14 Mayıs’ta gerçekleşecek seçimler artık ülkenin neredeyse tek gündemi. Hemen her konu seçimlere, onun olası sonuçlarına bağlanıyor. Sadece televizyonlarda, düzen medyasının yayın organlarında değil, fabrikada, sokakta, kahvede ve hemen her evde seçimler sohbetlerin temel gündemi. Zira çalışma ve yaşam koşulları alabildiğine ağırlaşan milyonlarca emekçi, AKP’den ve onun bugüne kadar uyguladığı baskı ve yıkım politikalarından kurtulmak için gün sayıyor.
Emekçilerin umutlarını seçimlere bağlamış olmalarının elbette anlaşılır nedenleri var. Ancak nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, seçimlerin emekçilerin yaşamında temel bir değişikliğe yol açması mümkün değil. Bunun neden böyle olduğunu görebilmek için, ülkenin son yirmi yılına, AKP’nin yükseliş ve gelinen yerdeki düşüşüne bakmak gerekiyor.
AKP, sermaye ve işçi sınıfı
2001 krizinin ardından gerçekleşen 3 Kasım 2002 seçimleri, AKP’yi tek başına iktidara taşımıştı. Uluslararası sermayenin açık desteğiyle iktidar olan AKP’nin ilk yılları, ülkeye “sıcak para” girişleri, ülkenin talanına dayalı “yatırım atakları”yla aldatıcı bir bahar havasında geçti. Krizin hafiflemesi, Avrupa Birliği masallarıyla yaratılan sahte umutlar ve göstermelik bazı değişimlerin etkisi altında AKP, işçilerin önemli bir kesiminin oy desteğini kazanmayı başardı.
Daha en baştan iş yasasını değiştiren, özelleştirmelere hız veren AKP, içerde ve dışarda büyük sermaye çevrelerinin tam desteğiyle ilerledi. Onlara yaptığı kusursuz hizmetlerinin karşılığını da devlet iktidarında önemli mevzileri ele geçirerek aldı. Bu dönemde bürokrasi ve orduyla giriştiği mücadeleden tam da bu sayede başarıyla çıktı. Bu da ona, kendi ideolojisini, tercihlerini ve değerlerini topluma dayatmak ve kendisine göbekten bağlı bir sermaye kliğini palazlandırmak olanağı sağladı.
Ancak gerici dayatmalar arttıkça, buna karşı oluşan tepkiler de giderek büyüdü. Toplumun değişik kesimlerini, farklı sınıf ve katmanları kesen bir yaşam tarzı mücadelesine dönüştü.
Tüm AKP’li yılları modern tarihinin en örgütsüz dönemi olarak yaşayan işçi sınıfının AKP’ye desteği, azgın sömürü ve baskı politikalarının etkisi altında adım adım eridi. Alabildiğine bozulan ekonomik koşullar, düşen alım gücü, derinleşen servet-sefalet kutuplaşması, yaratılan sahte kutuplaşmanın etkisini kırdı. İşçi sınıfı ve emekçiler, AKP-MHP iktidarının dizginsiz ve kuralsız bir sömürü sistemi olduğunu yaşayarak gördüler.
Ancak, özetlediğimiz sürecin ürünü olarak sonuçta Millet İttifakı iktidara gelse de, tıpkı Erdoğan’ın yaptığı gibi yerel ve uluslararası sermayenin beklenti ve yönelimlerine hizmet etmekten fazlasını yapmayacaktır. İşçi sınıfı ve emekçilerin öncelikle akılda tutması gereken temel önemde gerçeklik budur. Seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, düzen cephesinden, işçi sınıfı ve emekçiler lehine herhangi bir adım bugünkü kriz koşullarında kesinlikle mümkün değildir.
İşçi sınıfı çaresiz değil!
Bu durumda işçi sınıfı ve emekçilerin yapması gereken, seçim sandığı üzerinden ehven-i şer bir tercihe umut bağlamak değil,,kendi örgütlü mücadelesini büyütmektir.
Toplumun ilgisi seçimlere kilitlenmiş olsa da, burjuva düzen partileri ve reformist partiler tarafından seçim sandığı kurtuluş yolu olarak gösterilse de, işçi sınıfının asıl dikkat ve ilgisini yöneltmesi gereken alan kendi mücadelesidir.
Bu mücadelede her zaman önemli bir kavşak olan 1 Mayıs yaklaşmaktadır. İşçi sınıfı sahte vaat ve söylemleri elinin tersiyle itmeli, fabrika fabrika, işyeri işyeri, mahalle mahalle yaklaşan 1 Mayıs’a hazırlanmalıdır.
Bugün her öncü işçi için asli görev, 1 Mayıs’ın işçi sınıfı ve emekçilerin kendi gücünü gösterdiği bir gün olması için tam bir seferberlik içine girmektir. Yalnızca AKP’den değil, sermaye eliyle yaratılan AKP düzeninden de kurtulmanın yolu buradan geçmektedir.
Emeğin Kurtuluşu Gazetesi’nin 1-15 Nisan 2023 tarihli 7. sayısından alınmıştır…