İçi boş ve temelsiz vaatlerle işçi ve emekçilerin oy desteğini almaya kilitlenmiş düzen partilerinin gerilimi artıyor. İktidardakilerin iktidarı kaybetme korkusu, muhalefettekilerin ise iktidar olma hesapları gündelik adımları belirliyor. Burjuva siyasetine “kazanmak için her şey mübah” ilkesi yön veriyor. 14 Mayıs yaklaştıkça içi boş vaatler yerini birbirini tehdit etmeye, kirli ve kanlı icraatları devreye sokmaya bırakmış durumda. Emek sömürüsü üzerine kurulu ve kâr oranlarını artırmak için her şeyi mübah sayan bir düzeni yönetmeye aday tüm parti ve ittifakların farklı düşünmesini, farklı tutum almasını beklemek saçma olur.
Toplum, uzun zamandır AKP-MHP iktidarı ile bu iktidarın derinleştirdiği yıkımının kitlelerde yarattığı öfkeyi arkasına alarak yelkenlerini şişirmeye çalışan düzen muhalefeti arasında süren gerilimlerin belirlediği gündemler üzerinden şekilleniyor. İki taraf da işçi ve emekçilerin taleplerini istismar eden bir siyaset ve algı yönetimiyle yol almak istiyor. Düzenin farklı renk ve tondaki küçük partileri ise, burjuva siyasetin ilkesiz ve ahlak yoksunu yaklaşımlarını günübirlik bir davranış çizgisi haline getirerek bu “yarışa” katılıyorlar. Kendilerini daha etkin bir konuma yükseltmenin ve kapitalist düzenin icra organlarında bir-iki sandalye kapmanın hesaplarını yapıyorlar. Hal böyle olunca düzen partilerinin “siyaset” diye tanımladıkları işçi ve emekçileri aldatmaya yönelik adımlar ve bunu başarmak içinse tüm “rezillikleri” içinde barındıran bir mahiyet kazanıyor.
İktidar ortağı faşist partinin ve bugün bakanlık koltuğunda oturan kimi şahsiyetlerin, dün AKP’ye ağza alınmayacak sözler sarf ettiklerine bakıldığında “ilkeli” siyasetin bu partiler ve şahsiyetler için ne menem bir şey ifade ettiği görülür. Yaklaşan seçimlerde ittifak tercihlerine, bir gün önce söylenen ve sonrasında koltuk, aday vb. üzerine yaşanan saflaşmalar bakıldığında düzen partilerinin “ahlaklı” yaklaşımlarının ne olduğu daha açık görülmektedir.
Neler olmuyor ki? Son ana kadar “adayın kim olacağı önemli değil, ilkelerde ortaklaşıyoruz” propagandası yapıp, adayın kim olacağı üzerine ayrışan, sövüp-sayan ve sonra tekrar birleşenler bir tarafta. Aylardır tek adam eleştirileri üzerine bezedikleri yaklaşımlarını gelen milletvekili teklifleriyle bir günde yutan ve sonra tekrar reddeden, sandalye sayısı artınca “ilkelerini” bir kenara bırakanlar diğer ise tarafta. Çürümüşlüğün, yalan ve aldatmacanın, hiçbir değer ve ilkenin olmadığı burjuva siyasal yaşam bu… Kitleleri iki de bir “üç günlük dünya” propagandasıyla avutanlar, kendi propagandalarına çok fazla kapılmış olmalılar ki, birbirine zıt tutumlarını “üç güne” sıkıştırdıkları bir söylemle yol almaya çalışıyorlar. Tarafların/safların netleştiğini düşünenler varsa yanılıyorlar. Seçimlere kalan günlerde daha çok ayrışıp birleşme yaşanacak gibi. Ayrıca her gün yeni bir irin akıtan burjuva siyasetinin “çözüm” ve “umut” yaratacağını, tüm bu yaşananlara rağmen düşünen işçi ve emekçilerse yanıldıklarını anlamak için çok beklemeyecekler.
Böyle bir belirlemede bulunabilmek için şu ana kadar yaşananlar ve düzen siyasetinin “kısa günün kârı” yaklaşımı yeteri veriyi sunuyor bize. İktidarı elinde bulunduran AKP-MHP bloğu, iktidar olmanın verdiği olanaklarla seçim yarışında kirli-kanlı girişimlerle avantaj sağlamaya çalışıyor. Geçmişte birçok kez örneklerini gördüğümüz bu tablo, güç ve meşruiyet kaybeden iktidarın daha da hırçınlaşarak saldırmasına ve “her şey mübah” yaklaşımını daha pervasız bir biçimde hayata geçirmesine yol açacaktır. Ellerinde seccade sallayarak oy desteğini artıracaklarının hesabını yapıyorlar. AKP-MHP ikilisi söylemlerini giderek kişisel tehditlere çeviriyor, sosyal medyada linç kampanyaları örgütlüyor, toplumun önyargılarını kışkırtarak çatışma ortamı yaratmaya çalışıyorlar. Görüldüğü kadarıyla buna parti binası kurşunlatmak da eklenmiş durumda. Muhtemelen günler seçime doğru tükendikçe bu tür girişimlerin dozu artacak.
AKP-MHP gericiliğinin gemi azıya almış olması ve seçim kazanabilmek için şu ana kadar hayata geçirdikleri saldırıların çok daha ötesini yapma potansiyelleri ortada. Aynı zamanda bu gerilimli ve çatışmalı ortamda ortalığa dökülen burjuva siyasetinin ve bu siyaseti o tarafından ya da bu tarafından temsil eden düzen partilerinin çürümüş yaklaşımları karşı karşıya olduğumuz düzen gerçekliğini daha da netleştirerek görünür kılıyor.
İşçi sınıfı ve emekçiler bu çürümüşlükten bir çözüm bekleyemez. Kimin ne kadar daha arsızlaşabileceği olgusu emeğiyle yaşayan milyonların tarafını belirlemesi için bir gerekçe olamaz. Kapitalist düzen ve onun partileri işçi ve emekçilere ölüm ve sıtma ikilemi dışında bir şey sunamaz. Bugün olan da sadece budur! İşçi sınıfı kendi gündemine kilitlenmeli, kendi istemleri için örgütlenmeli ve değişimi sınıf mücadelesinde aramalıdır!