AKP iktidarı, Kürt halkına, onun büyük acı ve bedellerle elde ettiği kimi kazanımlarına, ulusal eşitlik ve özgürlük taleplerine karşı içerde ve dışarda gözü dönmüş bir kudurganlıkla saldırıyor. Kürt halkına ve demokratik Kürt hareketine karşı baskı ve devlet terörünü, hak-hukuk-yasa tanımaksızın sürekli tırmandırıyor. HDP’ye yönelik olarak yıllardan beridir süren ırkçı saldırganlık, seçilmiş temsilcileri ve siyasetçileri de kapsayan kitlesel tutuklama terörü, belediyelere kayyum atamalar, milletvekillerinin vekilliklerinin düşürülmesi, HDP binalarına yönelik faşist saldırılar, parti kapatma tehdidi gibi yeni hamlelerle dalgalar halinde devam ediyor.
HDP’nin kapatılmasını ülke siyasetinin gündemine Devlet Bahçeli taşıdı ve iktidar yalakası ırkçı Perinçek bunu militan bir savunucu olarak gündemde tuttu. Başlangıçta konuyla ilgili sessizliğini koruyan ve hatta Numan Kurtulmuş gibileri şahsında “Parti kapatmalarının Tükiye’de olumlu sonuçları görülmedi” açıklamalarıyla buna niyetli olmadığı izlenimini veren AKP, sonunda konuyu Meclis’e taşıdı. 17 Mart’ta HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliği düşürülürken, aynı günün akşamında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı HDP’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunu açıkladı. Bununla da kalmayıp 600’den fazla HDP kadrosuna siyaset yasağı istedi. Her yol ve yöntem kullanılarak, olmadık yalan ve iftiralara başvurularak Kürt siyasetinin kriminalize edilmesi çabası yoğunlaştırıldı.
Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, HDP’yi kapatma başvurusu, yüzlerce HDP’liye siyaset yasağının istenmesi ve ardından onlarca ev baskını ve tutuklamalar, yasal Kürt hareketine yeni düzeyde ağır bir darbe vurmayı amaçlıyor. Tüm bu zorbalığın, “İnsan Hakları Eylem Planı”nın açıklanmasının ardında yaşanması ise, AKP sahtekârlığının yeni bir tescili oldu. Paketlerin Avrupa emperyalizmine yönelik bir rüşvet olduğu tüm açıklığıyla gözler önüne serildi.
“Demokrasi ve insan hakları” yalanlarıyla HDP’yi kapatma davası, Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, İstanbul Sözleşmesi’inden çekilme, İHD Eş Genel Başkanı’nın gözlatına alınması vb. gibi adımlar, AKP’nin toplumsal muhalefetin tüm kesimlerine karşı son bir haftada dozu artan saldırısının unsurlarıydı. Gelişmeler topyekun bir saldırının başlatıldığını göstermektedir. Şimdiden görülmektedir ki HDP’ye, Kürt halkının temsilcilerine, meşru haklarına ve iradesine yapılan saldırı, işçi sınıfının haklarının tırpanlanmasıyla, sömürünün ağırlaşmasıyla ve kadınlara yönelik çağdışı saldırıların derinleşmesiyle ele ele yürütülecektir.
Rüzgar ekenler hep fırtınalar biçtiler
HDP’yi kapatma ve yüzlerce kişiye siyaset yasağının getirilmesi talebiyle açılan davalar hukuksal-yasal hiçbir zemine sahip olmayıp, tamamen siyasi saldırılardır. İktidar, bu kararlarla kendi önünde engel gördüğü HDP’yi zorbalıkla tasfiye etmeyi ve siyaset dışına itmeyi amaçlamakta; işi, seçme ve seçilme, siyasal örgütlenme ve siyaset yapma hakkını adeta ortadan kaldırmaya vardırmaktadır. Asıl hedef ise, elbette ki Kürt hareketinin tasfiyesi, Kürt halkının susturulması, temel ulusal hakları ve özgürlüğü için verdiği mücadelenin faşist bir zorbalıkla bastırılmasıdır. Bunun mümkün olamayacağı onyılların deneyimiyle kanıtlanmıştır. Yıllar boyunca estirilen devlet terörüyle ve art arda gelen büyük saldırı dalgalarıyla Kürt hareketinde gerilemeler yaratılsa da, ona boyun eğdirilememiş, iradesi kırılamamış ve Kürt halkının mücadele kararlılığı bastırılamamıştır.
Onyıllardan beridir Kürt halkına ve hareketine karşı uygulanmayan zulüm ve vahşet kalmadı. Bunun tüyler ürpertici biçimler kazandığını bu ülkede az çok herkes biliyor. Ama sonuç, sömürgeci rejim payına bir hezimettir. Zira çözümünü dayatan Kürt sorunu, bütün bir ağırlığıyla dinci-faşist rejimin karşısındadır. Parti kapatmaların da Kürt halkını ve mücadelesini geriletmek bakımında arzulanan sonucu vermediği/vermeyeceği ortadadır. Bugüne kadar Kürt halkının çok sayıda partisi kapatılmış, yerine yenileri kurulmuş, bu süreçte yine sayısız Kürt siyasetçisi bedeller ödemiş, Gergerlioğlu örneğinde olduğu gibi milletvekilleri Meclis’te yaka paça gözaltına alınmıştır. Her parti kapatma kararı ve Kürt halkının seçilmiş temsilcilerine yönelik her saldırı, Kürt halkının mücadelesinin büyümesiyle sonuçlanmıştır. Şimdiki saldırılar da Newroz üzerinden yanıtlanmıştır. Saldırılara verilen en anlamlı yanıt, sokak ve meydanların bir kez daha Kürt halkı, işçi ve emekçiler tarafından doldurulmuş olmasıdır.
Kürt halkı özgür olmadan Türk işçi ve emekçisi özgür olamaz!
Kürt halkı yeniden siyaset yapma yasağı ve katliam tehditleriyle karşı karşıyadır. Dünün tescilli katiller sürüsü ve ülkücü mafya çeteleri bugün devlet adına konuşmakta, ortalığa talimatlar vermekte, burjuva sınırlar içindeki muhalefete ve muhalif kişilere bile saldırılar örgütlenmektedir. Kürt halkına karşı dinmeyen bir kin ve ölçü tanımayan bir kudurganlık, en rezil biçimiyle gündelik olarak yaşanıyor. Beklediği sonucu almamak ise sömürgeci faşist rejimi ve tetikçilerini çileden çıkarıyor. O yüzdendir ki yasal Kürt hareketini kriminalize etme eşliğindeki zorbalık, başvurulan biricik araç olarak kullanıyor.
Kürt halkına, onun meşru ulusal demokratik hak ve özgürlüklerine, örgütlü gücüne yönelik saldırılar, aynı zamanda Türk işçi ve emekçilerine, onların her türden siyasal, ekonomik ve demokratik haklarına yönelik saldırılardır. Bu saldırılar, azgın bir şoven-milliyetçi propagandayla gölgelenmek istenmektedir. Öte yandan da bu aynı şoven propaganda üzerinden Türk işçi ve emekçileri faşist iktidarın yanında Kürt halkının karşısında konumlandırılmak ve Kürt halkına düşman edilmek istenmektedir. Bu yolla Türk işçi ve emekçilerinin temel hak ve özgürlükleri ile Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin birleşmesi engellenmek istenmektedir. Dolayısıyla Kürt halkına yönelik saldırılar, Türk işçi ve emekçisine, onun mücadele arayışına, istek ve iradesine, onun örgütlü güçlerine yönelik saldırılar demektir.
Ulusal sömürü ve baskı, sınıfsal sömürü ve baskının bir biçimidir. Kürt halkına ulusal baskı ve kölelik dayatan, onu temel ulusal haklarından mahrum bırakan güç ile Türk işçi ve emekçisine ağır bir sömürü ve sınıfsal kölelik dayatan güç, aynı güçtür. Bu, sömürgeci ve sömürücü olan burjuva sınıf iktidarıdır. Bu iktidarın aracı olan AKP-MHP faşist hükümeti, Türk ve Kürt halkının mücadelesinin ortak bir kanalda birleşmesinin korkusunu yaşamakta ve ne yapıp edip bunu engellemek istemektedir. Zira bunun gerçekleşmesi onun kabusu olacaktır. Görev ve sorumluluk, AKP’nin kabusunu gerçeğe dönüştürmektir. Bu da Kürt halkının haklı ve meşru ulusal istemlerini Türkiye işçi sınıfına ve emekçilerine mal etmeyi başarmaktır. İşçi ve emekçiler üzerinde ezen ulus şovenizmini kırmak, işçi sınıfının Kürt halkına yönelik ulusal baskı ve zorbalığa tutum almasını sağlamaktır.
Eğer Kürt halkına, onun ulusal haklarına ve Kürt hareketine saldırmak, Türk işçi ve emekçi kitlelerin sosyal ve ekonomik taleplerine, onların siyasal hak ve özgürlüklerine saldırmaksa, ki tamamen öyledir, öyleyse tutulacak yol da bellidir. Bu yol, sermaye iktidarının ve onun yaydığı şovenizm zehrinin karşısına “İşçilerin birliği halkların kardeşliği!” şiarı ve proletarya enternasyonalizmiyle çıkmaktır.