Dünyayı kasıp kavuran koronavirüs salgını ile birlikte insanlık, kapitalist sistemin acımazlığını ve barbarlığını bir kez daha yaşayarak deneyimledi. Dünyanın zenginliklerini elinde tutan bir avuç asalak için çalışan emperyalist- kapitalist devletler, salgın sürecinde de asıl olarak bu zenginliğin devamlılığını ve katlanarak artmasını sağlamak için çalıştı.
Türkiye’de de kapitalistler ve sermaye devleti işçi ve emekçilere kabus dolu günler yaşattı ve yaşatmaya devam etmektedir. Açıklanan her tedbir paketinden kapitalistlere teşvik çıkarken emekçilere ise katmerli kölelik dayatıldı. Hali hazırda var olan krizin ağır sonuçlarıyla yüz yüze kalan işçi ve emekçiler salgınla birlikte tamamen açlığa ve ölüme terk edildiler. Ellerinde kalan kırıntı hakları dahi bu süreçte kaybetmekle karşı karşıya kalan işçi ve emekçiler fabrikalarda, iş yerlerinde ölümle burun buruna çalıştılar. Son olarak Çanakkale’deki Dardanel fabrikasında uygulanan “Kapalı devre üretim” dayatması, dudak uçurtan cinsten oldu. Fabrikada vaka çıkmasına rağmen üretime ara verilmedi. Üstüne üsttük burjuva yasasında dahi yeri olmayan “kapalı devre” uygulamasını hayata geçirildi. Uygulamanın altında Çanakkale Valisi ve CHP’li belediye başkanının imzasının olması ise bir kez daha göstermiştir ki, sermaye devleti için asıl olan her koşulda kapitalistlerin karını korumaktır. Kapitalistlerin iştahını kabartan “kapalı devre” uygulamasının pandemi koşullarında yaygınlaşma ihtimali ise yüksektir. Tek başına bu örnek bile işçi ve emekçileri virüsten kaynaklı daha zor günlerin beklediğini göstermektedir.
1 Haziran’dan itibaren kapitalist ekonominin çarkları dönsün diye startı verilen “yeni normal”e geçiş süreci salgının yayılmasını hızlandırdı. Salgını kontrol altına aldıklarını iddia eden AKP iktidarı, kısmi olarak alınan önlemleri bile bir kenara bırakarak virüsün yayılmasına davetiye çıkardı. Salgına karşı alınan önlemleri bireyin sorumluluğuna bırakan AKP-MHP koalisyonu, vaka sayılarının artması üzerine toplumu günah keçisi ilan etti. Böylelikle salgının yayılmasındaki sorumluluğunu gizlemeye çalışan AKP iktidarı, “maske - sosyal mesafe - hijyen” diyerek işin içinden çıktı.
Baskı ve yasaklara kılıf uydurmak için salgını bahane eden dinci- gerici AKP iktidarı, söz konusu kendi bekası olunca salgını bir çırpıda unutabilmektedir. AKP - MHP koalisyonu gerici taban kitlesini canlı tutmak için Ayasofya’yı Cami’ye çevirerek, toplu namaz şovu yapmaktan geri durmadı. Salgın günlerinde binlerce insanı Ayasofya’ya topladı. Ellerinde kılıçla dünyaya meydan okuyan gericiler, virüsü unuttu ve salgının daha fazla yayılmasına neden oldu. Etkisi şimdilerde ortaya çıkacak olan Ayasofya Camii şovunun bilançosu tek tek vakalar olarak haberlere yansımaya başladı.
Sermaye ve sözcüleri bir yandan zorunlu haller dışında evde kalın diyorlar öte yandan ekonomi canlansın diye tatile çıkın, düğün yapın, AVM’lere gidin, alış veriş yapın diyor. İnsanın “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diyesi gelmektedir. Piyasanın canlanması için para döngüsünü sağlamak adına insanları harcamaya teşvik eden sermaye iktidarı, virüs dinlemiyor. Turizm sektörü kazansın diye yapılan tanıtım reklamlarında otellerin virüse karşı aldığı “önlemler” gösterilmektedir. Fakat alınan bu önlemler burjuvalar ve orta sınıf için geçerli olmaktadır. Zira, bayram tatilinden yansıyan görüntülerde, emekçilerin halk plajlarında hiçbir önleme tabi tutulmadan adeta virüsle baş başa bırakıldığına tanık olduk. Kurban Bayramı ile ilgili hiçbir önlem alınmazken ortaya çıkan kalabalık görüntüler önümüzdeki günlerde sıkıntının büyümesine neden olacaktır.
İşi, yalan ve manipülasyonla gerçekleri gizlemek olan AKP’li Sağlık Bakanı, salgında ivmenin yukarı çıktığı şu günlerde ağır terler dökmektedir. İllerden ve hastanelerden yansıyan günlük vaka sayılarının oldukça altında kalan Sağlık Bakanlığı verileri de tablonun kötüleştiğini ortaya koyuyor. AKP’li Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, günlük verileri açıkladığı paylaşımından birinde “Bayram kutlamalarında, tatil yerlerinde, salgın faktörü ne yazık ki yeterince dikkate alınmadı. Daha önce, bazı illerle sınırlı olan vaka artışlarının önümüzdeki günlerde ülke geneline yayılmasından ENDİŞE duyuyoruz. TEDBİRDE GÜÇ BİRLİĞİNE ihtiyacımız var.” ifadesini kullanmıştı. Korkunç tablonun itirafı olan bu sözler, AKP iktidarı adına insanlara “yeni normal Türkiye’de virüsle yaşamayı öğrenin” fikrini telkin etmekten öteye bir anlam taşımamaktadır.
“Normalleşme” öncesi günlük açıklamalarda vaka, ölen vb. sayısı şimdiki açıklanandan 2-3 kat fazla idi. Buna rağmen il bazında “hastanelerde yer yok” diye bir açıklama daha önce hiç yapılmamıştı. “Normalleşme” sonrası Sağlık Bakanlığı’nın günlük açıklamalarında verilen rakamlarla, “salgın kontrol altına alınmak üzere” havası yaratılmak istendi. Ancak yalancılıkta doktora yapanları kendi yayınladıkları veriler ele verdi. Güya her şey yolundaydı, ama yoğun bakımdaki hasta sayısı sürekli artıyordu. Sağlık Bakanlığı çözümü hemen buldu(!) Bakanlık, yayınladığı grafikte yoğun bakımdaki hasta sayısını gösteren sütunu kaldırdı. Sütun sırra kadem basınca, yoğun bakımdaki hasta sayısı sorunu da kalmadı(!)
AKP iktidarı, illerdeki hastanelerin doluluğuna da kendine yaraşır bir “çözüm buldu” ve İçişleri Bakanlığı koronavirüse yakalanan hastaların evde “tedavi” edilmesi yönünde genelge yayınladı. Öyle ya, böylece hastanelerde yer kalmadığı gerçeği gizlenecek ve salgın kontrol altında olacak.
Devlet yetkilileri ne kadar virüsün yayılması yavaşladı dese de gerçekler gizlenememekte ve bilim insanları farklı açıklamalarda bulunmaktalar: “Salgın başlangıca göre daha da ilerleyerek devam ediyor. Hastalık yapma potansiyelinin azaldığına dair bir gözlem de yok!”
Tüm bu olup bitenler göstermektedir ki, kapitalist sistemin insan sağlığını ciddiye almasını beklemek nafile bir çabadır. Zira, “kapitalist ekonominin çarkları dönsün, gerisi teferruat” diyen kapitalistler için bu sürecin kaç kişinin yaşamına mal olacağının bir önemi yoktur. Toplum sağlığının akıbeti bir avuç kapitalistin elinde olduğu sürece tablo daha da vahimleşecektir. Ne zaman ki işçi ve emekçiler asıl gücün kendi örgütlü mücadelesinde olduğunu kavrar ve adım atmaya başlarsa, işte o zaman başta yaşam hakkı olmak üzere bir dizi alanda kazanımlar elde etmeye ve kendi geleceği üzerinde söz sahibi olmaya başlayacaktır.