2013 Mayıs’ını Haziran’a bağlayan gün, Türkiye’nin toplumsal mücadele tarihinde yaşanmamış bir örneğin başlangıcına sahne oldu. Haziran Direnişi, Gezi Parkı’ndan başlayıp İstanbul’un her yerine, bir il hariç her şehre, her şehrin neredeyse her köşesine yayıldı.
Gezi Parkı’nın yok edilecek olmasına karşı 27 Mayıs itibari ile çadırlar kuruldu parka. Gezi Parkı’nda ilk birkaç günkü mücadelenin ekseni, ağaçların kesilecek olması, doğanın talanı, AKP’nin rant politikalarıydı. AKP iktidarı her şeye düşman olduğu gibi doğaya da düşmandı ve doğaya sahip çıkanlara da düşmanlığını gösterdi. Çadırlara ve parktaki insanlara saldırdı. Hatta çadırların yakılması talimatı bile verildi.
Kepçenin gelip ağaçları sökmeye başlaması ve parktakilere dönük saldırı Gezi’deki sürecin rengini değiştiren dönemeç oldu. Saldırganlık Gezi’yi kitlesel olarak sahiplenmenin fitilini ateşledi. AKP iktidarına, artan baskı ve yasaklara, gerici zihniyete, kapitalizmin doğayı katletmesine karşı öfkenin açığa vurmasına yol açtı. Bu öfke 31 Mayıs gecesinde sosyal patlamaya yol açıp bir çığa dönüştü.
Gezi’den başlayan Haziran Direnişi
Gezi direnişinin öncesindeki döneme bakmak, herkesi Gezi’ye çeken, Gezi’yi bir Haziran Direnişi’ne dönüştüren dinamikleri anlamak için yeterli bir fikir verecektir. Son bir ay, yani 2013 Mayıs ayı boyunca baskı ve yasakların ayyuka çıkmasına, buna paralel olarak devlet şiddetinin en yoğunlaşmış haline tanıklık ettik. İnternet sansüründen Taksim yasağına birçok yasaklama ile toplumun üzerine üzerine gelen bir iktidar vardı.
Yıllarca Taksim 1 Mayıs’ı için sokak sokak mücadele edildi, Taksim kazanıldı. Taksim 1 Mayıs’a açıldı ve üç yıl boyunca 1 Mayıs kutlamalarına ev sahipliği yaptı. Ardından Taksim yeniden yasaklı ilan edildi. 1 Mayıs yasak, 6 Mayıs yasak, 18 Mayıs yasaktı ve bunlara dair eylemlere azgınca saldırıldı, birçok gözaltı yaşandı. İnternete sansür uygulandı, toplumun tepkisi yükseldi, yine eylem adresi Taksim’di. Haziran Direnişi’nden hemen önce Taksim yasağına karşı Taksim eylemi gerçekleştirilmişti. Ve Taksim’de eyleme çıkanlar bir kez daha polisin şiddetine maruz kaldı.
Söz konusu eylemlerin en dikkat çekici ortak yanlarından biri, tepkilerin sadece eyleme katılanlarla sınırlı kalmamasıydı. Bu yasaklar ve saldırganlık karşısında tepki sesleri eylem çevresindeki insanların protesto eden tutumları ile de kendini göstermekteydi. Gezi’de de acımasızca gündeme gelen aynı yasak, aynı saldırganlık öfkeyi taşıran bir tetikleyici oldu. Toplumun öfkeli kesiminin korku duvarları yıkıldı ve ortaya Haziran Direnişi çıktı.
Haziran Direnişi üzerine verilen konferansta direnişin arka planı şu şekilde ifade ediliyor: “Direniş oldukça özgün bir vesile üzerinden patlak vermiş olsa bile asıl harekete geçirici etkenin AKP iktidarına karşı birikmiş tepki olduğu yeterince açık. Öfkeyle ayağa kalkmış kitlelerin baş hedefi AKP hükümeti, daha çok da hükümetin başı olarak Tayyip Erdoğan’dı. Ama Tayyip Erdoğan burada bir politikanın, bir programın, bir yönelimin, bir yönetimin de baş temsilcisi, yoğunlaşmış bir simgesidir. Dolayısıyla öfke ve tepki kişiye değil fakat onun simgelediği bütün bir politika ve icraatadır.” (Haziran Direnişi 1 - H. Fırat, Ekim, Sayı: 291, Kasım 2013)
Direniş, toplumun birçok kesiminin yer aldığı, heterojen yapılı bir direnişti. AKP iktidarı tarafından yıllardır sürdürülen uygulamaların, toplumun her bir kesiminde farklı şekilde hissedilen yakıcı sonuçları vardı. Tam da bu farklılıklar paralelinde sokakları dolduran, öfkesinin boyutuna göre direnme gücünü ortaya koyan, bu çerçevede çeşitlilik içeren bir mücadele süreci yaşandı.
Söz konusu konferansta farklı kesimlerin bu direnişi sahiplenme ve direnişte yer alma nedenleri üzerine şunlar söyleniyor:
“AKP çatısı altında birleşmiş dinsel gericilik koalisyonu ortaçağ artığı ideoloji ve normları, bunun gereği olan kuralları ve elbette bunun gerektirdiği yasakları, doğrudan ya da dolaylı biçimler içinde topluma gitgide daha çok dayatıyor. Toplumda buradan gelen ilerici bir laik tepki var ve bu sosyal tepki birikimi ile kesişmekle birlikte onu aşıyor da. Çok daha geniş, birbirinden farklı sosyal katmanları kapsıyor demek istiyorum. Örneğin sosyal yönden nispeten rahat durumda olan bazı ara katmanlar da, modern yaşam biçimine bağlılıkları ve laik duyarlılıklarından ötürü, hareket içinde etkin biçimde yer almışlardır.
“Yanı sıra bu ülkede bir Kemalist gelenek olduğunu, Kemalist hareketin ileriye dönük adımlarının oluşturduğu bir tarihsel, siyasal ve kültürel birikim ve toplumda kendini bununla özdeşleştiren önemlice bir kesimin bulunduğunu da biliyoruz. Direniş içinde bu kesimin küçümsenmeyecek bir yeri ve etkisi var. Bunlar laik kesimlerle kesişiyor ama onların tamamını oluşturmuyor. Kemalist olmayan ama laiklik konusunda hassasiyet gösteren kesimler de söz konusu burada.
“Direnişe kadınların etkili katılımı üzerinde çok duruluyor. Bunda cinsel ezilmişliğe karşı birikmiş tepkinin kuşkusuz önemli bir rolü var. Bu tepkinin AKP’nin kadın karşıtı icraatlarıyla özellikle büyüdüğünü de biliyoruz. Ama yine de bunu salt cinsel ezilmişliğe tepkiye indirgemek yanlıştır. Kadınların bu nispeten geniş katılımında ekonomik, sosyal, siyasal, ulusal vb. bir dizi başka etkenin de önemli bir rolü var. Nitekim bu kadınlar aynı zamanda sosyalist, Kemalist, sosyal demokrat ya da Kürt yurtseveridir. Onların aynı zamanda bir sosyal konumu ve bir siyasal kimliği, dolayısıyla bunun ürünü tutum ve davranışları da var.
“Kadın katılımındaki nispi genişliği kendi cephesinden gençliğin geniş katılımı tamamlıyor. Bu birçok bakımdan anlaşılabilir bir durumdur. Bunun bir yanında Türkiye’deki gençlik hareketi geleneği, öte yanında gençlik için geleceğin gitgide daha karanlık ve belirsiz bir hal alması gerçeği var.
“Ve elbette ezilen ulus konum ve kimliğinden gelen bir tepki birikimi de var Haziran Direnişi bünyesinde. Kürt hareketinin olaylar karşısında aldığı tavır tümüyle tartışmalıdır ve eleştiriyi fazlasıyla hak ediyor. Ama bu, bu ülkedeki ezilen ulus tepki birikiminin Haziran Direnişi’ne yansımadığı anlamına gelmiyor. Kürtlerin de özellikle büyük kentlerde bu harekete genel sosyal-siyasal nedenlerin yanı sıra aynı zamanda ezilen ulus kimliğinden gelen ulusal duyarlılıkları üzerinden de etkin biçimde katıldığını biliyoruz.”
Tam da direnişin bu dinamikleri üzerinden, “Denebilir ki Haziran Direnişi, yeni dönemde, alabildiğine heterojen bir tepki birikiminin kendini birleşik, kapsamlı, etkili, soluklu ve uzun süreli olarak dışa vurduğu bir ilk büyük kitle hareketi oldu. Susturulmuş, sindirilmiş, atomize edilmiş, karşı durmasını bilmeyen yığınların beklenmedik biçimde etkin bir ayağa kalkışıydı bu.” (agy.)
Yeni Haziranlar’da kazanmak için sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!
Haziran Direnişi’nin ortak potasının AKP karşıtlığı olduğunu belirttik. Aradan geçen beş yılda AKP iktidarına, tek adam anlayışına karşı öfke daha da yoğunlaşmış durumda. Toplumun farklı kesimleri, farklı siyasal anlayışlar “yeter ki tek adam gitsin” diyorlar. Erken seçim ile de “tek adam gitsin” diyenler hemen toplumun tepkisini sandığa, sandıkta yanıt vermeye, sandıkta çözmeye yönlendiriyorlar. Burjuva muhalefetinden reformist sola, genelin ufku bu sınırlarda.
Ülkenin reformistleri, dünün devrimci örgütleri burjuvazinin yarattığı yanılsamanın değirmenine su taşıyorlar. “Tek adam gitsin de, bu zihniyet gerilesin de gerisini sonra hallederiz” diyorlar. Oysa gerisini gerçekten halletmek için, bu çürümüş düzenin son bulması için bugünden devrimci bilinci ve eylemi örgütleme çabası içerisinde olunmalıdır. Asıl sorun ortadaki tepki ve öfkeyi sınıf mücadelesinin dinamiklerine dönüştürmekte düğümlenmektedir. Dolayısıyla işçi sınıfının talepleri ile mücadele sahnesine çıkması, sınıfa karşı sınıf konumu ile davranması ve devrimci sınıf hareketinin yükselmesi için işçilerin birliğini güçlendiren ve siyasal bilincini ilerleten müdahalelere odaklanılmalıdır.