Dünya genelinde pandemi kaynaklı vaka ve ölüm sayılarının günden güne artması, daha etkili önlemlerin alınmasının önemini gösteriyor. Bu yönde yapılan tartışmalar ve kitlelerin baskıları bazı önlemlerin alınmasına vesile olmaya başladı. Bu yönde adım atan ülkelerden biri İsrail oldu. Kitle gösterilerinin basıncıyla İsrail hükümeti 3 haftalık genel karantina uygulamasına gideceğini açıkladı. Başka bazı ülkelerin de benzer önlemler alması bekleniyor. İsrail'de, başbakan Benyamin Netanyahu karşıtı gösterilerin haftalardan beri devam etmesinin bu kararda etkili olduğu belirtiliyor. Gırtlağına kadar yolsuzluk batağına saplanan B. Netanyahu’nun gösterileri sonlandırmak için bu adımı attığına dair yorumlar var. Hindistan gibi ülkeler ise, vaka sayısındaki rekor artışlara rağmen kısıtlamaları hafifletiyor. Hindistan'da metroların açılması, dünya genelinde ise okulların açılıyor olması ilk göze çarpan bazı örnekler.
Emperyalist-kapitalist devletler, pek çok icraatlarıyla toplum sağlığını hiçe saydıklarını gösteriyorlar. Toplum sağlığının korunmasına yönelik dünya genelindeki bu olumsuz tablonun beteri Türkiye'de var. Göstermelik önlemlerin dahi siyasi çıkarlar uğruna ertelendiği, esnetildiği bugünlerde AKP-MHP ikilisi işçi ve emekçileri ölüme terk etmiş durumda. Fakat Türkiye pandemi yönetimi noktasında dünya deneyimlerinden belirgin bir farklılık da gösteriyor.
Dünya genelinde yayınlanan bilimsel raporlar, bilim insanlarının açıklamaları ve her yeni gün Covid-19'a ilişkin ortaya çıkan gerçeklere karşı kulaklarını tıkayan emperyalist-kapitalist dünyanın hükümetlerinin pratiğine ek olarak AKP-MHP ikilisi bilim insanlarını, kitle örgütlerini hedef tahtasına çakıyor, “vatan haini” ilan edebiliyor. Eşi benzeri olmayan bu aymazlık, ancak dinci-faşist zihniyeti temsil eden bu rejime yakışabilir.
Yok say politikasından saldırıya
Toplum sağlığı noktasında sendika ve odaların çabaları ve çalışmalarının iktidarlar tarafından dikkate alınması beklenir. Devlet erki ile meslek örgütlerinin birlikte çalışmalar yapması, adımlar atması, denetimler yapması hükümetlerden beklenen bir tutumdur. AKP-MHP rejimi ise, tam tersini yapıyor. Pandemi süreci başladığında konunun birinci derecenden muhatabı olan Türk Tabipleri Birliği’ni (TTB) yok saydı. Vitrine yerleştirilen ancak bir işlevi olmayan “Bilim Kurulu” ise şal olmanın ötesine geçemedi. Pandemi sürecine yaklaşım da tek adam diktasına uygun oldu. Eğitim-Sen, TTB ve SES'in yaptığı açıklamalar görmezden gelindi, uyarılar dinlenmedi. Açıklama yaparak toplumu bilgilendiren hekim ve bilim insanları ise haklarında açılan soruşturmalarla sindirilmeye çalışıldı. Sinmeyenler rejim tarafından açıkça tehdit edilmeye başladı. Geçen ay Eğitim-Sen'in öğretmenlerin eğitim seminerleri kapsamında okullara çağrıldıkları hafta içinde ortaya çıkan pozitif vaka sayılarına ilişkin hazırladığı rapor dikkate alınmadığı gibi, Milli Eğitim Bakanı koltuğunda oturan özel okul patronu zat tarafından, “daha zekice açıklamalara ihtiyacımız var” diye terslenmişti. Şimdi ise dinci-faşist rejimin hedefinde TTB var.
“Vatan haini zırvası”na sarıldılar
İşçilerin, emekçilerin seslerini duyuran demokratik kitle örgütlerinin faaliyetlerinin devlet tarafından “vatan hainliği” diye iftiraya maruz kalması elbette yeni değil. AKP-MHP ikilisinin temsil ettiği dinci-ırkçı zihniyete karşı olan herkes “terörist” olmakla itham ediliyor. Kendileri emperyalizmin tescilli uşakları, ama “dış mihraklar” söylemini dillerinden düşürmüyorlar. Her şeye rağmen saray rejimine biat etmeyenler “gizli tanık” uydurmasıyla zindanlara atılıyor. Toplum sağlığını pandemiden korumak için bir şey yapmayan bu rejim, emekçilere karşı işlediği ağır suçu hekimlere ve örgütlerine saldırarak örtmeye çalışıyor.
TTB’ye olan düşmanlıkları bir sır değildi. Zira hekimlerin bu kurumu hiçbir zaman saraya biat etmedi. Türkiye'nin saldırgan/yayılmacı politikalarına karşı çıkarak operasyonların durdurulmasını isteyen TTB daha önce de “vatan haini” ilan edilmişti. Yöneticileri hakkında davalar açılmış, cezalar yağdırılmıştı. Bugün ise pandemi dolayısıyla hükümetin kirli çamaşırlarını ortaya çıkaran, sahadan yansıyan gerçek verileri toplumun bilgisine sunan TTB, rejimin şimşeklerini üstüne çekiyor. “Yönetemiyorsunuz, ölüyoruz” diyerek AKP-MHP iktidarının hem sağlık emekçilerinin hem halkın sağlığını hiçe sayan pervasızlığını gözler önüne serdiği için, TTB bir kez daha hedef tahtasına çakılmış durumda.
“Sözlerimizin arkasında, görevimizin başındayız”
Sarayın baş tetikçisi MHP şefi D. Bahçeli, o faşizan üslubuyla TTB’ye saldırarak, rejimin zıvanadan çıktığını gösterdi. İşçileri, emekçileri pandemi ile işsizlik parantezine sıkıştırmak isteyen iktidar, pandemiye karşı önlem alacağına, sağlık emekçilerine saldırıyor. Ayakta kalmak için elinde kaba şiddetten başka bir araç kalmayan bu rejim, kendi sefil bekası için histerik bir şekilde etrafa saldırıyor.
TTB’nin saray tetikçisi tarafından tehdit edilmesi, tüm ilerici-devrimci, demokratik örgütlenmeleri, dolayısıyla işçi sınıfı ile emekçileri de hedef alan bir saldırıdır. Savrulan tehditler ve yapıştırılan çirkin etiketlere karşı onurlu bir tutum takınan hekimler, saldırıya “sözlerimizin arkasındayız, görevimizin başındayız” açıklamasıyla yanıt verdiler. TTB’nin bu dik duruşunu tüm ilerici-devrimci güçler desteklemeli, sendikalar, kitle örgütleri, onurlu işçi ve emekçiler de dinci-faşist rejimin saldırılarına karşı mücadelede yerini almalıdırlar.