Geçtiğimiz haftalarda Balıkesir, Maraş, Manisa, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Konya gibi birçok kentte çiftçiler “üretemiyoruz” diyerek yaygın eylemler gerçekleştirdi. Hasat dönemi ürünleri ellerinde kalan çiftçiler traktör konvoyları oluşturarak, kasaları yollara dökerek seslerini duyurmaya çalıştı.
Kapitalist sömürü ve soygun mekanizmalarının kıskacı içinde yaşam mücadelesi veren tarım üreticisinin yaşadığı yıkım, tüm emekçileri yakından ilgilendiriyor. Çünkü tarımdaki yıkım doğrudan gıda krizine neden oluyor. Yıkım durdurulmadığı sürece, teknolojik alandaki tüm gelişmelere rağmen gıdada olağanüstü pahalılık, açlık ve kıtlık derinleşmeye devam edecek. Gelinen yerde bir yanda emekçiler sebze-meyveyi taneyle alırken, hatta daha ucuzu için çürüyen sebze-meyveye yönelirken, tarım üreticilerinin ürünleri ise tarlada kalıyor.
Türkiye’de neoliberal tarım politikaları
Türkiye’de neoliberal yıkım, 24 Ocak kararlarının 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi tarafından hayata geçirilmesiyle başladı. Büyük işletmeler, ulaşım, iletişim, eğitim, sağlık ve enerji gibi alanlar peyderpey yabancı tekellere peşkeş çekildi. Bu dönemde devletin 1945’lerde uyguladığı tarımı koruma politikası adım adım terk edilerek gıda tekellerine alan açıldı.
2001’de IMF ile yapılan stand-by anlaşmasıyla tarımda yıkım yeni bir boyuta taşındı. IMF’nin çok uluslu sermayenin çıkarları doğrultusunda dayattığı “Tarım reformu” tarıma darbe vurdu. IMF-Dünya Bankası patentli programlar fiyat, girdi ve kredi desteklerinin kaldırılmasını, tarım birliklerinin işlevsizleştirilmesini, kota uygulamasını, üretim alanlarının daraltılmasını içeriyordu.
Tarımdaki özelleştirmelerin yaygınlaştırılmasıyla tarımsal KİT’lerin boşalttığı alanlar yerli ve yabancı tekeller tarafından ele geçirildi. Üreticilerin kârının sermayeye aktarılmasıyla tarım şirketleri palazlandı, üretici yoksullaştı, emekçiler gıdaya ulaşmak için daha yüksek bedeller ödemeye mecbur bırakıldı.
AKP’li yıllarda tarım politikaları
IMF ve Dünya Bankası reçetelerinin sadık uygulayıcısı AKP de hayata geçirdiği politikalarla tarımı bugünkü çöküş noktasına getirdi. Tohum piyasasında tekellerin hakimiyeti, kamu kurumlarının özelleştirilmesi, üreticilere verilen desteğin kısılması, verimli tarım arazilerinin enerji santralleri ve maden ocakları ile tahribata uğratılması, tarım alanlarının acele kamulaştırma kararları ile imara açılması, ithalatın artması gibi icraatlar bu dönemde gerçekleştirildi.
AKP, iş başına getirilmesinden hemen sonra tarım kuruluşlarının özelleştirilmesine şeker fabrikaları ile başladı. Bu süreçte fabrika arazilerinden, işletmesinden, makinelerine kadar her şeyi yerli ve yabancı sermayeye düşük fiyata sattı. AKP’nin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın “babalar gibi satarız” sözleri AKP politikasının özetidir.
Yine aynı dönemde Tarım Kanunu, Tohum Yasası, Biyogüvenlik Yasası gibi yasal düzenlemeler de tarımı tümüyle ithalata bağımlı kıldı. Uygulanan tarım politikaları ve özelleştirmelerin sonucunda Türkiye, “kendi kendine yeten tarım ülkesinden” emperyalizme “tohumdan bağımlı” bir ülke haline getirildi.
Güncel saldırı paketleri devrede
Tarım üreticilerinin yıkıma uğramasının bir sebebi yukarıda özetlendiği gibi on yıllara yayılan tarım politikaları iken bir başka sebebi de derinleşen ekonomik krizdir. Üreticinin kullandığı gübre, mazot, yem gibi girdilerin fiyatlarındaki fahiş artışlar ürün alım fiyatlarındaki artışların çok üstüne çıkıyor. Bu da üreticinin bir sonraki yıl ekim yapabilmesini engelliyor.
Ekonomik krizin derinleşmesiyle paralel olarak AKP-MHP rejimi iki yeni saldırı paketi daha gündeme getirdi: Biri, Tarım Kanunu kapsamında çıkarılan “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik”, diğeri ise “2025-2027 Yıllarında Yapılacak Bitkisel Üretime Yönelik Desteklemeler İle Diğer Bazı Tarımsal Desteklemelere İlişkin Karar” ile çiftçiye destek ödemelerinin kısıtlanmasıdır.
Ekilmeyen arazilerin kiralanması ile üreticinin topraklarının devlet tarafından gasp edilerek tarım kapitalistlerine peşkeş çekilmesine zemin hazırlanıyor. Bu aynı zamanda toprağını ekemeyen üreticinin kendi toprağında ağır sömürü koşullarına mahkûm edilmesi, onlarca yıllık emeğinden ve birikiminden vazgeçmeye zorlanması demektir.
Diğer saldırı ise Tarım ve Orman Bakanlığı’nın çiftçilere yapılacak “destek ödemelerini” kararnameyle duyurmasıyla ilan edildi. Söz konusu kararnamede mazot ve gübrenin yer almaması tepkilere neden oldu. Tepkiler üzerine açıklama yapmak zorunda kalan bakanlık, mazot ve gübre desteklerinin temel destekler içinde ödeneceğini açıkladı. Ancak destek ödemelerinin OVP’ye uygun biçimde olacağı belirtilmiş, girdi KDV oranları yüksek ve enflasyon hesaba katılmamış. Ek olarak “planlı üretim” adı altında şirketlerin çıkarları gözetilmiş. Böylece üretim toplumun gıda ihtiyacına göre ya da toprağın durumuna göre değil, şirketlerin kârlarına göre planlanacak. Planlamada üreticilerinin söz sahibi olmaması gıda krizini derinleştirecektir. Zira, neyin nereye, neye göre ekileceğini IMF, Dünya Bankası ve tarım tekellerinin kâr oranları belirleyecek.
AKP-MHP rejiminin son saldırı paketleri, on yıllardır uygulanan tarım politikalarının devamıdır. Gelinen yerde üreticinin ürünü tarlada kalırken, sefalete mahkûm edilen emekçilerin ucuz gıdaya ulaşması da zorlaşıyor. Emekçilerin dağılmış pazar yerlerinde sebze-meyve aramaya mahkûm edilmesi ile üreticiyi traktörlerle yollara döken nedenler ortak ve bütündür. Üreticilerin talepleri “duyarlı” düzen muhalefetinin istismarına bırakılmadan işçi-emekçiler tarafından sahiplenilmelidir. Birlikte kurulacak mücadele hattı ile saldırılar durdurulabilir.
Bu sorunların kaynağına işaret eden TKİP programının “Tarım ve köylü sorunu” ara başlıklı bölümünde konuya ilişkin şu tespitler yer almaktadır:
“Küçük üretici köylülük, yerli ve yabancı tekeller, büyük toprak sahipleri, bankalar, tüccar ve tefeciler ve nihayet kapitalist sınıfın tümü adına devlet tarafından, sistematik biçimde sömürülmektedir. Küçük toprak parçası, yetersiz ve ilkel üretim araçları, kıt ve elverişsiz para ve kredi kaynakları ile birleşen bu ağır ve çok yönlü sömürü, bu emekçi köylü katmanını günden güne yoksullaştırmakta ve yıkıma sürüklemektedir. Kırların emekçi yığınlarını sermayenin sömürü ve köleliğinden, ancak proletarya devrimi kurtarabilir.” (TKİP Programı)