HDP İzmir İl Örgütü binasına yönelik saldırı ve Deniz Poyraz’ın katledilmesi, hemen tüm cephelerde batağa saplanan ve bu batakta çıkış-çözüm yolu bulamayan dinci-faşist iktidarın, ayakta kalabilmek için yeni cinayet ve katliamlara başvurabileceğini ortaya koydu. Zira Türkiye kapitalizmi, özellikle de AKP-MHP iktidarı altında içinden çıkılamaz büyük ekonomik, siyasi ve sosyal krizler ve sorunlar biriktirdi. Yanı sıra yaklaşık on dokuz yıllık iktidarı boyunca, emekçilerin yaşamını adeta cehenneme çeviren dinci-faşist rejim, yarattığı toplumsal çürüme ve kokuşma, devletteki çeteleşme ve mafyalaşma alanında da zirve yaptı. Devletin derinliklerinden gelen bir çetenin sınırlı ifşaatları buna ayrıca ayna tuttu. Dolayısıyla, saplandığı bataktan çıkış olarak çıplak zora daha fazla başvurmak ve cinayetlere yönelmek rejimin elindeki en etkili araç haline gelmiş bulunuyor.
Geniş kitleler tarafından her türlü pisliğin, ahlaksızlığın, hırsızlık ve yağmanın, uyuşturucu ticaretinin, kirli ve kanlı işlerin mimarı kabul edilen AKP-MHP bloku, tüm moral güç ve dayanaklardan yoksun kalmış, kitle tabanını büyük oranda kaybetmiş ve meşruiyetini yitirmiş durumdadır. Ayyuka çıkan ve mide bulandıran olaylar dizisiyle kimlik ve konumu daha da ağır darbe almış, işi daha da zora girmiş bulunuyor. Bir süredir Türkiye’yi sermaye sınıfı adına yöneten faşist blok, artık yönetemez durumdadır. Bütün gelişmeler, mevcut rejimin kendi sınırlarına dayandığını göstermektedir. Ama iktidarda kalabilmek için de iç savaş dahil her türlü yol ve yönteme başvurmayı göze alabilecek kadar bir gözü dönmüşlük içindedir. Çözümsüz ve çıkışsız olduğu ölçüde şiddetin, baskı ve terörün dozunu artırmak, cinayetlerin ve katliamların önünü açacak politikalara ve pratiklere yönelmek, sermaye iktidarı için bir zorunluluk haline gelmektedir.
Uygulanan baskı ve terör yeterli bulunmuyor olmalı ki Kürt halkı ve hareketinin yanı sıra devrimci ve ilerici güçler başta olmak üzere bütün bir toplumsal muhalefet, cinayet ve katliamlarla tehdit edilmektedir. Bu tehdidin ilk icraatı, HDP’ye yönelik toplu katliam girişimi ve Deniz Poyraz’ın hunharca katledilmesidir. Bu, baskı, terör, cinayet ve katliam politikalarının yeni bir evreye taşınacağına işaret etmektedir. Dolayısıyla HDP’ye dönük silahlı saldırı ve Deniz Poyraz’a sıkılan kurşunlar, toplumun öncü ve örgütlü güçleri başta olmak üzere işçi sınıfı ve emekçilere, onların eşitlik, özgürlük ve sosyal kurtuluş özlemlerine sıkılmıştır.
Kürt sorununda çözümsüzlük ve Kürt halkına düşmanlık
Sömürgeci sermaye devleti, Kürt sorunu karşısında tam bir acz ve çaresizlik içinde debelenmektedir. Bugüne kadar katliamlar da dahil olmak üzere Kürt halkına ve hareketine karşı başvurmadığı kirli-kanlı yol ve yöntem bırakmamasına rağmen gerçek bir iflasla karşı karşıyadır. Zaman zaman gündeme getirilen, aldatma ve oyalamalardan başka anlam taşımayan kimi politikalar ve “siyasal çözüm” gibi sinsi-sahte girişimler bir yana bırakılırsa devlet kent ve kasabaları yerle bir edecek, binlerce Kürt emekçisini bodrumlara gömecek denli vahşileşerek kirli savaşı topyekûn boyutlandırıp sürdürmektedir.
Uzun yılları bulan aldatıcı oyalamaların ve envai türlü entrikaların ardından Erdoğan-Bahçeli iktidarının Kürt sorununda kirli bir savaşı tırmandırmak dışında hiçbir politikası yoktur. Bu ise onyıllardan beridir zaten uygulanmakta olan ama umulan sonucu yaratmakta işe yaramamıştır. Zira uluslararasılaşan ve çözümünü dayatan Kürt sorunu ve büyük bir ulusal uyanış yaşayan Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük özlemi yerli yerinde durmaktadır. Bu özlem ve talep karşılanmadığı ölçüde Kürt halkını teslim almak mümkün değildir.
Erdoğan-Bahçeli iktidarı azgın bir şoven-milliyetçi histeriyle Kürt-Türk düşmanlığını her yolla kışkırtmaktan medet umuyor. Geleneksel inkar ve imha çizgisine yeniden geri dönerek, Kürt halkına yönelik zorbalık ve katliamlarda her türlü sınır ve ölçüleri aşıyor. Kürdistan’ın kent, kasaba ve köylerinde estirdiği terörü Türkiye’nin metropollerinde yaşayan Kürt kitlelerine ve örgütlü gücüne yöneltiyor. AKP-MHP iktidarının denetimi ve bilgisi dahilinde ülkücü-faşist güçlerden oluşan ve Kürt düşmanlığıyla eğitilen vahşi ruhlu çeteler aracılığıyla Kürtlere karşı ülkenin dört yanına yayılan linç girişimleri örgütleniyor. Yanı sıra devletin doğrudan parçası olan sivil faşist çeteler de Deniz Poyraz örneğinde görüldüğü gibi yeni cinayetler ve katliamlar için seferber edilmek üzere hazır tutulmaktadırlar.
İşlenmesi muhtemel olan yeni cinayet ve katliamların öncelikli hedefinde, öncüsüz bırakma saldırısı kapsamında yasal ve silahlı kanatlarıyla Kürt hareketinin tasfiyesi edilmesi durmaktadır. Bunun başarılması durumunda büyük fedakarlıklar, bedeller ve acılarla Kürt halkı ve hareketinin bölgesel düzeyde elde edilen kazanımlarının tasfiyesinin mümkün olacağı düşünülmektedir. Bunun için de içerde ve dışarda Kürt halkına ve hareketine, onun demokratik kazanımlarına karşı “yeniden” bir “topyekûn savaş” içerde ve sınır ötesinde bütün bir acımasızlığıyla sürdürülüyor.
Rejim payına “Batı cephesini” sağlam tutma ihtiyacı
Sömürgeciliğin Kürt halkına karşı yeni düzeyde yürüttüğü “topyekûn savaş”ın başarısı “Batı cephesini”nin sağlam tutulmasını zorunlu kılmaktadır. Bu da Türkiye işçi ve emekçilerin temel demokratik hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesini, temel sosyal, iktisadi ve siyasi talepler uğruna olan mücadelesine karşı “topyekün saldırı”yı ve azgın bir devlet terörünü gerektiriyor. Nitekim yıllardan beridir yaşanmakta olan budur. Bunun yeni bir safhaya taşınacağının işaretleri çoğalmaktadır. Türkiye işçi sınıfına ve emekçi kitlelerine yönelik saldırının bir amacı, Kürt halkına dönük kudurgan saldırıları sürdürürken ülkenin batısında suskunluğu sağlamak ve bu yolla Kürt düşmanı politikalara daha kolay uygulama imkanı elde etmektir. Bir diğer amacı ise gelişip büyüyecek bir işçi-emekçi hareketini daha doğmadan boğmak ya da denetim altında tutmak, öncü güçlerini de ezmektir. Hedef ise aynı zamanda Kürt halkıyla işçi sınıfının mücadele birliğini engellemektir.
Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük mücadelesiyle Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin ekonomik ve demokratik mücadelesinin birleşmesi, giderek birleşik bir sınıf savaşı cephesinin açılma olasılığı, sermaye iktidarının en büyük korkusudur. Türkiye’nin devrimci ve ilerici hareketi ile ulusal demokratik istemlere dayalı Kürt hareketi, bugünün Türkiye’sinde bu korkuyu büyüten iki temel toplumsal dinamiktir. Bu iki dinamik, mutlak şekilde ezilmek istenmektedir. Fakat bugüne kadar denenmedik yol, yöntem ve araç bırakmamalarına rağmen bunu başarabilmiş değiller. Bunun hırçınlığı içinde bulunan ve kuduran rejim, örgütlü güçleri ezmek için cinayet ve katliamları da kapsayacak olan yeni bir terör dalgası başlatmak niyetinde görünüyor. Zira ayakta kalabilmek için elinde terör ve şiddetten başka araç kalmamış bulunuyor.
Yakıcı ihtiyaç: Politikleşmiş işçi sınıfı hareketi
Faşist rejimin elindeki bu aracın karşısına çıkarılacak en etkili güç, politikleşmiş ve dolayısıyla da Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük talebini cepheden savunan bir işçi hareketidir. Türkiye’nin sermaye iktidarı Kürt halkını sömürgeci kölelik altında tutarken, işçi sınıfını da sınıfsal köleliğe mahkum etmektedir. Ama azgın bir şovenizm zehiriyle sersemletilen, sınıf bilincinden yoksun, örgütsüz ve dağınık olan işçi sınıfı, bu mevcut durumundan kaynaklı olarak, kendisine dayatılan ağır sömürü ve sınıfsal kölelikle Kürt halkına dayatılan sömürgeci köleliğin aynı burjuvazi ve onun devleti tarafından yürütüldüğünün henüz bilincinde değildir. Sınıf bilincinden yoksun ve örgütsüzlüğü nedeniyle işçi sınıfı, Kürtlerin meşru ulusal taleplerini terör ve katliamla ezmek isteyen burjuva devletin, kendi sınıfsal taleplerinin karşısına da aynı terörle çıktığını henüz görememektedirler.
İşçi sınıfının bugünkü bu politik geriliği, burjuva bilincin etkisi, şovenizm zehiri ve daha başka etkenler, onu Kürt sorunu ve Kürt halkının meşru ulusal hakları ve mücadelesi karşısında kayıtsız hale getirmektedir. Oysa bütün bir yükünü ve bedelini Kürt yoksul sınıflarının taşıdığı ulusal hareketin gelecekteki akıbetinin ne olacağı ve mücadelenin nasıl bir mecrada seyredeceği, esası yönünde Türkiye işçi sınıfının ortaya koyacağı politik inisiyatife bağlıdır. Devrimci bir işçi hareketi, Kürt halkının mücadelesine soluk ve güç kazandıracağı gibi, onunla en ileri düzeyde bir kader birliği gerçekleştirmenin de güvencesi olacaktır.
Türkiye’nin kapitalist düzeni, onun baskı ve şiddet aygıtı olan devleti ve bu devleti elinde tutan AKP-MHP iktidarı, büyük açmazlarla ve devasa çözümsüz sorunlarla yüz yüzedir. Bunun yol açtığı sonuçlar düzene karşı öfkeyi ve sosyal patlama dinamiklerini mayalamakta, sınıf ve emekçi kitleleri çıkış aramaya ve mücadeleye yöneltmektedir. Devrimci hareketin rahatsız edici düzeydeki parçalı durumuna, zayıflığına ve güçsüzlüğüne rağmen, Türkiye’de devrimci bir sınıf ve kitle hareketini geliştirmenin olanakları giderek büyümektedir.
Bu olanağı güce dönüştürecek toplumsal zemin ise işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı, bütün toplumun üzerine bir karabasan gibi çöken gerici-faşist kuşatmayı yarabilecek biricik sınıftır. Dinci-faşist iktidarla devrimci bir hesaplaşmanın yolunu ancak bu sınıf açabilir. Toplumun ezilen, sömürülen ve baskı altında tutulan öteki katmanlarının büyüyen hoşnutsuzluğunu ancak işçi sınıfı ekseni ortak bir kanalda doğru bir mecraya taşıyabilir. Kürt sorunu konusunda gerçek bir “açılımı” başarıp onu bugünkü kısır döngüden de ancak bu sınıf kurtarabilir. Türkiye devriminin temel bir toplumsal dayanağı olan Kürt sorunu ve mücadelesini devrim davasını büyütmenin bir olanağına çevirmek de ancak işçi sınıfının devrimcileşmesi sayesinde mümkün kılınabilir. Zor olan bu görevi başarmak, Türkiye devrimci hareketinin omuzlarındadır.