"Dil koparma" tehdidi ve zavallılaşma hali

Tek adam diktatörlüğü olan Erdoğan iktidarı, daha çok sorun yaratır hale gelmiş bulunuyor. Ağzında salyalarla kendinden olmayan herkese büyük bir kudurganlıkla saldırmak, onu korktuğu akıbetten kurtaramayacak.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 26 Ocak 2022
  • 08:00

Boğazına kadar yolsuzluğa ve hırsızlığa, her türlü kire ve suça batmış Erdoğan ve iktidarı pervasız bir zorbalığı yönetim biçimi haline getirmiş durumda. Zerresine sahip olmadığı “milli, kültürel ve manevi değerler” yalanıyla, kendisine biat etmeyen herkese büyük bir kudurganlık ve kinle saldırıyor. Akıl almaz hakaret ve tehdit işini, adeta “cinayet işletme” talimatı verircesine “dil kesme”ye vardırmış bulunuyor. Zavallılığın ve güçsüzlüğün ifadesi olan bu ölçüsüz faşist kudurganlık, kendi akıbetinden duyduğu korkunun da bir göstergesi sayılmalıdır.

Gerici-faşist rejim, uzun süreden beridir din bezirganlığı, baskı, terör ve zorbalık silahını daha yaygın ve pervasızca kullanıyor. Zira bunların dışında elinde toplumu yönetebilecek, iktidarını sürdürebilecek başka da bir alternatif ve araç kalmamış bulunuyor. Azgın bir devlet terörüyle birlikte başvurduğu iğrenç bir din ve vatan istismarı, içerde dağ gibi büyüyen ekonomik, siyasal ve sosyal sorunların, dış politikada da emperyalist efendilerin ayakları önünde diz çökmüş olmak gibi gerçeklerin üstünü örtmeye çalışmak ve toplumu sindirmek içindir. “Millilik” sahtekârlığını çokça kullananlar, emperyalist ağababalarının yanı sıra, düne kadar “kükredikleri” siyonist cellatlar, Körfez emirlikleri ve şeyhleri karşısında ise kuyruğunu kısmaktadırlar.

Efendilerin ve paranın gücü önünde uşakça diz çöküp kişiliksizleşenler, her türlü toplumsal muhalefet hareketine ve muhalif bireylere, olur olmaz mafyatik tarzda “devletin gücünü” gösteriyorlar. Bu sıralar bunun yeni ibretlik örneklerini sergiliyorlar. Sezen Aksu’ya yönelik “dilini kopartırız” tehdidi, saldırganlık zincirinin yeni halkasıdır ve yankıları da sürmektedir.

Önce, Sezen Aksu’ya karşı İslamcı kesimlerin başlattığı linç kampanyası sosyal medyada köpürtüldü. Ardında, Bahçeli ve Erdoğan ikilisi ünlü sanatçıya hakaret ve tehditler yağdırdı. TBMM Grup Toplantısı’nda konuşan faşist Bahçeli, “... sorumsuz ve şuursuz bir sanatçının ... sefalet ve rezalet hali ... cehalet çukurunun açık seçik bir numunesidir... Serçe isen serçeliğini bil.” ifadeleriyle kinini kustu. Üç gün sonra da Erdoğan, cuma namazını kıldığı Büyük Çamlıca Cami’nin çıkışında, sanatçıya “dilini koparma” tehdidinde bulunup hedef gösterdi. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ise “Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır.” diyerek, yargıya talimat verdi.

Bu gelişmelerin yankıları sürüyorken, TELE1’de katıldığı bir programda, “Çok meşhur bir söz vardır. Taçlanan baş akıllanır diye. Ama görüyoruz ki gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz. O saray ahır olur.” ifadelerini kullanan Sedef Kabaş, “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla gece yarısı gözaltına alınıp tutuklandı.

Tehdit edilen toplumsal muhalefet güçleridir

Gerici-faşist iktidarın, sanatçıları, gazetecileri, yazarları ve aydınları hedefe koyması elbette yeni değil. Türkiye’nin tarihi boyunca faşist rejimler, muhalif sanatçılar üzerine zorbalıkla gitmeyi ve onları terörle sindirmeyi temel bir politika olarak sürdürdüler. Zira sanatın ve sanatçının toplumların duygu ve düşünce dünyası üzerinde etkiler yaratabileceği ve mücadeleyi tetikleyici işlev görebileceğini biliyorlar. Dolayısıyla bir taraftan sanat ve kültür alanında ideolojik-kültürel hegemonya kurmak saldırısıyla sindirme ve teslim alma saldırısını iç içe yürütüyorlar. İktidar karşısında şu ya da bu şekilde muhalif olan hemen tüm popüler kişiler, iktidarın hışmını üzerlerine çekiyorlar. Halihazırda da Erdoğan ve iktidarının hedefi olan sanatçı, yazar ve aydınların oluşturduğu kabarık bir liste bulunuyor. Hedefte olan söz konusu kişiler, hiç de sanıldığı gibi devrimci-sol kimliğin taşıyıcı olan ünlülerden de oluşmuyor. Faşist iktidara liberal eksende muhalefet edenler de hedef alınıyor.

Popüler kimlikleri üzerinden Sezen Aksu ve Sedef Kabaş, büyük yankı ve tartışma yaratan zorbalığın yeni hedefleri oldular. Özellikle Sezen Aksu, sadece uğradığı saldırıyla değil, aynı zamanda muhalif kimliği ve müziği üzerinden de lehte ve aleyhte tartışmalara ve değerlendirmelere de konu oldu. Sezen Aksu’ya yönelik tehdide karşı çıkma tutumu, sanatçının politik kimliğini ve yaptığı müziğin içeriğini tartışmak tutumuyla iç içe yürütüldü. İktidar, sadece Sezen Aksu’yu değil, onun şahsında, dinci-gerici iktidar kültürünü egemen kılamadığı sanat ve kültür dünyasını, bu dünyanın ilerici-muhalif kesimlerini ve aynı zamanda liberal-ilerici modern yaşam tarzını hedef almaktadır. Dolayısıyla sorun, Sezen Aksu’nun “incelikli” cevabıyla “memleket sorunudur.”

Bu tür saldırganlıkların, gündem saptırma ve din sahtekârlığı üzerinden tabanını kemikleştirmenin ötesinde amaç ve hedefleri var. “Bütün emekliler açız, aç”, “Geçinemiyoruz” ve “En büyük sorun işsizlik” çığlıkları, artık camilerde ve AKP toplantılarında da sarayın ve yalakalarının suratında şaklıyor. Emekçilerin omuzları üzerinde yükselip tek adam diktatörlüğü kuran, yoksulluğu ve açlığı yaygınlaştırıp derinleştiren, hak ve özgürlükleri adım adım yok edip zorbalığı ve devlet terörünü yönetim biçimi haline getirenler, şimdi emekçilerin büyüyen öfke ve nefretiyle karşılaşıyor. Bunun patlamaya varmadan dizginlenmesi ve kitlelerin sindirilmesi gerekiyor. Öte taraftan da sanatçıları hedef alan saldırganlıkların gerisinde, yılları bulan akıl almaz tüm çabalara rağmen “kazanamadık”larını itiraf etmek zorunda kaldıkları “kültürel iktidarı” kazanma, hiç değilse bu alana da nüfuz etme gibi nafile umutlar var.

“Nafile umut” diyoruz, çünkü dinci-faşist iktidarın bugüne kadarki tüm zorbalığı ve kirli yöntemleri, kültür-sanat alanını ve yan sıra bir bütün olarak toplumu dinci karanlığın temelleri üzerinde dizayn etmeyi başaramadı. Erdoğan’ın “Siyasal iktidarı aldık ama kültürel iktidarı kazanamadık” sızlanması, bunun acı bir itirafıdır.

“Zorbalar kalmaz gider”

Gerici-faşist iktidarın ağırlaşan kriz ve biriken sorunlar karşısında bir çıkış alternatifi bulunmuyor. Derinleşen ve rejimi soluksuz bırakan çok boyutlu bunalımın tüm yüklerini işçi ve emekçilerin omuzlarına yıkmak istiyor. Bu, faturanın daha da büyüyeceği anlamına geliyor. Açlıkla karşı karşıya kalan emekçiler, aynı zamanda devlet terörü ve faşist zorbalıkla da terbiye edilmek isteniyor. Düzenin isyan ettirici icraatları işçi sınıfı başta olmak üzere toplumun ezilen ve sömürülen bütün katmanlarında büyük bir öfke ve nefret biriktirmiş durumda. Bu öfkenin sosyal bir patlamaya dönüşme riski, Erdoğan ve iktidarının büyüyen kabusuna dönüşüyor. Faşist kudurganlık bunun için tırmandırılıyor.

Tek adam diktatörlüğü olan Erdoğan iktidarı, daha çok sorun yaratır hale gelmiş bulunuyor. Ağzında salyalarla kendinden olmayan herkese büyük bir kudurganlıkla saldırmak, onu korktuğu akıbetten kurtaramayacak. “Günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır./ Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez” sözleriyle başlayan 1 Mayıs Marşı’nın son dizelerini hatırlatmanın tam zamanıdır: “Gün gelir, gün gelir zorbalar kalmaz gider,/ Devrimin şanlı yolunda, kül gibi savrulur gider.”