“Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin 100. yılı vesilesiyle, daha önce Kızıl Bayrak’ta yayınlanan yazıyı okurlarımıza sunuyoruz.”
Bunalımlar ve savaşlar dönemi
1700’lü yılların sonunda gerçekleşen Sanayi Devrimi kapitalist gelişmeye muazzam bir ivme kazandırdı. Sanayi kapitalizminin asıl atılımı ise vahşi sömürü çağı olarak bilinen 1800’lü yıllarda gerçekleşti. İngiltere’nin öncülük ettiği kapitalist gelişme başta Almanya ve Fransa olmak üzere kıta Avrupa’sına yayıldı. Yüzyılın ilk yarısı kapitalist sistemin kısa periyotlarla gündeme gelen krizleriyle ve sanayi proletaryasının ilk büyük hareket ve eylemleriyle (Çartist hareket, Lyon vb.) çalkalandı. Burjuvazinin devrimci barutunu tümden tükettiğini gösteren burjuva devrimlerin son dalgası yine bu aynı dönemde yaşandı. Ve 19. yüzyıl, işçi sınıfının etkin bir politik kuvvet olarak sahnede olduğu 1848-49 devrimleriyle, Marx ve Engels öncülüğünde bilimsel sosyalizmin inşasıyla, proletaryanın ilk uluslararası örgütü Enternasyonal’in kuruluşuyla, 1 Mayıs ve 8 Mart’ı tarihe yazan grevlerle ve nihayet Paris Komünü’yle kayıtlara geçti.
Avrupa’da işçi hareketinin ve 1848-49 devrimlerinin yenilgisi sonrasında kapitalizm, yirmi yılı bulan bir büyüme ve genişleme dönemi yaşadı. 1870’lerin ilk yıllarından başlayarak, sistem bu kez uzun süreli bir tıkanma ve bunalım dönemine adım attı. Bu aynı dönemde dünya, kapitalizmin tekelci evreye geçişine de sahne oldu. Dünyanın bir avuç emperyalist devlet tarafından sömürgeleştirilmesi ve paylaşımı tamamlandı. Emperyalist-kapitalizm yeryüzüne egemen bir düzen haline geldi. Döneme kapitalist bunalım, militarizm, emperyalist pazar kavgası ve bölgesel savaşlar damga vurmaya başladı.
Bu gelişmeler bir yandan sömürgelerde bağımsızlık mücadelelerinin zeminini hazırlarken, diğer yandan da nispeten geri kapitalist ülkelerde çelişkileri keskinleştirip devrimin koşullarını olgunlaştırmaktaydı.
İmparatorluğun militarist ihtiyaçlarını karşılamak için 1800’lerin ikinci yarısında dev işletmeler kurmaya yönelen Çarlık Rusyası, dizginsiz sömürünün, kitlesel açlığın ve yoksulluğun pençesinde kıvranan milyonlarca köylü ve işçisiyle, radikal kurtuluş arayışındaki aydın kesimiyle devrimci mayalanmanın yoğunlaştığı ülkelerden biri haline geldi. Devrimin ağırlık merkezi giderek batıdan doğuya kaydı.
I - Sınıf
Avrupa gericiliğinin kalesi ve halklar hapishanesi olarak bilinen Çarlık Rusya’sında 1870’lerden itibaren sanayi proletaryası mücadele sahnesinde yer almaya başladı. Rusya işçi sınıfı 1877-79 yıllarında Petersburg gibi merkezlerde grev dalgası estirecek denli gelişti. Ekonomik ve sosyal talepli işçi hareketi sonraki yıllarda da durulmadı. 1896-97’de grevlerle kitlesel bir hareket düzeyi kazandı.
Çarlık polisinin gelişen işçi hareketini kontrol etmek için başvurduğu çare kendi denetiminde sendikalar kurmaktı. Görev Moskova jandarma şefi Albay Zubatov’a verildiği için, bu sendikalara Zubatovist sendikalar denilmekteydi. Fakat çarlık rejiminin çabaları işçi hareketini durdurmaya yetmedi. İşçiler ekonomik ve sosyal taleplerin yanı sıra yer yer zorbalığa ve istibdada karşı siyasi talepler de ileri sürdüler. 1899’da gençliğin çarlık zorbalığına karşı başlattığı protesto eylemlerini işçilerin 1901’deki grev hareketi takip etti. Rusya’nın başlıca sanayi kentlerinde ve demiryolları gibi stratejik sektörlerde grev ve kitlesel gösterilerle büyüyen işçi hareketi 8-9 Şubat 1904’te başlayan Rus-Japon savaşına kadar hızını kaybetmedi. Çarlığın başbakanı Plehve, savaşın nedenlerinden birinin de devrimci yükselişi önlemek olduğunu, “Devrim dalgasını önleyebilmek için küçük, başarılı bir savaşa ihtiyacımız var” cümlesiyle özetlemekteydi.
Savaşta yenilgi üstüne yenilgi alan Çarlık Rusya’sında yaşamı çekilmez hale gelen işçiler ve köylüler arasındaki huzursuzluk Aralık 1904’te yeni bir hareketi tetikledi. Nihayet 1905 Ocak ayı içinde Putilov işletmelerinde 4 işçinin işten atılmasına karşı ve ekonomik taleplerle başlayan grev, tüm Petersburg fabrikalarına yayıldı. 200 bine yakın işçi, ellerinde dinsel ikonalar ve “kutsal baba” olarak gördükleri çara sunacakları bir dilekçe, başlarında Zubatov hareketinin Petersburg’daki ajanı Papaz Gapon olduğu halde, 9 Ocak’ta Kışlık Saray’a yürüdüler. Çarlık rejimi kitleyi kurşunlarla karşıladı. Binden fazla kişi öldü, iki bin civarında insan yaralandı. Kanlı Pazar, tüm Rusya’da kitlesel bir ayaklanmanın başlangıcına dönüştü. Çarlığın anayasal monarşi, meclisin kuruluşu ve anayasa sözü silahlı hale gelmiş ayaklanmayı durduramadı.
Ve 1905 Devrimi Ekim ayında İşçi Temsilcileri Sovyetlerinin ortaya çıkmasıyla taçlandı. 1905 aynı zamanda Rusya’da devrimin ilk aşamada bir işçi-köylü devrimi olarak gelişeceğini gösteriyordu.
Rusya’da beklenen ve nihayet patlayan devrim ancak 1907’de tümden bastırılabildi. Sonraki 4-5 yıla baskı ve gericilik atmosferi hakimdi. 1911’de gençliğin başlattığı gösterilerin ardından, işçi hareketi tekrar canlanmaya başladı. İki-üç yıl boyunca Rusya, işçi sınıfı ve köylülüğün kitlesel hareketiyle, grev ve eylemlerle çalkalandı. Çarlığın imdadına 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı yetişti.
1914’ten itibaren dünyayı kasıp kavuran, ceset yığınları ve kan gölleri oluşturan emperyalist savaşın halklara faturası alabildiğine ağırdı. Rusya işçi sınıfı 1917’nin başlarında bu kez savaşın yıkımına, ağırlaşan çalışma ve yaşam koşullarına, açlığa ve yoksulluğa karşı, ekmek, özgürlük ve barış talepleriyle harekete geçmişti. 9 Ocak Kanlı Pazar’ın yıl dönümü anmalarıyla başlayan hareket, eski Rus takvimiyle 23 Şubat’ta, yeni takvimle 8 Mart’ta kadın işçilerin başlattığı grev ve gösterilerin tetiklemesiyle devrime dönüştü. İşçilerin ve asker giysileri içindeki köylülerin silahlı isyanı sonucunda çarlık yıkıldı.
Devrim, dönemin sözde sosyalistlerinin de desteklediği Geçici Hükümet’in yanı sıra bir kez daha işçilerin ve köylülerin özyönetim organları olan Sovyetlerin doğumuna ebelik edecekti. Gücü kendinden menkul geçici hükümet burjuvazinin; silahlı işçi, asker ve köylülerin seçilmiş temsilcilerinden oluşan Sovyetler ise işçi sınıfının fiili iktidar organları olarak sahnedeydi.
II - Parti
1870’lerde beliren işçi hareketi, Marksizm’in 1880’lerde Rusya’da ideolojik bir akım olarak ortaya çıkmasının toplumsal zeminini oluşturdu. 1883’te kurulan Emeğin Kurtuluşu Grubu ilk on yıl boyunca yurtdışındaki bir avuç insandan ibaret kaldı. ‘90’larda büyüyen işçi hareketine paralel olarak ortaya çıkan, onunla iç içe şekillenen marksist işçi çevreleri Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin
(RSDİP) örgütsel birikimini oluşturdular.
Bu yıllarda Marksizm’le tanışan Lenin, gerek Rusya’da işçi sınıfının devrimci partisinin inşasında, gerekse işçi sınıfının iktidarı almasında tayin edici bir rol oynayacaktı.
1898’de toplanan ilk kongreyle kuruluşunu ilan eden RSDİP, hem polis operasyonlarından hem de önder kadrolarının sürgünde bulunmasından kaynaklı ilk yıllarda pek varlık gösteremedi. Merkezileşmiş bir devrimci örgütün yakıcı önemini “Bize bir devrimciler örgütü verin, Rusya’yı alt üst edelim!” sözleriyle vurgulayan Lenin, esas çabasını devrimci partinin örgütlenmesine yoğunlaştırdı. Lenin’in projesi olan ve önderliği altında yayınlanan Iskra gazetesi, dağınık haldeki çevrelerin toparlanmasını sağlayan ve partinin örgütsel temellerini döşeyen bir kılavuz haline geldi.
Partinin ikinci kongresi Lenin’in yoğun çabalarıyla 1903’te toplandı. Bu kongredeki ayrışma sonucunda, tarihe Bolşevizm olarak damga vuracak akım ortaya çıkacaktı. Lenin’in devrimci parti inşası on yıl içinde önce halkçı (Narodnik) akımla, ardından marksist çevrelerde güçlenen ekonomizm ve kendiliğindencilikle ve en sonu örgütsel liberalizmle ideolojik-politik mücadele içinde ilerledi.
1905-07 Devrim dönemi tüm devrimci akımların kitleselleştiği bir dönemeçti. Bolşevikler için ise işçi hareketiyle kaynaşmanın, fabrikalara kök salmanın, on binlerce üyeli bir parti haline gelmenin koşullarını yarattı.
Genelde olduğu gibi Rusya’da da gericilik ve baskı yılları tasfiyeciliğin ve savrulmanın egemen olduğu bir dönemdi. Lenin önderliğindeki Bolşevikler, bu yıllarda Bolşevik Parti saflarında da boy veren tasfiyeciliğe, tanrı arayıcılığına ve devrimden kaçışa karşı ideolojik mücadele yürüttüler. Yasal ve yasadışı yöntem ve araçlar kullanarak, parlamenter olanaklardan devrimci amaçlar doğrultusunda yararlanarak, işçi birliklerinde ve sendikal mevzilerde faaliyet yürüterek, fabrika ve işletmelerde sınıf ve emekçi kitlelerle bağlarını sürdürdüler. 1911-12’de başlayan yükseliş döneminde başlıca sanayi kentlerindeki işçi sınıfı içinde hızla kök salmayı, sendikalarda etkinlik kurmayı, seçimleri ve çarlık parlamentosu olan Duma’yı düzenin iç yüzünü teşhirin aracına çevirmeyi, günlük siyasal gazete çıkaracak bir güce ulaşmayı bu hazırlığa borçluydular.
Rusya’da bunlar olurken, Lenin önderliğindeki Bolşevizm’in bir diğer kavgası da uluslararası alanda sürmekteydi. Emperyalistlerin militarizme ve silahlanmaya ağırlık vererek son sürat paylaşım savaşına hazırlanmaları karşısında İkinci Enternasyonal, emperyalist savaşı devrimci savaşa çevirme kararı almıştı. Oysa emperyalist kapışma gelip çattığında Alman Sosyal Demokrat Partisi başta olmak üzere İkinci Enternasyonal’in belli başlı partileri kendi burjuvazilerinin arkasında saf tuttular. Sosyal-şovenizme yelken açan İkinci Enternasyonal’in ihaneti karşısında Lenin, işçi sınıfının enternasyonal devrimci bayrağını dalgalandırmaya, ihanetin iç yüzünü teşhir etmeye ve devrimci bir enternasyonalin inşası çabasına ağırlık verdi.
III – Ekim Devrimi
1917 Şubat Devrimi’nin ardından sürgündeki devrimciler Rusya’ya dönmeye başladılar. Lenin Rusya’ya ulaştığında, devrimin taktiklerini açıkladı ve Bolşevik safları bu doğrultuda eğitmeye koyuldu. İşçi-köylü iktidarı düşüncesinde başlangıçta neredeyse tek başınaydı. Geçici hükümeti oluşturan küçük-burjuva partiler işçi, asker ve köylü sovyetlerinde de etkin bir güce sahiptiler. Fakat onlar işçi ve köylü kitlelerin ekmek, barış, toprak gibi taleplerini karşılamaya yanaşmadıkları için kitleler içinde Bolşevik Parti’nin çağrıları giderek güç kazanmaya başladı. Temmuz’da kitlelerin tepkisi silahlı bir gösteri biçimini aldı. Burjuva hükümetin ve sözde sosyalistlerin buna yanıtı Bolşevik Parti’yi yasaklamak, önderleri hakkında tutuklama kararı çıkarmak oldu. Diğerleri emperyalist savaşı sürdüreceklerini taahhüt ederken, Kurucu Meclis’i toplamak, Sovyetleri dağıtmak planları yaparken, Bolşevikler “Tüm iktidar Sovyetlere!” şiarı doğrultusunda çalışmalarını hızlandırdılar.
Nihayet Eylül ayında Lenin partinin başlıca örgütlerinde tartışılmak üzere “Bolşevikler iktidarı almalıdır” ve “Marksizm ve ayaklanma” başlıklı mektuplarını kaleme aldı. Ağustos-Eylül-Ekim aylarında başta Petrograd ve Moskova olmak üzere belli başlı sanayi kentlerindeki işçi ve askerlerin büyük çoğunluğu Bolşeviklerin safına geçmişti. 10 Ekim’de parti Merkez Komitesi parti örgütlerinde görüşülmek üzere silahlı ayaklanma çağrısı yaptı. Silahlı ayaklanma kararı parti örgütlerinin yanı sıra Petrograd Sovyeti ve Sovyet’in Askeri Devrimci Komitesi tarafından da desteklendi. Nihayet 2. Tüm Rusya Sovyetler Kongresi’nin toplanmasından bir gün önce, 25 Ekim sabaha karşı saat 02.00’ye doğru, Sovyet’e bağlı silahlı işçiler fabrikalardan, askeri birlikler kışlalarından çıkarak kamu binalarına, köprülere, istasyonlara doğru harekete geçtiler. İşçi sınıfının silahlı neferleri Kışlık Saray’ın merdivenlerini bu kez kendi iktidarlarını kurmak için tırmanıyorlardı.
Lenin devrimin zaferini, Devrimci Askeri Komite adına yazdığı bildiriyle şöyle duyuracaktı:
“Halkın mücadeleye girdiği dava -hemen demokratik bir barış, toprak mülkiyetinin kaldırılması, üretimin işçiler tarafından denetlenmesi, Sovyetler hükümetinin kurulması- kesin bir zafer kazanmıştır. Yaşasın işçilerin, askerlerin ve köylülerin devrimi.” (25 Ekim)
Öğleden sonra toplanan Petrograd Sovyeti’ndeki konuşmasında ise şunları söylüyordu:
“Zorunluluğu Bolşevikler tarafından sürekli olarak haykırılan işçi ve köylü devrimi gerçekleşmiştir. … Bu, öncelikle, içerisinde burjuvazinin yer almayacağı bir Sovyetler hükümeti demektir. Yeni iktidar organlarını bizzat ezilenler oluşturacaktır. Eski hükümet aygıtı bin parçaya bölünecek, yerine Sovyet kurumları biçiminde yenisi yaratılacaktır. Rusya tarihinde yeni bir çağ başlıyor. Bu üçüncü devrim kesin olarak sosyalizmin mutlak zaferiyle sonuçlanacaktır. En acil görev savaşı sonlandırmaktır. Bu, doğrudan kapitalist rejime bağlıdır. O halde, işe önce kapitalizmi yenerek başlanmalıdır. Uluslararası proletarya yardımımıza gelecektir. Arazilerin özel mülkiyetine son verildiğinde köylüler bizi destekleyecektir. Sosyalist devletin inşasına başlamalıyız…”
***
Bolşevikler önderliğinde Rusya’nın işçi-köylü iktidarı hızla bu kararları hayata geçirmeye başladı.
Ekim Devrimi, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın dört bir yanında estirdiği devrimci fırtınayla emperyalist savaşın sonunu getirdi. Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerindeki işçi ve emekçi kitlelerin iktidar için harekete geçmesini, devrimci durumların oluşmasını tetikledi. Bu ülkelerde işçi sınıfının devrimine önderlik edebilecek hazırlığa sahip partilerin olmayışı, burjuvazinin düzeni yeniden kurmasına yol açsa da, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Rusya’daki sosyalist işçi iktidarı, daha ilk adımda çarlık boyunduruğu altındaki tüm halklara kendi kaderlerini tayin hakkı tanıdı. İlkel aşamadaki toplulukların dahi modern ve eşit halklar haline gelmesinin koşullarını yarattı. 20. yüzyıl boyunca dünyadaki ulusal kurtuluş mücadelelerine sadece esin kaynağı olmakla kalmadı, zaferleri için her türlü yardımda da bulundu. Toprak, üzerindeki özel mülkiyet kaldırılarak, emekçi halkın kullanımına sunuldu. Üzerlerindeki binlerce yıllık baskıya, köleliğe, ezilmişliğe, cinsiyet eşitsizliğine son verilerek, kadınların toplumsal yaşamın her alanında eşit ve saygın bireyler olarak yer almalarının yolu açıldı.
Sınıf mücadeleleriyle kimi ülkelerde elde edilmiş haklar, en başta da 8 saatlik iş günü Ekim Devrimi’nin etkisiyle tüm dünya işçi ve emekçilerinin kazanımı haline geldi. 20. yüzyıl boyunca Ekim Devrimi’nin rüzgarı ve ondan moral güç bulan batıdaki işçi ve emekçilerin mücadelesi emperyalist-kapitalist burjuvaziyi reform adı altında tavizler vermeye zorladı.
Emperyalistlerin içerideki karşı-devrim güçleriyle işbirliği halinde 4 yıl boyunca sürdürdükleri ilan edilmemiş savaştan da zaferle çıkan Sovyet iktidarı, geri ve yıkılmış bir ülkeyi boydan boya gelişmiş bir sanayi ülkesine dönüştürdü. İktisadi ve kültürel geriliğe mahkum edilmiş bir halklar hapishanesinden uzaya ilk adımı atacak bir toplum yarattı.
Batılı ülkelerde beklenen devrimlerin yenilgiye uğraması, emperyalist kuşatma, savaşın tahrip ettiği iktisadi temel, 4 yıllık iç savaşta yitirilen devrimci işçi kuşağı, sosyal ve kültürel gerilik ve nihayet bu koşullarda tek ülkede sosyalizmin inşasının yarattığı zaaflar ile bu zeminde boy atan içerideki ayrıcalıklı bürokratik kast Sovyetler Birliği’nin sonunu getirmiş olabilir. Fakat Ekim Devrimi, insanlığın en ileri atılımı olarak sınıf ve emekçilerin kurtuluş kavgasına yol göstermeye devam ediyor. Devrim örgütleyicisi ve önderi Lenin, henüz Ekim Devrimi’nin 4. yıl dönümünde bu gerçeği dile getirmişti:
“Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz. Ekim devrimimiz sadece bizim cephemizde ve emsalsiz cefalar ve güçlükler, işitilmemiş acılar içinde ve büyük yanılgılar ve hatalarla gerçekleştirildi. Geri kalmış bir halkın tek başına dünyanın en güçlü ve en gelişmiş ülkelerinin emperyalist savaşlarını başarısızlıklara uğramadan ve hata yapmadan boşa çıkarması nasıl beklenebilir ki! Hatalarımızı söylemekten korkmuyoruz ve onları düzeltebilmesini öğrenmek için bu hatalarımızı değerlendireceğiz. Ama gerçek gerçek olarak kalacaktır. Yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez efendiler arasındaki savaşa, kölelerin tüm efendilere karşı yönelmiş köleler devrimiyle ‘yanıt verme’ sözü eksiksiz yerine getirildi…
“Biz başlangıcı yaptık. Ne zaman, hangi gün ve saatte, hangi ülkelerin proleterlerinin bu süreci tamamlayacağı önemli değil. Önemli olan buzun kırılmış, yolun açılmış ve yönün gösterilmiş olmasıdır.”
Gelecek mutlak sosyalizm!
Dünyamız emperyalist barbarlığın pençeleri altında ezilmeye, yakılıp yıkılmaya devam ediyor. Dünyada bugün silahlanmaya ayrılan kaynak, 2 trilyon dolar sınırına dayanmıştır. Servet-sefalet uçurumu alabildiğine derinleşmiştir. Gelinen yerde dünya nüfusunun yüzde 1’i dünyanın geri kalan yüzde 99’undan (yaklaşık 7 milyar insandan) daha fazla servete sahiptir. Bundan dolayıdır ki, 800 milyondan fazla insan çatışmalar ve iklim değişikliğinin yol açtığı doğal afetler nedeniyle açlıkla boğuşuyor. Yüz milyonlarcası yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 2016’da çatışmalarda 8 bin çocuğun öldüğü veya yaralandığı, 66 milyona yakın kişinin savaş vb. nedenlerle yerlerinden edildiği kayıtlara geçiyor. Dünya genelinde her 60 saniyede 20 kişi mülteciliğe adım atıyor. Her gün Avrupa’ya sığınmaya çalışan ortalama 14 mülteci hayatını kaybediyor. Öte yandan kapitalizmin kalelerinde dahi işçi ve emekçilerin kazanımları birer birer gasp ediliyor. Çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaşmasına çığ gibi büyüyen işsizlik, taşeronlaştırma, kitlesel açlık, çocuk ölümlerinde artış, kadına şiddette tırmanış, devlet terörünün yoğunlaşması, ırkçı faşizmin yükselişi vb. eşlik ediyor.
Emperyalist-kapitalist barbarlığın saymakla bitmeyecek ağır faturaları dünyanın dört bir yanında çelişkileri keskinleştirip, kitlesel patlamaları hazırlıyor. Sınıf ve emekçi kitlelere yönelik saldırıların sürekli kışkırttığı proleter kitle hareketleri, yer yer yükselen ve geri çekilen halk isyanları dalgası, bir kez daha devrimi mayalıyor. Bunun içindir ki, Yeni Ekimlerin bayrağını Türkiye’de dalgalandıran TKİP’nin döneme dair tespitleri aynı zamanda bizlere geleceği muştuluyor:
“İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek yeni bir devrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalist bunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım ve acılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır. Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de.” (TKİP III. Kongresi, Kasım 2009)
Emperyalist dünya burjuvazisi Ekim Devrimi’ni karalamaya, işçi ve emekçilerin hafızalarından tümüyle silmeye çalışadursun; Ekim Devrimi’nin açtığı yol, gösterdiği yön insanlığın yegane kurtuluş umudu olmayı sürdürüyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler emperyalist-kapitalist barbarlık karşısında seçeneksiz olmadıklarını mücadelenin ateşi içinde hatırlayacak ve er geç yeni Ekimler yolunda yürüyeceklerdir. Çünkü devrim bir tercih değil, bir zorunluluktur. Çünkü sosyalizm ütopya değil, yegane seçenektir. Çünkü Ekim geçmiş değil, gelecektir!..