Haziran Direnişi’nin 10. yılındayız. Gezi Parkı’nı betona gömerek “eser siyaseti” yapan AKP'nin yağmacı zihniyetine karşı başlayan tepkiler, 31 Mayıs 2013'te tüm ülkeye yayılan büyük bir eylem dalgasına dönüşmüştü. Gerçekleşen eylemler, yıllardır toplumsal yaşamın farklı kesimlerine yönelik saldırılara karşı oluşan tepkinin dışavurumuydu. Başta metropol şehirler olmak üzere seksen kentte, milyonların katıldığı kitlesel ve militan eylemler gerçekleşti. Kent meydanları haftalarca terk edilmedi. Farklı sınıf ve kesimlerden oluşan heterojen bir kitle, AKP karşıtlığı temelinde, kendi istemlerini ortaya koydular. Haziran Direnişi, AKP gericiliğinin toplum yaşamına dayattığı çok yönlü saldırılara karşı kendiliğinden patlayan bir nefes alma arayışıydı.
İşçi sınıfının bilinç ve örgütlülüğünün geriliği koşullarında, bir sınıf önderliğinden yoksunluk ve toplumu saran örgütsüz olma halinin açmazlarını derinden yaşayan bir hareket olarak Haziran Direnişi, nesnel tablosuna rağmen soluklu denebilecek bir direnişti. Önemli bir deneyim ve birikim yarattı. Kuşkusuz “Arap Baharı” olarak adlandırılan Tunus ve Mısır gibi ülkelerde yaşanan halk hareketlerinin de etkisiyle, geniş bir alanda ve başlıklar üzerinden sonuçlar ortaya çıkarttı. AKP gericiliğinin emperyalist merkezlerle bütünlüklü iç ve dış politikaların yanı sıra, topluma dayatılan gerici cenderenin karşısına çıkan kitle mücadelesinin tüm zayıflıklarına rağmen yarattığı/yaratabildiği etkiyi gösterdi. Bugün, 14 Mayıs seçimleri üzerinden sıklıkla tartışılan “değişimin” nasıl ve nerede aranması gerektiğine dair sarsıcı cevaplar verdi.
AKP gericiliği ve başındaki zattın Haziran Direnişi’ne ilk günden itibaren yaptığı tüm düşmanlığın gerisinde, bu büyük halk direnişi karşısında kapıldığı korku var. Tayyip Erdoğan'ın ikide bir “Gezi Parkı eylemleri”ne saldırarak gözden düşürme çabası ve farklı “güç odaklarının” işiymiş gibi göstermesi ne tek başına kendi kitlesini motive etme aracı ne de gerici kışkırtmalarla toplumu bölme argümanlarıdır. Denilebilir ki, 20 yıllık AKP iktidarında, örgütlenmiş gericiliğin dizlerinin bağını çözen ve kurmak istediği düzene önemli bir darbe vuran, gerici politik hesapları sarsan en önemli gelişmelerden biridir. Bu kitlelerin ve kitle mücadelesinin gücüdür. Tersinden bu hareketlilik ve mücadelenin gücü, kitlelerin önyargılarını, yerleşik algılarını ve içine hapsedilmek istendikleri yalan ve manipülasyon çukurunu işlevsizleştirdi. Zayıflıkları ve sınırları gözetildiğinde, kendinden beklenebilecekleri fazlasıyla da yerine getirdi. Ancak sonraki süreçlerde Haziran Direnişi’nin tüm olumlu etkisine rağmen kalıcılaşamayan bu hareketlilik, başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzere geniş kitlelerin kırılamayan edilgenliğini, rejim krizi ekseninde yaşanan çatışmalı ve karmaşık süreçlerin bilinçlerde yarattığı kötürümleştirici etkiyi de bugünlere taşımış oldu.
AKP-MHP gericiliğinin çok yönlü yıkımı ve toplumun bir bölümü üzerinde kurduğu hegemonik etki, sınıf ve kitle hareketinde bilinç, örgütlülük ve hareket planında ileriye dönük adımlar atılamadığı her durumda seçimler üzerinden bir “değişim bekleme”nin temelsizliğini de göstermiş bulunuyor.
İktidar koltuğunda oturan AKP gericiliğinin sokak korkusu, Haziran Direnişi deneyiminden de görüldüğü gibi anlaşılır nedenlere dayanıyor. Talepleri için mücadele ederek sokaklara çıkan kitleler sermaye iktidarı için en büyük tehdittir. Bu aynı zamanda gerici-çürümüş yaklaşımların, kitlelere empoze edilmeye çalışılan önyargıların ve bu önyargılara dayalı kışkırtmaların da kırılıp atılmasının zeminidir.
Düzen muhalefetinin “yumuşak geçişli” bir seçimle düzenin yaşadığı yıkımı onarmayı temel iş edinmesi kendi misyonunun bir gereğidir. Kitlelerin biriken tepki ve öfkesinin seçimler ekseninde yaşanacak bir değişimle restorasyon programının devreye sokulması, kitle mücadelesini reddeder. Düzen muhalefetinin geniş işçi ve emekçi yığınları evde tutma çabasının gerisinde de bu vardır. Reformist sol grupların burjuva siyaset alanında, seçim-sandık-parlemento ekseninde kendilerine yer açma çabası da bunu bir başka yönden tamamlamaktadır. Ortaya çıkacak sonuç, ülkenin hakim politik atmosferini, bunun işçi ve emekçi kitlelere yansımasını verecektir.
Ancak toplumsal yaşamda gerçek değişimlerin kitle mücadelesi olduğu gerçeğini gösteren Haziran Direnişi, aynı zamanda tüm boğucu koşullara rağmen, toplumun derinliklerinde biriken öfke ve tepkinin, -sol uçtan sağ uca kadar düzen siyasetini belirlemeye çalışan koşullar ne olursa olsun- patlamaya hazır dinamikler barındırdığını da gösteriyor. Önümüzdeki günlerde, işçi sınıfı başta olmak üzere geniş emekçi katmanların ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yıkıma karşı göstereceği muhtemel tepkinin ne olacağını bugünden kestirmek güç. Fakat Haziran Direnişi’ni ortaya çıkartan koşullar bugün çok daha ağır, kapsamlı ve yıkıcı bir mahiyet kazanmış bulunuyor.
Komünistler, Haziran Direnişi günlerinde “Gericiliğin gücü edilgenliğin gücüdür” vurguları eşliğinde, bugünleri de anlamayı kolaylaştıran şu önemli noktaların altını çizmişlerdi:
“Tayyip Erdoğan’ın gücü edilgenliğin gücüdür, sandığın gücüdür. Onun için sandık, sandık, sandık diyor başka bir şey demiyor. Oysa Haziran Direnişi’nin ve onu izleyecek öteki çıkışların gücü mücadelenin gücüdür, sokağın gücüdür, davranmanın gücüdür. Bu nedenle biz hareketin işçi sınıfının ilerici katmanlarına mücadele etme ruhu ve cesareti vermesi olgusunu önemseyelim. Olayın aktif, dinamik yönünü görelim, edilgen pasif yönünü değil. Olup bitenlerden olumsuz etkilenen kesimlerin tepkisi en fazla sandık tepkisidir. Olumlu etkilenenlerinki ise mücadeledir, sokaktır, dinamizmdir. Ve siyasette etkin, hareket halindeki güçler önemlidir, edilgen pasif güçler değil.” (Haziran Direnişi- 1, H. Fırat)
Seçimlerin ilk turu, parlamentoda gerici-dinci-faşist güçlerin “ezici” bir üstünlüğüyle noktalandı. İkinci tura kalan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları ne olursa olsun, önümüzdeki dönem, toplumun geniş kesimlerini bekleyen ağır bir ekonomik-sosyal yıkıma eşlik eden bir baskı ve zorbalık dönemi olacaktır. Düzenin farklı güçleri dinci-faşist uygulamalar ve saldırılarla bir terör estirmeye çalışacak. Önümüzdeki dönemde, işçi ve emekçi kitlelerin yaşadığı çok yönlü sorunların derinleşmesi ve bunlara yenilerinin eklenmesi “oy denklemine” nasıl yansır bilenmez ancak, toplumsal mücadelenin gelişimi bakımından süreç daha sert bir kırılma potansiyelini içinde barındırıyor. İşçi sınıfı ve emekçiler için gerçek bir değişim isteyen tüm güçler, gerici-faşist cereyanı engellemenin yolunun ancak kitle mücadelesi ile başarabileceğini görmeli ve önümüzdeki dönemin sert ve sarsıcı günlerine hazırlanmalıdır.
Kitlelerin edilgenliği kırılmadan, toplumun üzerine karabasan gibi çöken gericiliğin gücü kırılamaz!