Kapitalizmin dönemsel ve aşılmasına muktedir olunmayan yapısal krizleri döne döne emekçilere fatura edilerek ötelenmektedir. Bu öteleme emekçi sınıfların çok yönlü yıkımıyla mümkün olmaktadır. Kapitalizmin milyonlarca evsiz ve işsiz yarattığı 1929 bunalımı on yıllık bir aradan sonra beraberinde emperyalist paylaşım savaşlarını getirdi. Dünya toprakları ve emek gücü yeni biçimlerde tekrardan yağmaladı. 1970’lere gelindiğinde dünya sistemi yine bir daralma ve krize girdi, acı reçeteler hazırlandı, bunlar polis rejimleriyle, darbelerle hayata geçirildi. 2008’de Amerika’da patlak veren mortgage krizi ise tüm dünyayı pençesine alan küresel bir krize dönüştü. Tüm dünya emekçilerine bir kez daha ağır yaşam ve çalışma koşulları dayatıldı.
Krizler daim olsa da kapitalistler süregelen krizlere karşı tüm örgütlülükleriyle seferber olup süreci kendi lehlerine çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Yeni yöntemler geliştirerek çürümüş sistemi ayakta tutmaya çabalıyorlar. 1980’lerde bunun adı “neoliberal politikalar”dı. Sovyetler tehdidi nedeniyle kapitalistlerin başvurmak zorunda kaldığı sosyal devlet uygulamaları, bu süreçte terkedilmeye başlandı. Neoliberalizm denilen yeni modelle kapitalist piyasa her türlü frenleyici etkiden arındırılmaya çalışıldı.
Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, OECD gibi emperyalist kurum ve kuruluşlar, bir dizi ülke için kapitalist istikrar programları hazırladı. Türkiye için hazırlanan programın adı “24 Ocak Kararları”ydı. 24 Ocak Kararları Türkiye’nin küresel sermaye ve ekonomiyle bütünleşmesine dönük bir adımdı.
Neoliberal düzenin tesis edilmesinde Türkiye için hazırlanan 24 Ocak Kararları, emekçi sınıflara çok yönlü saldırılardan oluşuyordu. Sistemin aktörleri için bu güçlerin bertaraf edilmesi şarttı. Kapitalistler, “istikrar” için öncelikle işçi ve emekçilerin örgütlülüklerini dağıtmaya, toplumsal muhalefeti bastırmaya yöneldi. ABD’nin “Bizim çocuklar yaptı” dediği 12 Eylül Askeri darbesi tam da bunun ifadesi oldu. ABD öncülüğündeki darbeyle tutuklamalar, işkenceler, katliamlar devreye sokuldu. İlerici-devrimci güçlere, işçi sınıfına ve örgütlülüklerine dönük azgın bir saldırı başlatıldı. Öncü kesimlere yönelik devlet terörü, dinci-gerici politikalara hız verilmesi, cemaat ve tarikatlara geniş alanlar açılması yeni dünya düzenini tesis etmede köşe taşları yapıldı. 24 Ocak İstikrar Programı işte bu karşı devrimci güçlerin açtığı yolda uygulanabildi.
Dinci-muhafazakar kesimlerin sözcülerinden Turgut Özal’ın görevlendirildiği bu programla kamunun tasfiyesi, yerli ve yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi, kâr transferlerinin kolaylaştırılması gibi bir dizi adım atıldı. Kamu İktisadi Teşekkülleri özelleştirildi. Ücretlilerin maaşları düşürüldü. Sendikal faaliyetler, grev ve toplu sözleşme yasaklandı. Kuralsız, güvencesiz çalışma biçimleri yaygınlaştı. İşçi ve emekçiler katlanarak büyüyen dış borçlar altında ezildiler. Kapitalizmin istikrar adımı çok uzun süremedi. İlerleyen yıllarda krizler patlak vermeye devam etti. 1994, 2000 ve 2001 krizleri neoliberal politikaların iflasının bir göstergesiydi.
Bugüne bakıldığında, 24 Ocak politikaları ve 12 Eylül faşist darbe icraatları, bizzat 12 Eylül’ün düzlediği zeminde palazlandırılıp iş başına getirilen ve 20 yıldır iktidarda bulunan dinci-gerici AKP iktidarı tarafından sürdürülmektedir. Sermayenin demir yumruğu dinci-faşist rejim işçi sınıfına kölelik koşullarını dayatmakta, faşist baskı ve zoru devreye sokmaktadır. 20 yılık sömürü politikalarının sonucu olarak gelinen noktada kitleler nezdinde artık inandırıcılığı tartışmalı hale gelmiştir.
AKP-Erdoğan iktidarını tarihin çöplüğüne atmak yakıcı bir görev olarak işçi sınıfı ve emekçilerin önünde durmaktadır. Emperyalist politikaların bir ürünü ve Türk burjuvazisinin icracısı konumundaki AKP’nin toplumsal-siyasal yaşamın her alanından silinip süpürülmesi ise ancak işçi sınıfının ve emekçi kesimlerin bağımsız, devrimci sınıf birliği ve mücadelesiyle mümkün olacaktır.
S. Gül