Küresel ölçekte derinleşen servet-sefalet uçurumu, görülmemiş boyutlara ulaşan açlık ve yoksulluk, insan kırımına dönüşen pandemi süreci, sonu gelmeyen çevresel yıkım, emperyalist hegemonya mücadelesinin döne döne ürettiği savaşlar… Günümüz dünyasına rengini veren tüm bu olay ya da sorunlar yumağının gerisinde, burjuvazinin sınıf iktidarına dayalı, artı-değer sömürüsü ve sermaye birikimi üzerinde yükselen kapitalist düzen yer almaktadır. Kapitalist sistemi belirleyen ve yapısal nitelikte olan çok yönlü krizlerse, bütünlüğü içinde bu sorunları ağırlaştırmakta, yaygınlaştırmakta ve her birini kendi içerisinde alabildiğine derinleştirmektedir.
Zira, on yılların birikimi üzerinde yükselen ve yeni boyutlar kazanan krizlerin faturası gün be gün kabarmakta, bu ise küresel ölçekte işçi sınıfı ve emekçilerin omuzlarına yeni yükler bindirmektedir. Bugün emekçilerin gelirleri sistematik olarak erirken sömürü yoğunlaşmakta, çalışma koşulları ise alabildiğine vahşi biçimler almaktadır. Pandemi koşullarının da etkisiyle ekonomik kriz yeni boyutlar kazanırken, ortaya çıkan tablo kelimenin tam anlamıyla insani kriz noktasına ulaşmış bulunmaktadır.
Emperyalistler arası egemenlik mücadelesi ve bunun tetiklediği hegemonya krizi ise Ukrayna örneğinde olduğu gibi giderek bütün bir insanlığı tehdit eden savaşları tetiklemektedir. Gelinen yerde emperyalist güçler, mevcut dünya düzeninde egemen konuma gelmek, pazar ve hammadde kaynaklarını yeniden paylaşmak adına doğrudan karşı karşıya gelmekte, dahası bunun için nükleer silahların dahi devreye sokulabileceğini alenen dillendirmekteler. Bu kadarı bile emperyalist-kapitalist sistemin kriz ve çelişiklerinin ne denli keskinleştiğini gözler önüne sermeye yetmektedir.
Bugün emperyalist kapitalizm, insan soyunun yanı sıra bütün bir dünya ve canlı yaşam için de açık bir tehdit haline gelmiş bulunuyor. Zira, emperyalist tekeller krizden çıkış adına sadece emek sömürüsünü yoğunlaştıran politikalara ya da toplumsal-tarihsel birikimi yıkıma uğratan savaşlara yönelmiyorlar. Bunlarla birlikte, telafisi güç çevresel yıkımlar yaratan rant politikalarıyla yeni yağma alanları açarak ya da endüstriyel tarım, hayvancılık vb. politikalarla yaşlı dünyamıza da muazzam derecede faturalar çıkarıyorlar. Öyle ya, kapitalist üretimin mantığı her koşulda büyümeye, artı-değer sömürüsünün ve sermaye birikiminin kesintisiz devamına dayalıdır.
Tüm bu gerçekler, çok yönlü krizleri derinleşen kapitalist-emperyalist sistemin, insanlığı ve dünyamızı büyük bir yıkımın içine sürüklediğini tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu yönüyle kapitalizm, insanlığın gelişimi ve tarihsel ilerlemesinin önündeki en büyük engel haline gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla “Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!” ikilemi bir kez daha dünya çapında ve tüm somutluğu ile karşımızda durmaktadır.
Çelişkiler derinleşirken…
“-Kapitalist-emperyalist dünya düzeni halen bütünsel bir kriz içindedir. Kriz çok boyutludur; toplumsal yaşamın ve uluslararası ilişkilerin tüm alanlarını kapsamaktadır. Kriz koşullarının da özel etkisiyle, sisteme karakterini veren başlıca çelişmeler günden güne keskinleşmektedir.
- Kapitalist dünya sisteminin halihazırdaki en büyük başarısı, yarattığı tüm sorunlara rağmen krizi yönetebilmesidir. Bunu temelde işçi sınıfını denetim altında tutabilmesine borçludur. Bu sayede, en gelişmiş emperyalist ülkeler de dahil, krizin faturası sistemli biçimde emekçilere ödetilmektedir.
-Ekonomik kriz ve bunun körüklediği kıyasıya rekabetin yanı sıra, dünya ölçüsünde kızışan emperyalist nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma, sonu gelmeyen emperyalist müdahale ve savaşların yarattığı ağır faturalar, emperyalist burjuvaziyi bu tutumu süreklileştirmeye yöneltmektedir. Yeni tarihi dönemin katılıkla dayattığı bu tutum, kaçınılmaz biçimde emek-sermaye çelişkisini keskinleştirmekte, işçi sınıfı ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu günden güne büyütmektedir. Sınıf ve kitle hareketlerindeki yaygınlaşma ve süreklilik bunun göstergesidir.” (TKİP V. Kongresi, tkip.org)
Kapitalist emperyalizmin ağırlaşan krizleri, toplum yaşamında ve uluslararası mecrada bir dizi çelişkiyi de her geçen gün derinleştiriyor. Özellikle ve öncelikle emek ile sermaye arasındaki çelişkiyi.
Zira artan sömürü koşulları, açlık, yoksulluk ve yoksunluk, servet ile sefalet arasındaki uçurum sosyal bunalımı derinleştirmekte, dünya ölçeğinde işçi sınıfı ve emekçilerin öfkesini büyütmektedir. Bu durum nesnel olarak işçi sınıfı ve emekçileri burjuvazi ile karşı karşıya getirmekte, kimi zaman yerel kimi zaman ülke sathına yayılan sınıf ve kitle hareketlerinin yaşanmasına yol açmaktadır. Dün Mısır ve Tunus’ta, bugünse İran, Sri Lanka vb. ülkelerde yaşanan halk isyanları; ABD’den AB ülkelerine uzanan sınıf ve kitle hareketleri bu gerçeğin tartışmasız örnekleridir.
Öte yandan, bir dizi ülkede emperyalist savaş ve saldırganlığa, doğa ve çevrenin yıkımına, başta kadınlar olmak üzere ezilen toplumsal kesimlere dönük baskı ve saldırılara karşı öfkenin büyüdüğü, kitlelerin bu türden toplumsal-sosyal sorunlar üzerinden sık sık sokaklara indiği bir tarihsel dönemden geçiyoruz.
Kapitalist krizin keskinleştirdiği çelişkiler üzerinden gündeme gelen halk isyanları, sosyal-toplumsal mücadeleler, sınıf ve kitle hareketleri henüz düzen sınırlarını aşan bir nitelik taşımasa da, henüz açık bir sosyalizm perspektifinden yoksun olsa da kitlelerin devrimci isyanının alttan alta mayalandığından kuşku duymamak gerekiyor. Zira dünya olaylarının seyri toplumsal mücadelelerin giderek ön plana çıkacağı bir döneme girildiğini gösteriyor.
Ekim Devrimi’nin 105. yılında: Sosyalizm günceldir!
“İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek yeni bir devrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalist bunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım ve acılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır. Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de.” (TKİP III. Kongresi, tkip.org)
Büyük Sosyalist Ekim Devrimi bundan 105 yıl önce, bunalımlar ve savaşlarla belirlenen bir dönemde, çelişkilerin yoğunlaştığı, krizlerin üst üste bindiği Çarlık Rusya’sında, Bolşevik Parti önderliği altında kenetlenmiş Rusya proletaryasının eseri oldu. Bir başka ifade ile, devrimci bir önderliğe ve örgütlü bir hazırlığa sahip olan Rusya işçi sınıfı kendisine dayatılan çok yönlü yıkıma, açlığa, yoksulluğa, savaş ve saldırganlığa devrimle yanıt verdi. Hala daha aşılamamış olan bu büyük tarihsel olay, günümüz işçi sınıfı ve emekçilerine yürünmesi gereken yolu göstermektedir.
Zira Ekim Devrimi, kapitalist sömürüden, emperyalist yağmadan, savaş ve saldırganlığın ağır yıkımından, ulusal ve cinsel baskı ve sömürüden, kapitalizmin yarattığı diğer tüm eşitsizliklerden kurtulmanın yolunu açmakla kalmadı; aynı zamanda kapitalizme has bu belalardan gerçek ve kalıcı kurtuluşun sosyalizmle mümkün olabileceğini de ortaya koydu. Devrimle birlikte üretim ilişkilerinde; kadın sorunu, ulusal sorun, eğitim, sağlık vb. toplumsal yaşamın bir dizi alanında sosyalizmin inşası yolunda atılan ilk adımlar ve ortaya çıkan somut deneyimler dahi bunun en somut örnekleri olarak yerli yerinde durmaktadır.
Dolayısıyla Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, içinde bulunduğumuz bunalımlar ve savaşlar döneminde işçi sınıfı ve emekçilerin kutup yıldızı olmaya devam etmekte; kapitalist barbarlığın insanlığı büyük bir yıkımın eşiğine sürüklediği günümüz dünyasında sosyalizmin güncelliğini ve yakıcılığını bütün bir deneyimi ile ortaya koymaktadır. Tam da bu nedenle, bugün kapitalist sömürünün ve emperyalist barbarlığın bedelini en ağır şekilde ödeyen, öfkesi büyüyen ve yer yer sokakları tutuşturan işçi sınıfı ve emekçiler yüzünü bir kez daha Ekim Devrimi’ne, bu büyük devrimin ders ve deneyimlerine dönmelidir. Zira Ekim Devrimi geçmişte kalan bir deneyim değildir, tersine insanlığın geleceğini temsil etmektedir. Sosyalizm ise insanlığın kurtuluşu mücadelesinde tüm güncelliği ve yakıcılığı ile kendisini dayatmaktadır.