31 Mart yerel seçimleri geride kaldı. Ağır çalışma ve yaşam koşullarından bunalan kitlelerin tepkisinin yansıdığı seçimlerde dinci-faşist AKP-MHP bloğu büyük bir hezimete uğratıldı. Dinci-faşist blok büyük kentlerin çoğunu kaybetti, kayyım eliyle gasp ettiği belediyelerin tamamını DEM Parti yeniden kazandı ve AKP tarihinin en büyük hezimetini yaşayarak ikinci parti durumuna düşürüldü. AKP’nin yaşadığı yenilginin nedenleri “Yerel seçimler ve sonrası” başlıklı değerlendirmede özlü şekilde ortaya konmuştur:
“Bataktaki ekonomiyi bir parça rahatlatmak ve uluslararası finans çevrelerine güven vermek üzere yeni bir düzeyde uygulanan sosyal yıkım politikalarının iyiden iyiye çekilmez hale getirdiği ağır yaşam koşulları, ortaya çıkan yeni tablonun en önemli nedenidir.
Bunun da bir uzantısı olarak bu kez seçim rüşvetlerinin dağıtılamaması, Filistin sorununda izlenen apaçık riyakar politikanın her seçimde etkili bir biçimde kullanılan din istismarını bu kez darbelemesi, İsrail ile ilişkiler de dahil ABD-NATO emperyalist blokuna gizlenemeyen teslimiyetin ‘yerli ve milli’lik söylemini etkisizleştirmesi, dini ölçü ve referansları kamusal ve toplumsal yaşama yeni bir düzeyde dayatmaya yönelik adımların yarattığı toplumsal huzursuzluğun genişlemesi, Kürt halkının kazanımlarını yok etmedeki gözükaralığın özellikle büyük kentlerde Kürt seçmen davranışına etkisi, toplumsal-kültürel ve moral plandaki genel çürüme ve kokuşma vb., tümü bir arada ortaya çıkan sonuçta etkili olmuştur…” (EKİM, Sayı 333, Nisan 2024)
Bir diğer deyişle, dinci-faşist rejim, icraatlarıyla bu yenilgiyi kendisi hazırlamıştır. Sermayenin vurucu gücü olan iktidarın en çok gevelediği argümanlardan biri de “millet iradesi”dir. “Millet iradesi” kavramını sık sık kullanan rejim, pratikte her zaman kapitalist sınıfların çıkarlarını ve kendi bekasını korumak için çalışıyor. Sonra da icraatlarını ‘toplum/millet için yapılan işler’ diye yutturmak için her tür sahtekarlığa başvuruyor. Sermayeyi temsil eden tüm iktidarlar bunu yapar, ancak hiçbiri pervasızlık ve riyakarlık konusunda AKP-MHP rejimiyle yarışamaz. 22 yıldır her başı sıkıştığında, her seçim ya da ekonomik-sosyal yıkım saldırısını gündeme getirdiğinde “millet iradesi” söylemini tepe tepe kullandı.
Merkezi yönetim bir yana, yerel yönetimlerde bile bunun gerçek hayatta bir karşılığı bulunmuyor. 31 Mart seçimleri öncesinde yayınlanan “Yerel seçimler ve sol” başlıklı değerlendirmede “millet iradesi” söyleminin nasıl bir safsata olduğuna ilişkin şu vurgular yapılmıştı:
“‘Ulusal irade’ yanılsaması üzerinden burjuvazinin gerçek iktidar odaklarını perdeleme işlevi gören burjuva parlamentosunun içyüzünü kitleler, özellikle de onların ileri kesimleri önünde sergilemek, nispeten daha kolaydır. Kitlelerin uzun yılları bulan deneyimleri bunu bir ölçüde olsun kolaylaştırır. Buna karşın kurum olarak yerel yönetimler, ‘halkın yönetimi’, ‘halkın katılımı’, ‘yerinde yönetim’, ‘halka dolaysız hizmet’ vb. aldatıcı argümanlar üzerinden sunulmaya elverişlidirler. Özellikle reformist sol buna yönelik yanılsamalara güç katar ve solcu söylemlerle buna belli bir inandırıcılık da kazandırır.
Oysa bu büyük bir aldatmacadır. Merkezi iktidar organlarının burjuvazinin elinde olduğu ve bunun bin bir kolla (vilayet, emniyet, istihbarat, garnizon, yargı vb.) kendini yerel düzeyde de gösterdiği bir durumda, yerel ‘halk yönetimi’ tepeden tırnağa bir yalan ve aldatmacadır.” (EKİM, Sayı: 332, Şubat 2024)
Nitekim seçimin hemen ertesi günü başlayan saldırılar yukarıdaki değerlendirmeyi doğrulamıştır. Van’daki “kayyum darbesi” girişimi sokaktaki eylemin gücü ile püskürtülebilmiştir. Buna karşın birçok yerde ayak oyunları ve devlet kurumları kullanılarak bazı yerel yönetimler saray rejimi tarafından gasp edildi.
AKP şefi Tayyip Erdoğan 31 Mart yerel seçimlerin ardından attığı nutukta da “Milletimizin kararına hürmetsizlik etmeyecek, milletle inatlaşmaktan, milli iradeye rağmen hareket etmekten, milletin takdirini sorgulamaktan uzak duracağız” lafları etti. Ancak uğratıldığı hezimetin ardından doğasına uygun olarak yine en iyi bildiği şeye, zorbalığa başvurdu.
Depremin vurduğu illerde ölü seçmen, Kürt illerinde taşımalı seçmen, mükerrer oy kullanımı, usulsüzlüklere itiraz edenlere linç girişimi gibi birçok hile-hurdaya başvurmasına rağmen uğradığı yenilgiyi hazmedemeyen rejim ilk gün Van’da saldırıya geçti. Van halkının direnişi, Kürt hareketinin kararlı tutum ve ilerici-devrimci güçlerin dayanışmasıyla saldırı püskürtüldü. Buna rağmen rejim seçim sonuçlarına yönelik “itirazlarını” sürdürüyor. Devlet kurumları ve düzen yargısını aparat olarak kullanarak kaybettiği belediyeleri zorbalıkla gasp etmeye çalışıyor.
Kaybettiği belediyelerde itiraz eden AKP, il ve ilçe kurullarını da baskı altına alıyor. AKP’nin itirazları il ve ilçe kurullarında reddedildiğinde ise yine baskı ve zorbalıkla YSK’da kabul ettiriliyor. Böylelikle bazı yerlerde seçim tekrarı kararı alınırken, birçok yerde de oy sayımları yenilendi. Öte yandan kendisi dışındaki siyasi partilerin seçim hilelerini tespit ederek yaptıkları itirazlar ise reddediliyor.
AKP’nin uyduruk bahanelerle yaptığı itirazlarla; aralarında Urfa Hilvan ve Halfeti’de DEM Parti’nin, Kayseri Pınarbaşı’nda, Dersim Mazgirt’te ve Ardahan’da CHP’nin oyların çoğunluğunu aldığı yerlerin de bulunduğu çok sayıda belediyede seçimlerin 2 Haziran’da tekrarlanmasına karar verildi. Öte yandan DEM Parti’nin taşımalı asker-polis getirilerek tezgahlanan seçim hilelerini tespit ettiği Şırnak, Hakkâri ve Kars’ta YSK’ye yaptığı itirazlar ise reddedildi. Yine Hilvan’da AKP’lilerin oy torbalarını yaktığı görüntülerle tespit edildi, AKP’liler 2 günlük göstermelik tutukluluktan sonra serbest bırakıldı. Hatay’da 3 bin 389 ölü seçmenin oy kullanmış gösterildiğini saptayan CHP’li hukukçular seçimlerin iptalini istedi, ancak rejim bunu reddetti.
Devletin tüm kurumlarını kendi sefil çıkarları için seferber etmesinin gerisinde bir yanda yaşadığı yenilginin hazımsızlığı varken diğer yanda ise kitlelerde oluşan moral-motivasyonun kırılması çabası var. Çünkü uzun yıllardan sonra kazanılan moral-motivasyon ve özgüvenin seçim sonrasına ertelenen ekonomik-sosyal yıkım saldırılarına karşı bir kitle hareketinin gelişmesine zemin hazırlama olasılığı iktidarın korkusudur. Söz konusu saldırılara yönelik tepkinin eyleme dönüşmesi dinci-faşist AKP-MHP rejimi için gerçek bir çöküşün yolunu düzleyecektir. Planladıkları saldırıları hayata geçirebilmeleri ancak kitlelerin edilgenliği, umutsuzluğu ve moral çöküntüsü ile olanaklıdır.
Yıllardır “millet iradesi” safsatasıyla kendi çıkarlarını topluma dayatan iktidarın miadı kitleler nezdinde dolmuştur. Seçim sonuçlarına yansıyan tepki bunun somut göstergesidir. Tepkinin güçlenerek ekonomik-sosyal yıkım saldırılarına karşı eyleme dönüşmesi, oluşan moral-motivasyonun işçi-emekçilerin hakları için örgütlenmesinin önünü açması düne göre daha olanaklı ve önemlidir. Nitekim bu koşullarda dinci-faşist rejimin pervasız saldırılarını emekçi kitlelerin örgütlü fiili-meşru mücadelesi dışında durdurabilecek bir güç de yoktur.
K. Düşgör