Geçtiğimiz haftalarda Bursaspor ve Amedspor arasında oynanan futbol maçı, hararetli günlerden geçen ülke siyaseti açısından yeni bir gündem oldu. Geçmiş yıllarda da benzer örneklerine rastladığımız gibi, Amedspor kışkırtılmış ırkçı gericiliğin saldırısına maruz kaldı. Futbolcuların kaldığı otele havai fişek atmaktan taraftarların dövülmesine, futbolcuların yumruklanmasından sahaya atılan taş ve şişeye kadar bir linç kampanyası devreye sokuldu. Polisin, stat görevlilerinin, TFF'nin ve anlaşıldığı kadarıyla hakemin dahi ihtiyatlı olarak kayıtsız kaldığı birçok verinin de gösterdiği gibi planlı olduğu anlaşılan bir saldırı yaşandı. Anlık olarak gerçekleşen saldırıların siyasal planda tamamlayıcısı ise tribünlerde açılan “beyaz Toros” ve kontrgerilla artığı “Yeşil”'in pankartları oldu.
Neydi “beyaz toros” imgesi? ‘90’lı yıllarda yaşanan kirli savaş sürecinde binlerce Kürdün kaybedilmesi, “faali meçhul” diye adlandırılan katliamlara maruz kalmasının sembolüydü. Birçok insan, devlet tarafından “beyaz Toros”larla kaçırılmış ve bir daha kendilerinden haber alınamamıştı. Peki “Yeşil” kimdi? Devlet, mafya ve burjuva siyaset üçgeninde gerçekleşen kirli-kanlı işlerin Susurluk kazasıyla açığa çıkmasının ardından adi sıklıkla duyulan bir tetikçi katil. Gerçek adı Mahmut Yıldırım olan, ölüp ölmediği henüz bilinmeyen ve dönemin “JİTEM” olarak örgütlenmiş, ‘90’lı yıllar boyunca gerçekleşen neredeyse tüm katliam ve provokasyonlara imza atan örgütlenmenin tetikçisi. Dönem içinde “bin operasyon” yapmakla övünen Mehmet Ağar gibi, binlerce insanın katledilmesine bizzat katılmış, maaşlı tetikçi bir devlet görevlisi.
Tüm bunlar ortadayken bir futbol maçında, Diyarbakır'dan gelen bir kulübe yönelik gerçekleştirilen saldırılar ve açılan pankartlar, holigan histerisiyle açıklanamaz. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük istemini bastırmak, dilini-kültürünü silmek, daha da ötesi “karda yürürken çıkan kart-kurt” sesleri tanımlamasıyla Kürt kimliğini yok saymak için girişilen kirli ve kanlı operasyonları ifade eden sembollerle tehdit etmek, bir spor müsabakasından çok siyasal bir içerik taşır. Burjuva düzenin, bu düzene ruhunu veren anlayışın Kürt halkına yönelik inkar ve imhaya dayalı tutumu on yıllardır biliniyor. Savaş sürecinde de sözde “barış” sürecinde de Kürt halkının haklı ve meşru istemleri hep aynı yaklaşımla karşılaşmış ama hep iç politik malzeme olarak kullanılmıştır. Bugün de olan budur.
“Bölücülük”,” terör” vb. söylemlerle bu topraklarda yaşayan işçi ve emekçiler esas bölücülükle karşı karşıya bulunuyor. Türk, Kürt, Alevi, Sünni farklı ulus, inanç ve mezhepten geniş emekçi insanlarımız iktidar olma hırsıyla yanıp tutuşan siyasal aktörlerin gerici yaklaşımlarına dolgu malzemesi haline getirilmek isteniyor. Bu ülkede aynı koşullarda yaşayan-çalışan işçi ve emekçilerin gündeminde ulus, inanç vb. ayrımlar yok. Bile isteye, gerici çıkar ve kaygılarından kaynaklı, kışkırtılan, önyargıları körüklenen, birbirine düşmanlaştırılan ve bu yolla da bölünüp parçalanan emekçiler gerçeği tabii ki var.
Son yirmi yılını AKP iktidarının yönettiği bu bölücü düzene, işçi ve emekçileri ayrıştırıcı politikalara kanıt arayanlar, dönüp çalışma ve yaşam koşullarına, ülkede en temel demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına, her türden gericiliğin yanı sıra katı bir sömürü, soygun ve rant üzerine kurulu düzen gerçeğine bakabilir. Kapitalist düzenin ve bu düzenin partilerinin tüm saldırılarında etnik, dinsel, mezhepsel bir ayrım gözetilmezken, işçi ve emekçilerin kendi çıkarları etrafında yan yana gelmesinin en önemli engeli bu tür ayrımlar oluyorsa, ortada tek bir gerçek vardır. O da bir sınıfın diğer bir sınıfı hareket edemez hale getirme çabasıdır. Sürekli büyüyen zenginler ile sürekli yoksullaşan emekçi halk kitleleri gerçeği başka nasıl açıklanabilir?
Bursa'da yaşanan olay bir kez daha göstermiştir ki, hala işçi ve emekçilerin önemli bir kesimi bu tür gerici politikalardan etkilenmekte, bölücü yaklaşımlara hizmet eden tutumlar sergileyebilmektedir. Dolayısıyla sömürü, soygun ve yağma üzerine kurulu bu kapitalist düzenin değirmenine su taşımakta ve sonuçlarını da bizzat yaşamı üzerinden görmektedir. Türk bir işçi kendisi için doğal ve en temel hak olarak gördüğü şeyleri, yanı başında gerici propagandayla ötekileştirilen Kürt işçi için de savunmak zorundadır. Sıklıkla söylenen “Ne Kürt sorunu, Kürtçe konuşuluyor işte, kim karışıyor” sığlığından çıkarak, Diyarbakır’dan gelen bir futbol kulübünün, üstelik deprem yaşamış bir il olmasına rağmen maç dahi yapamadığı gerçeği görülmelidir.
Yaşamda bir ayrım yapılacaksa bu; kapitalist patronlar sınıfı ile farklı ulus ve inanıştan işçi sınıfı arasında yapılmalıdır. Güncel tutum ve davranışlar, her gün iliklerimize kadar hissettiğimiz bu sınıfsal ayrışma gerçeği üzerinden hayata geçmelidir. Bölücülüğe karşı birleştirici olan işçi sınıfıdır!