Dinci-faşist iktidarın toplumsal muhalefete dönük saldırıları hız kesmeden devam ediyor. En küçük bir hak arama eylemi, protesto ya da direniş dizginsiz bir devlet terörü ile karşılanıyor. Çeşitli konulardaki sosyal medya paylaşımları ve cumhurbaşkanına hakaret iddiası sonucu yargılanan, tutuklanan insan sayısı artık bilinmez bir durumda.
Geçtiğimiz hafta Suruç katliamının 8. yılında anma için çağrı yapan onlarca gencin polis saldırısı sonrası gözaltına alınması ve altı gencin “polise mukavemet”, “toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına aykırı davranma” iddiasıyla tutuklanması işin hangi boyutlara vardığını gösteriyor. Burjuva hukukunda bile “gözaltı gerekçesi” olmayacak/sayılamayacak kimi sudan gerekçelerle gerçekleştirilen tutuklama terörü olağanlaştırılıyor.
Kuşkusuz, burjuva hukukundan “tarafsız” ve “adil” bir yargılama beklemek/ummak ham bir hayaldir. Zira “hukuk”, “adalet”, “insan hakları” gibi kavramlar sınıflar üstü değildir. Hangi sınıfın iktidarı hüküm sürüyorsa, bu kavramlar o sınıfın iktidarını ve sınıfın çıkarlarını koruyup-kollamak için kullanılıyor. Bugün burjuvazinin sınıf iktidarı hüküm sürüyor. Üstelik dinci-faşist iktidar eliyle burjuvazinin sınıf iktidarı “demokrasi”, “insan hakları”, “adil yargılama" gibi ikiyüzlü kavramları bir kenara bırakalı çok oldu. Artık çıplak faşist baskı ve zorbalıkla her şey çözülüyor.
Kuşkusuz, son dönemde burjuva hukukun ayaklar altına alındığı yargılamalardan biri Gezi Direnişi davasıdır. Zira dinci-faşist iktidar daha önce yapılan iki yargılama ve iki beraat kararına karşın Gezi davasını üçüncü kez bir yargılamanın konusu yaptı. Yargılama öncesi mahkeme heyeti özel olarak tayin edilerek bu yargılama yeniden gerçekleştirildi. Böylece yeniden başlayan Gezi Davası’nda yargılananlara onlarca yıllık hapis cezası ve müebbet hapis cezaları verildi.
Ekonomik, sosyal, toplumsal krizin derinleştiği bir dönemde dinci-faşist iktidarın “Gezi Davası’nı” yeniden açması ve yargılananlara ağır cezalar yağdırması elbette ki boşa değil. Gezi Davası ile bütün bir topluma gözdağı verilmek ve sindirilmek hedefleniyor. Sermaye iktidarının toplumsal direniş korkusu sürdüğü için Gezi Direnişi ile hesaplaşması bitmek bilmiyor. Gezi direnişinden bu yana yargılama sürecini hatırlayacak olursak, 18 Şubat 2022’de Gezi Direnişi ile ilgili dava bitmiş, tüm sanıklar beraat etmişti. Ancak davanın tek tutuklu sanığı olan Osman Kavala serbest bırakılmamış başka bir soruşturma bahanesi ile tutukluluğu devam etmişti. Ardından İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi, 22 Ocak 2021’de yerel mahkemenin beraat kararını bozmuş, İstinaf Mahkemesi’nin bozma kararından sonra yeniden başlayan yargılama 25 Nisan 2023 tarihinde sonuçlanmıştı.
Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi'ye 18 yıl hapis cezası veren mahkeme, tutuksuz sanıkların kararla birlikte tutuklanmasına hükmetmişti. Karar Aralık 2022’de İstinaf tarafından onanınca dava Yargıtay aşamasına geçmişti. Tutuklu sanıklardan Can Atalay milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmedi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin Atalay'ın tahliye kararını vermek için dosyayı beklediği ancak Cumhuriyet Yargıtay Başsavcılığı'nın henüz tebliğnameyi göndermediği için karar veremediği gündeme gelmişti. İşte tam da bugünlerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı davaya dair tebliğnameyi hazırlayıp gönderdi. Tebliğnamede Mücella Yapıcı dışındaki tüm sanıkların cezalarının onanması istendi. Kuşkusuz savcılığın bu talebi şaşırtıcı değildi. Zira dinci-faşist iktidar tüm “bağımsız” yargıyı kendine bağlamış bulunuyor. “Hukuk”, “adil yargılanma”, “insan hakları” gibi zaman zaman kendilerine “yük” olan içi boş bu kavramlar artık bir kenara atıldı.
Ancak tarih boyunca çıplak baskı ve zorbalıkla hiçbir düzenin, hiçbir diktatörlüğün ömrü sonsuza kadar sürmedi. Dinci-faşist iktidarın da ömrü sonsuza kadar sürmeyecek. Barbarlık düzenine karşı dünyanın her yerinde olduğu gibi bu topraklarda da mücadele her cepheden sürüyor/sürecek…