Bilim ve teknolojinin zirve yaptığı bir dönemde yaşanan koronavirüs pandemisi, buna rağmen insanlık için büyük bir faturaya dönüştü. Son rakamlara göre hayatını kaybeden insan sayısı 2 milyona yaklaşırken, 10 milyonlarca insan da hayati tehlikeyle karşı karşıya kalmaya devam ediyor. Sermaye devletlerinin almadığı önlemler insanlardaki kaygı ve korkuyu gittikçe arttırırken, tüm dünya bulunan aşıya kavuşmak için gün sayıyor. Fakat bu bekleyiş herkes için geçerli değil. Zira aşıya ulaşma imkanı olsun veya olmasın, toplumda azımsanmayacak sayıda aşı karşıtı insan olduğu da bir gerçektir. Bunların oranı tam olarak bilinmiyor. Örneğin Almanya’da aşı karşıtlarının nüfusun yüzde 20’si civarında olduğu tahmin ediliyor.
Komplo teorilerine dayalı karşıtlık
Aşı karşıtlığı korona pandemisi ile başlamadı. Özellikle son yıllarda tüm dünyada, faydası uzun yıllar önce tescillenmiş en bilinen aşılarla ilgili bile şaibe uyandıran ve bunun üzerinden bir aşı karşıtı hareket oluşturmaya çalışan çabaların yoğunlaştığı gözleniyordu. Öyle ki Almanya gibi bir ülkede çocuğuna kızamık aşısı bile yapmak istemeyenlerin gittikçe çoğaldığı geçmiş yıllarda haber konusu olabilmişti.
Aşı karşıtlığının pandemi ile birlikte gittikçe arttığını, çevremizdeki bazı sıradan emekçilerin tepkileri üzerinden bile gözlemlemek mümkün. Bunların hepsi aynı saiklerle karşı çıkmıyor kuşkusuz. Bunların bir kesimini, pandemi önlemleri karşıtları olarak ortaya çıkan, kendilerini “aykırı düşünenler” olarak nitelendiren ve sözüm ona “anayasal özgürlükleri” savunduğunu iddia edenler oluşturuyor. Pandemi günlerinde sık sık sokağa çıkan bu kesimin öncülüğünü, çeşitli gerici komplo teorilerine dayanan ırkçı-faşist kesimler yapıyordu. Çok değişik sebeplerle bir araya gelen bu kesimlerin hepsini ırkçı-faşist olarak nitelemek doğru değil kuşkusuz. Fakat üzerinde durdukları platformun hiçbir ilerici yan taşımadığını vurgulamak gerekiyor.
Aşı karşıtları, pandemi süreciyle birlikte artan ve bundan çok daha geniş bir yelpazede yer alan insanlardan oluşuyor. Çevremizdeki bazı emekçilerden de tanık olabileceğimiz bu kesimi oluşturanların argümanları da esasında gerçeklikten ve bilimsellikten uzak komplo teorilerine dayanıyor. “Bize çip takacaklar”, “Yapılacak aşı DNA’mızın yapısını bozacak”, “Denek olmak istemiyoruz” vb. gibi argümanlardır bunlar. İleri sürülen bu ve benzeri teoriler gerçeklikten ve bilimsellikten uzak olsa bile, insanların yaşananlar karşısında duydukları kaygı ve güvensizlik konusunda tamamen haksız oldukları da söylenemez.
Güvensizliğin temelinde burjuva düzen var
Her şeyden önce insanların aşıya karşı duydukları güvensizlik ve karşıtlığın temelinde kapitalist düzene ve onun işleyiş yasalarına karşı duydukları güvensizlik ve tepki yatıyor. Bunun, kendisini çarpık bir bilinç üzerinden ve somut olarak aşı karşıtlığı üzerinden ifade etmesi, bu gerçekliği değiştirmiyor. İnsanlar bu sisteme nasıl güvensinler ki? İnsanlar pandemi vesilesiyle insan yaşamının bu sistem tarafından nasıl hiçe sayıldığını yaşayarak, bir kez daha gördüler. Kapitalist kârın insan yaşamına nasıl tercih edildiğine tanık oldular. Gün geçtikçe yıkıma uğratılan sağlık sistemlerinden dolayı, önleyici sağlık hizmetlerinin ve tedavi olanaklarının nasıl ortadan kaldırıldığı yaşayarak gördüler. Tüm dünya, milyonlarca insanın bile bile ölümün kucağına nasıl itildiğini gözleriyle gördü.
Ülke fark etmeksizin pandemi karşısında parasız maske, yaygın ve parasız test uygulaması gibi en basit hizmetleri bile sunmaktan aciz kalan kapitalist devletler, aşı konusunda farklı davranacaklarını iddia ettiler. Fakat çok geçmeden, maske savaşlarının yerini aşı savaşlarının aldığına tanık olduk. Aşının her türlü milliyetçilik, çıkar, kâr ve hegemonya savaşı ile eşitsizlik ve çifte standart gibi kapitalizme has kirli işlerin aleti yapıldığını görüyoruz.
Kapitalist sistemin pandemiye yaklaşımı, baştan sona tutarsızlıklar ve sahtekarlıklar silsilesinden oluşmaktadır. Sistemin bu tutarsızlıklarını basın ve medya üzerinden yapılan çeşitli komplo teorileri tamamlıyor. Ortalıkta aşı ile ilgili çok çeşitli komplo teorileri dolaşıyor. Bunların bir kısmı sözüm ona “bilimsellik” adına yapılıyor. Gerçekte ise bunlar ya unvanlarını ranta çevirmeye çalışan ahlak yoksunu kişilerden veya geniş emekçi kesimlerin bilincini kasten çarpıtmaya çalışan düzen yanlısı gerici kesimlerden oluşuyor. Bunların herhangi birine itibar etmek için bir sebep yoktur elbette.
İnsanların yiyip içtiklerinden tutalım duyduklarına kadar her şeyin yalan haline geldiği bu sisteme güvensizlik duyulması için binlerce sebep var. Fakat sisteme karşı duyulan bu güvensizliğin bilimsel bir temelde ve doğru bir hedefe yöneltilmesi de büyük bir önem taşıyor.
Tepkileri doğru hedefe yöneltmek gerekiyor
Aşılar tarihten bu yana salgın hastalıklara karşı insanlığı büyük kırımlardan kurtaran bilimsel buluşlardır. Normalde bir aşının tüm aşamalardan geçerek kullanıma sunulması 10 yıllık uzun bir süreci kapsıyor. Son korona aşısının bir yıldan daha kısa bir sürede kullanıma sokulması, bir yandan bilimsel gelişmenin kaydettiği ileri aşamadan, diğer yandan ise ayrılan devasa bütçeler sayesinde mümkün olmuştur. Burada kuşku ve güvensizlik duyulması gereken şey aşının hızı veya kendisi değil, burjuva sistemin ona yaklaşımıdır.
Kâr, sömürü ve rekabet üzerine kurulu olan kapitalist sistemde her şey gibi bilim ve bilimsel buluşlar da burjuvazinin hizmetindedir. Nazım Hikmet’İn deyimiyle, “kocaman gözlükleri ve beyaz önlükleriyle” bilim insanlarının laboratuvarlarda, gecesini gündüzüne katarak ve büyük emeklerle insanlar için buldukları aşılar, laboratuvar sınırları dışına çıktıktan itibaren onların denetiminden çıkıyor. Ondan sonraki bütün süreçlere burjuva sistemin ahlakı ve işleyiş yasaları damgasını vuruyor. Bugün korona aşısının burjuva dünyasına ait olan ticaret, rekabet, şantaj, hegemonya yarışı gibi her türlü kirli mekanizmanın aracına dönüştürülmesine hep beraber tanık oluyoruz. Patent hakkının korunması adına, aşının tüm dünyada eş zamanlı, hızlı ve yeterli bir şekilde üretilmesine bizzat tekelerin düzeni engel oluyor. Aradan aylar geçmesine rağmen, aşıyı bulanlar da dahil kapitalist hükümetlerin aşılamayla ilgili ciddi bir planları henüz bulunmuyor. Çeşitli kirli hesaplarla işi yavaştan alıyorlar. Oysa söz konusu olan yüksek kâr getiren bir iş olsaydı şimdi çoktan her şeyi hazır etmiş olurlardı.
Burada karşı çıkılması gereken bilimsel buluşlar veya konumuz itibarıyla aşıların kendisi değil, aşıyı bile insanlığa karşı adeta bir silaha dönüştüren, aşıların üretim ve dağıtım süreçlerini her türlü şeffaflıktan uzak yürüten kapitalist sistemin kendisidir. Dolayısıyla hiçbir bilimselliği olmayan komplo teorilerine dayanarak, aşı olmayı ret etmenin veya aşı karşıtı olmanın hiçbir ilerici yanı yoktur. Aksine kişi böyle yaparak kendisinin ve çevresinin sağlığını tehlikeye atmaktadır.
Sistem yanlısı gerici dar bir kesimin dışında, sıradan emekçilerde var olan aşı karşıtlığının temelinde bu sisteme duydukları güvensizlik vardır. Fakat bu güvensizliği aşı karşıtlığı üzerinden ifade etmek çarpık bir bilincin ürünüdür ve kimseye bir faydası yoktur. Bunun yerine, “Silaha ve savaşa değil, sağlığa ve eğitime bütçe”, “Herkese parasız, kaliteli ve eşit sağlık hizmeti”, “Herkes için parasız, güvenilir ve yeterli aşı uygulaması”, “Doğanın yıkımına son” gibi talepler etrafında, bu insanlık dışı kapitalist sisteme karşı mücadele etmek izlenecek en tutarlı yoldur.