Geçtiğimiz hafta Madrid’de yapılan NATO zirvesi, ABD açısından verimliydi. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunda Türkiye’nin direncini kolay aştı ve istediğini aldı. Rusya ve Çin’in, hasım devlet olarak görülmesini sağladı, bir kez daha. NATO üyeleri üzerindeki mevcut etkisini daha da pekiştirdi. Bunlar şüphesiz önemliydi, fakat ABD’nin zayıflayan hegemonyasını durduracak ölçekte değildi. Zira ABD; müttefikleri üzerindeki etkisini ne kadar artırırsa artırsın, rakiplerini durduramıyor, rakiplerine geri adım attıramıyor, çok kutuplu dünya düzenini engelleyemiyor.
Biliyoruz; 2. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılıyla 2015 arasında 44 ülkeye doğrudan veya dolaylı olarak saldıran, ülkesi dışında 800’e yakın üssü bulunan, deniz gücünde, uçak gemisi ve nükleer denizaltı sayısında lider olan ABD; artık her istediğini yaptıramıyor. ABD; deniz gücünü, donanma kapasitesini, sadece askeri açıdan değil, küresel ticarette deniz ulaşımının önemi, donanmanın deniz ticaretinin güvenliği ve denetimindeki işlevi, ABD Doları’nın küresel ölçekte kullanımı nedeniyle de çok önemsiyor. ABD’li ünlü jeopolitikçi Alfred Thayer Mahan’ın, deniz hâkimiyetinin dünya hâkimiyetinin temeli olduğunu belirttiğini, bir devletin büyümesi, zenginleşmesi, nüfuzunu artırmasında, en önemli unsurun deniz ticaretindeki, donanmadaki üstünlüğü, denizlerdeki denetim gücü olduğunu belirtmesi, boşuna değil.
Farkındayız; ABD’nin hasım devletler olarak tanımladığı Rusya ve Çin’i karadan ve denizden, yakın çevrelerinden kuşatmak için bunca çabalaması, müttefiklerini bu amaçla cepheye sürmesi, Rusya ve Çin’e karşı yeni ittifaklar kurması, ABD’nin emperyalist karakteriyle açıklanabilir. Çünkü ülkemizde kimilerinin öne sürdüğü gibi ne ABD barışı, demokrasiyi, insan haklarını, özgürlüğü savunan bir devlettir ne de NATO bir savunma örgütüdür. ABD’nin çıkarlarına koşut olarak NATO’nun sürekli genişlemesi, bu genişlemenin Rusya’nın sınırlarına dayanması, NATO üyesi olmayan devletlerin de NATO’yla mümkün olan en yakın işbirliği kapsamına alınması, NATO’nun ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olduğunu kanıtlar.
Unutmuyoruz; ABD, 2. Dünya Savaşı’nı izleyen uzun yıllar boyunca, açık ara, dünyanın en büyük ekonomik gücüydü. Artık o gücünden çok uzak. Satın alma gücü üzerinden yapılan hesaplarda, Çin ABD’yi geçti, birkaç yıl önce. Yakın gelecekte, Çin’in en büyük ekonomi olacağını, ABD’li uzmanlar söylüyorlar. Dahası, günümüzde dünya hasılasının kabaca dörtte birini üreten ABD, aynı zamanda dünyanın en borçlu ülkesi. Dünyanın en büyük petrol üreticisi ABD’de enflasyon, son 40 yılın zirvesinde. Toplumsal kutuplaşma, kültürel fay hatları da oldukça derin.
Çözüm; ideolojik berraklıkla başlar
ABD; hedefindeki ülkeleri bölmeye, bu ülkelerin kendi aralarındaki çelişkileri derinleştirmeye çalışır. Düşmanlık yaratmak için fırsat kollar. Kendi müttefiklerini ise sağladığı koruma kalkanıyla, ekonomik ve teknolojik gücüyle kendine daha çok bağımlı kılar. Onların sadece dış politikası, ordusu, iç siyaseti, ekonomisi, bürokrasisi üzerinde nüfuzunu artırır. Bu ülkelerde ekonomik ayrıcalıklar, askeri üsler edinir. Onlara silah satar. Adeta haraca bağlar. Bu ülkelerdeki enerji kaynaklarının çıkarılıp, işlenip, dünyaya satılmasında öncelik elde eder.
O nedenle, ABD ve NATO’nun ne olduğunu anlamak için, ideolojik berraklık gerekir.
Cumhuriyet / 06.07.22