AKP-MHP iktidarının kabusu olan Haziran Direnişi, 8 yıl sonra yeniden dava konusu edilecek. Önceki davada 16 kişi “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” gerekçesi ile yargılanmış, dava 18 Şubat 2020’de beraatla sonuçlanmıştı. Talimat ile çalışan Yargı, buna rağmen davayı tekrar açma kararı aldı.
Haziran Direnişi’ne ilişkin davada gelinen aşama, AKP iktidarının korkularını bir kez daha gözler önüne seriyor. AKP iktidarının, Haziran Direnişi korkusu her toplumsal hareketlilikte depreşiyor. Toplumsal meşruiyetini günden güne yitiren tek adam rejimi baskı ve zorbalıkta sınır tanımıyor, en ufak hak arama mücadelelerine dahi azgınca saldırıyor.
Saldırılarında hukuk ya da yasalara takıldığında ise genelgeleri devreye sokuyor. Son dönemde gençliğin “Özerk-demokratik üniversite” talebi ile gerçekleştirdiği Boğaziçi direnişine, kadınların İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararını protesto gösterilerine, Kürt halkına ve 1 Mayıs eylemlerine azgınca saldırısının arkasında bu korku var. AKP-MHP iktidarı gelişebilecek toplumsal hareketliliklere karşı sürekli hazırlığı da ihmal etmiyor. Polis yetkilerinin genişletilmesi, mühimmat hazırlığı, bekçi alımı, yasalar, çıkarılan genelgeler vb. adımlar gelişebilecek toplumsal hareketliliklere karşı atılıyor.
Türkiye kapitalizmi çıkışsızlık içerisinde debelenirken, krizin faturası işçi ve emekçilere ödettiriliyor. Pandemi ile birlikte ağırlaşan bu fatura toplumun her kesiminde öfke biriktiriyor. Özellikle son yıllarda gençlik gerici-faşist iktidarının çok yönlü saldırıları ile karşı karşıya kaldı. Bir yandan geleceksizliğin vardığı boyut diğer yandan eğitim alanında yaşanan sorunların derinleşmesi sonucunda gençlikte biriken öfke Boğaziçi direnişi ile sokaklara taştı. Direnişin ilk gününden itibaren her türlü provokasyonla eylemleri ezmeye çalışan iktidar, direnişçilere acımasızca saldırdı. Yüzlerce kişi gözaltına alındı, onlarcası tutuklandı.
Aynı dönemde kadınlar iktidar ve sözcülerinin kadın düşmanı politikaları ve söylemlerine sokakta tepki verdiler. AKP-MHP faşizmi, yaşanan her kadın cinayetine, İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik her saldırıya cevabı sokakta veren kadınlara da baskı ve zorbalıkla saldırdı.
Saldırıların hedeflerinden biri de sosyal medya, daha genel anlamda zaten kırıntısına bile tahammül edilmeyen “basın özgürlüğü” alanındaki haklardır. Baskı ve geleceksizlik girdabı içerisindeki insanlar tepkilerini sosyal medyadan yansıtıyor. Haziran Direnişi’nde sosyal medyada tepkilerin dile getirilmesi iktidarın korkulu rüyası haline gelmişti. Haber alıp vermenin bir kanalı olan sosyal medya aynı zamanda polis şiddetinin teşhiri için de önemli bir imkan. Bu yüzden sosyal medyaya dönük kısıtlamalar ve engellemeler her zaman iktidarın gündeminde oldu. Nitekim son çıkarılan bir genelge aracılığıyla, eylemlerde ses ve görüntü alınması yasaklanmaya çalışılıyor.
İktidar bir yandan baskı ve zor yöntemleriyle eylemleri bastırmaya çalışırken, diğer yandan uydurma hukuksal gerekçelerle davalar açıyor. Son olarak İmamoğlu’nun türbeye girerken ellerini arkada kavuşturduğu fotoğrafın soruşturmaya konu edilmesi, Boğaziçili öğrencilere açılan “Clubhouse soruşturmaları”, kopyala-yapıştır hazırlanan iddianamelerle süren Kobane davası gibi pek çok dava iktidara muhalefet edecek yığınlara karşı birer gözdağı niteliği taşıyor.
Toplumun büyük bir kesiminde biriken öfkeye karşı çaresizlikle baskı ve zora başvuran iktidarın korkuları boşuna değil. Başta işçi ve emekçiler olmak üzere kadınların, gençliğin ve tüm ezilenlerin yoksulluğun derinleşmesine, salgının günden güne ağırlaşan faturasına, demokratik hak ve istemlere yönelik dizginsiz saldırılara karşı yanıtı, iktidarın koltuğunu sallayan Haziran Direnişi’nde olduğu gibi yine sokaklarda verilecektir.