6 ayda bir açıklanan sendika üye istatistikleri sendikal örgütlülüğün oldukça zayıf olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İş kollarındaki İşçi Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2023 Ocak Ayı İstatistikleri Hakkında Tebliğ’i Resmî Gazete’de yayımlandı. Buna göre, 16 milyon 163 bin 54 işçiden yüzde 14,42’sine denk gelen 2 milyon 330 bin 98 işçinin herhangi bir işçi sendikasına üyeliği bulunuyor. 20 işkolu arasında en fazla işçinin yer aldığı işkolu, 4 milyon 211 bin 656 işçiyle “ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar” işkolu oldu. Bunu 1 milyon 919 bin 28 işçiyle “metal” ve 1 milyon 525 bin 729 işçiyle “inşaat” işkolu izledi. Türk Metal, sahip olduğu 258 bin 928 üyeyle tüm işçi sendikaları arasında ilk sırada yer aldı. Türk Metal’i 256 bin 625 üyeyle Hizmet-İş Sendikası, 199 bin 587 üyeyle Öz Sağlık-İş Sendikası takip etti.
Sendikalar işçi sınıfının öz örgütlülükleridir. Sermayenin her türlü saldırısına karşı emeği koruma mücadelesinde ilk başvurduğu örgütlülüktür. 12 Eylül askeri faşist darbesi sonrası sermaye iktidarının içini boşaltmak için uyguladığı politikalar sonucunda bugün Türkiye’de her 100 işçinin sadece 14’ü sendikalıdır. Halbuki sefaletin derinleştiği ve çalışma koşullarının onur kırıcı bir hal aldığı günümüzde sendikalaşma oranlarının sürekli artması gerekmektedir. Ama veriler tam tersini gösteriyor.
Artık kötürümleştirilen ve yozlaştırılan bir sendikal anlayışla karşı karşıyayız. Ancak buna rağmen işçi sınıfı halen yaşadığı ekonomik sorunlar dolayısıyla sendikalarda örgütlenmeyi esas alıyor. Bu mücadele çoğu kez bilinç ve örgütlülük planında yaşanan zayıflıklardan dolayı sendikal örgütlenmeyi sonuna kadar kararlılıkla savunamıyor. Çünkü adım attığı ilk andan itibaren, sermaye sınıfının sendika düşmanlığıyla karşı karşıya kalıyor. Özellikle son yıllarda 12 Eylül rejiminin devamı olan Saray rejiminin sermayeye sunduğu imkanlarla daha da pervasızlaştığı birçok örnekle karşı karşıyayız. Geçtiğimiz yılın başında ücret artışları için ortaya konan mücadele pratiği bile birçok şeyi anlatıyor. 150’den fazla fabrikada işçilerin fiili mücadelelerinin bir kısmı sendikalaşma ile devam etmiştir. Ancak sermayenin pervasız saldırısı sonucu birçok işçi işten atılmış ve sendikal mücadele girişimleri engellenmiştir. Çürümüş ve yozlaşmış bir sendikal yapılara, icazetçi-uzlaşmacı bir sendikal anlayışlara rağmen, sermeye sınıfı sendikalaşma çabalarına/girişimlerine karşı tam bir düşmanlık sergilemektedir. Aslında bunun gerisinde sınıfın ne olursa olsun bir örgütlülük çatısı altında bir araya gelmesine gösterilen tahammülsüzlük vardır.
Bununla birlikte sermayenin sözcülerinden Çalışma Bakanı’nın geçtiğimiz günlerde söylediği şu sözler bir başka gerçeği işaret ediyor: “Tüm işçilerin sendikalı olmasını istiyorum.” Özellikle son iki yıldaki ekonomi politikaların sonucu Türkiye “ucuz emek cenneti” olmuştur. Bugün ücretler karşılaştırıldığında sendikalı-sendikasız ayrımları neredeyse kapanmaktadır. Asgari ücret işçilerin ortalama ücreti haline gelmiştir. O yüzden bakanın işçileri sendikalı olmaya çağırması sadece işçileri daha fazla denetim altında tutmanın da bir gereğidir.
Üye sayısını en çok arttıran sendikalara bakmak bile, bu gerçeğin daha iyi görülmesini sağlamaktadır. Metal işkolunda Türk Metal, 2015’te Metal Fırtınası öncesi üye sayısı 130 bin civarındaydı. Aradan geçen 8 yılda üye sayısını 2 katına çıkarmıştır. Bu da metalde sermayenin işçileri denetim altında tutmak için Türk Metal’e daha fazla ihtiyaç duyduklarını ve dolayısıyla önünü daha fazla açtıklarını gösteriyor. Bir de AKP’nin iktidara geldiğinden beri palazlanan Hak-İş vardır. Özellikle kamu alanında kendine yer bulan Hak-İş, sermaye iktidarının sınıfa dönük tüm gerici politikalarının yanında saf tutmaktadır. Bu da onun “güçlenmesinin” en temel nedenidir.
Türkiye’de sendikalaşma tabandan bir mücadeleden çok, tepeden inme bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu da sendikal bürokrasinin işçilerin öz örgütlülüklerine ne kadar hakim olduğunu gösterir. İşçi sınıfının mücadelesini kötürümleştiren, işçileri sermaye sınıfı adına denetim altında tutan rolü ile sermayenin bir uzantısı haline gelmiş sendikal ağalık düzeni işçilerin sendikalaşmasının önünde en büyük engellerden biridir.
Sermaye düzeninin küstahça yaklaşımı ve çok yönlü kuşatmasıyla sendikal bürokrasisinin tahrip edici etkisi, işçi sınıfının örgütsüz ve dağınık tablosunu ortaya çıkartmaktadır. İşçi sınıfının bu cendereden çıkmasının yolu taban iradesini temel alan ve yakıcı talepler üzerinden fiili-meşru mücadele anlayışını esas almasıyla olanaklıdır. İşçi sınıfı bu mücadele anlayışıyla, sendikal örgütlülüğü gerçek işlevine kavuşturabilir. Sınıfın mücadele araçları haline getirebilir. Böylece örgütlülüğü geliştirip yaygınlaştırarak ve giderek birleşik siyasal bir sınıf hareketi yaratma hedefiyle sermaye düzeninin karşısına dikilebilir. Tüm bunlar da ancak sınıfın önündeki tüm bu engelleri aşmayı hedefleyen bütünsel bir çaba ile olanaklıdır.