Baba… Bu yazıyı, esaretinin 22. gününde yazıyorum. O korkunç gecenin üzerinden tam üç hafta geçmiş. Gözlerimizin önünde sana, bize ve bütün bir halkın iradesine yaşatılanları unutamıyorum. Unutmak için de çabalamıyorum. Bunun, kimler için bir utanç vesikası olduğunu, senin başının her zaman dik, vicdanının rahat olduğunun farkındayım. Sen ki, iki buçuk yıl boyunca geceni gündüzüne kattın, nerede bir hak ihlali varsa karşısında durdun. Kimlik gözetmedin, insan gözetmedin. Dün de, bugün de, gerçek bir insan hakları savunucusu olarak mücadelenin içindeydin. Sonunda da sen kazandın, yaşadıkların, sana yaşattırılanlar, mücadelenin haklılığını bir kez daha kanıtladı. İnsan hakları çizgisini çoktan kaybetmiş bir iktidarın, insan hakları savunucusu bir milletvekiline tahammülü bu kadar oldu. Fazlası beklenemezdi. Ama sen, bundan sonra da kazanacaksın.
Ben, başörtüsü yasağına karşı çıktığın için biber gazı solurken de şahidiydim senin mücadelenin, cezaevlerinde ve gözaltı merkezlerindeki işkencelere, kötü muamelelere karşı çıkarken de, Kürt meselesi için şehir şehir dolaşırken de, Ermenilere yapılan haksızlıklara karşı çıkıp her 24 Nisan’da soykırımı lanetlerken de… Bir gün irticacı, bir gün Ermenici, bir gün vatan haini, bir gün Fetöcü, bir gün PKK’ci ve son yıllarda her gün terörist oldun… Türkiye’de insan hakları savunucusu olunca yapıştırılan yaftaların sonu gelmiyor ne yazık ki. Ama inan, zulmün karşısında vicdanın rahat oldukça, yaftalara karşı hakkı önceledikçe ne denildiğinin hiçbir önemi yok.
Baba… Ben, korku iklimlerindeki cesareti, adalete olan inancı kaybetmemeyi senden öğrendim. Bir hayatı, insan haklarına, direnişe, mücadeleye adamayı, insanı anlamlı kılanın da aslında bu gayreti olduğunu senden öğrendim. Bir an bile olsa Meclis işlevini kaybetti, artık hiçbir şey yapamam, demedin, her anında her telefonu yanıtlamaya çalıştın. Kimi zaman zulüm hikayeleri dinleyerek ağladın, kimi zaman tahliye haberleriyle sevindin. Konuşulmaktan en çok çekinilen konuları konuştun, iktidar sıralarına “İnsan kaçırıyorsunuz” diye haykırdın. Ve bu mücadelenin, seni hayal kırıklığına uğratmadığına defalarca tanık oldum. Senin bu inancın, gayretin bana ve birçok gence umut kaynağı ve belki de gelecek adına toplumsal değişimin parolası oldu.
Hrant Dink öldürüldüğünde yaşadığın hüznü hatırlıyorum. Barış mücadelesi içindeyken bir cinayetle açığa çıkan zifiri karanlığa, toplumsal kırılmalara, hoyratlığa ve kayıtsızlığa karşı yine barışın tarafında oluşuna, mahalleci tepkilerden çekinmeyip “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” dövizleriyle, birçoklarıyla beraber, alanlarda Hrant’ın emanetine sahip çıkmana ve kuşkusuz çıktığına şahidim. Keşke onunla tanışsaydım, diyordun Hrant için. Onun bir barış insanı olduğunu, coğrafyayı belki de en iyi tanıyan, tanımlayan bir fikir öncüsü olduğundan bahsediyordun. Vicdan, tanışamadıklarını da özlettiriyor insana, hele ki bu coğrafyada…
Biliyor musun, hapishaneye girişinin henüz ilk saatlerinde, Hrant’ın arkadaşlarından, senin de dostun Hayko Bağdat aradı beni. Bir abi şefkatiyle yaklaştı. Yüzlerce kilometre uzaklıktan elini omzuma koydu, ‘Dik duracaksın, dik duracağız’ dedi. Bu dostça sesi duyduğumda, senin mücadelenin kıymetini bir kez daha anladım. İnsan için direndin, insan içindi uğraşın ve sonunda insan kazandın, insan kazandırdın. Bu yolun doğruluğunu yaşadıklarından, yaşattırılanlardan ve yanında duranlardan anladın ve şimdi bunu biz de daha iyi anlıyoruz.
Senin mücadelen, Hrant’ın, Rachel Corrie’nin, Malcolm X’in, Mahatma Gandhi’nin, otoriteye karşı Giordano Bruno’nun, Firavuna karşı Musa’nın, çoğunluğa karşı Sokrates’in mücadelesidir. Bu yüzden, bir kez daha söylemek istedim, gurur duy her zaman direnişinle.
Baba… Ben seni tanıyorum. Annem, kardeşlerim, biz seni tanıyoruz. Milyonlarca insan, hakları gasp edilenler, adalet için direnenler, coğrafyanın bütün ötekileştirilenleri, onlar, yanındakiler, hepimiz, seni tanıyoruz. Kim sorsa gururla anlattım, babam yalnız bugün değil, dedim, yıllardır orada, o sokakta, o evde, o Meclis’te, yine aynı mücadelenin içinde, aynı direnişin peşinde…
Yargıtay, hapis cezanı onadığında, bana dedin ya hani, “4 yıl önce aynı günlerdi, yine bir kış günü, KHK ile ihraç edilmiştim” diye. Yine bir tweet'in bahane edilmişti. O gün, bu haberi, üniversiteden eve dönerken uçaktan indiğimde öğrenmiştim. Vardığımda sen karşılamıştın beni. Seni gördüğümde ise, üzüntünü yüzünün her detayından anlamıştım. Kendi ifadelerinle, en çok üzüldüğün zaman dilimiydi belki de, o süreçte yaşadıkların. Hiçbir hastane, KHK’lı doktor kabul etmezken sen yılmadın, ülkenin bir ucuna gidip çalışarak onur mücadeleni sürdürdün. Sadece şunu yapabilmiş olman bile yeter bir evlada, gurur duyabilmesi için babasıyla. Sen fazlasını yaptın.
Baba… Bakma sen, onların nafile çabalarına, sesini kısmaya çalışmalarına. Onur madalyasıdır, yaşadıkların. Sen eğilmedin, dik durdun. Gurur duyuyorum, gurur duyuyoruz.
Yine de merak etme; zulüm, sürmez uzun, yine güler yüzün, hapishane çıkışında; yine sarılırız, kavuştuğunda özgürlüğüne ve her şey bittiğinde, sevinçle anlatırım sana “Düşürmedim, düşürmedik o bayrağı” diye…
Salih Gergerlioğlu- Gazete Duvar / 25.04.21