından muaf değil. Tersine, AKP-MHP rejiminin izlediği politikalar var olan krizi daha da derinleştiriyor. 2008’den sonra ekonomi defalarca krizin dalgalarına maruz kaldı. Özelleştirmeden, kara paradan, yağmadan/talandan kaynak yaratan AKP güdümündeki sermaye iktidarı, şu veya bu şekilde sarsıntıları atlatabildi. Elbette her zaman yükü emekçilerin sırtına yıkarak yaptı bunu. Son gelişmeleri analiz edenler ise, “deniz tükendi” tespitini yapmaya başladılar.

Kitle desteği düşmeye devam eden iktidar, kendi bekasını merkeze alan bir politika izliyor. Saltanatı elden bırakmama hezeyanı öyle bir noktaya vardı ki, kapitalist ekonominin kurallarını bile hiçe sayan yöntemlerden medet umar hale gelen bir rejim var işbaşında. Aynı anda hem döviz kurunu sabit tutma hem faizin yükselmesini engelleme taktiği izleyen AKP-MHP, kendi bekası için Merkez Bankası’ndaki döviz rezervlerini hovardaca harcadı. Kamu bankalarını da kasalarındaki dövizi satmaya zorladı. Buna rağmen ancak bir dönem için dolar kurunu sabit tutabildi. Şimdi ise izlenen politikanın bedeli katlamalı bir şekilde halkın sırtına yıkılıyor.

***

Ekonomiyi sarsan döviz kurlarındaki artış, kimse için sır sayılmaz. Örneğin ilerici ekonomistler, Türkiye’deki kapitalist ekonominin çöküşe doğru gittiğini pek çok kere dile getirdiler. Zira ekonominin işleyiş yasaları gidişatın krize doğru olduğuna işaret ediyordu.

İktidarın izlediği politika, çöküşü ertelemiş olsa bile, bu daha büyük bir çöküşe zemin döşeme pahasına olmuştur. Yani siyasi hesaplarla döviz kurunu sabit tutanların temel derdi rejimlerinin ömrünü biraz daha uzatmaktır. Dövizin yükselişini yapay yöntemlerle frenleyerek, bu hedefe ulaşmaya çalıştılar. Oysa vardıkları nokta tam tersi oldu. Kısa süre sabit tutulan döviz fiyatları hızla yükseldi. Deniz tükendiği için artık kısa süreli yapay çözümler üretmeleri de zordur. Çünkü kamu banklarının döviz birikimini çarçur etmekle kalmadılar, Merkez Bankası’ndaki rezervleri de harcadılar. Artık tek umutları kaldı; bir kez daha dışarıdan kara para transfer etmek. Göründüğü kadarıyla bu defa kara paranın babaları da AKP-MHP koalisyonunu kurtaramayacak.

Bu icraatlar sayesinde bazı kapitalistlere ve şirketlere gün doğdu. Çünkü bunlar kurun yükseleceğini bildikleri için dolar stokladılar. Döviz fiyatlarının yükselmesi sayesinde vurgun yaptılar. Öte yandan iktidara yakın bazıları ise düşük faizli krediler çekerek döviz stoku yaptılar. Hem yerli yem yabancı kapitalistler bu vurgundan pay aldı.

***

Ekonomi çöküşün eşiğinde dolanırken hem AKP şefi T. Erdoğan hem ekonominin başında bulunan damadı “başarı masalları” anlatmaya devam ettiler. Saraydan beslenen medya ise, bu zırvaları topluma empoze ederek, gerçeklerin üstünü örtmeye çalıştı. Oysa başka bazı gerçekleri bir süreliğine gizlemek mümkün olsa da, ekonomik çöküş için bu geçerli değil. Çünkü milyonlarca emekçi bunun yıkıcı sonuçlarını dolaysız bir şekilde etinde-kemiğinde hissediyor. İşsiz kalarak, yoksullaşarak, borç batağına batarak, insanca yaşama imkanlarından yoksun kalarak vb…

Ekonomideki çöküşün kaçınılmazlığı su yüzüne çıkınca, “Türkiye büyüyor”, “dünya devleti oluyoruz”, “önümüzde büyük fırsatlar var”, “yakında şahlanacağız” gibi safsataları utanmazca tekrarlayıp duranlar, ortalıkta görünmemeye başladı. İşe bir kez daha koşulan medyadaki saray beslemeleri, yine “dış güçlerin” kurduğu “döviz kumpasları” zırvasını ortaya attılar. Oysa bu yozlaşmış tetikçi takımını besleyen AKP-MHP rejiminin izlediği politika, tam da yabancı vurguncuların işine yaradı.

Ekonomiyi çöküşe sürükleyen iktidar kendi bekası için yalan, manipülasyon, zorbalık, din istismarı, ırkçılık gibi her rezaleti pervasızca kullanıyor. Dış politikada saldırganlık/savaş politikasını da histerik bir şekilde sürdürüyor. Doğu Akdeniz’de savaş olasılığı tartışmaları gündemde. Her icraatıyla ekonomik çöküşü derinleştiren iktidar, işçi sınıfıyla emekçilere karanlık bir gelecek vaat ediyor. Ekonomik çöküşe, halk sağlığını hiçe sayan politikaların da etkisiyle yayılan korona pandemisinin getireceği yeni yükler de eklenecek. Yıllardır pazarlanan “Başarı”, “Büyüme”, “Zenginleşme”, “Şahlanma” gibi “büyük vaatler”in sahtekarlıktan ibaret olduğu gözler önüne serilmiştir.

Kapıya dayanan çöküşün bir nedeni kapitalizmin yapısal sorunlarıysa, diğeri de beka histerisine kapılan AKP-MHP rejiminin politikalarıdır. Hal böyleyken ne kapitalistler ne saraylarda sefahat sürenler faturayı ödeyecek. Onların birleşip yükü işçi sınıfıyla emekçilerin sırtına yıkmak için her yola başvuracaklarından kuşku duymamak gerekiyor.

Bu kirli hesapları ancak emekçilerin örgütlü mücadelesi bozabilir. Bunun için ise, “Krizin faturasını kapitalistler ve saraylarda sefahat sürenler ödesin!” şiarını yükseltip “Sınıfa karşı sınıf” eksenli bir mücadele hattı örmek şarttır.