İsrail’deki ırkçı-siyonist rejim, 7 Ekim’den beri ABD ile batılı emperyalistlerin silahlarıyla Gazze’de soykırım savaşı yürütüyor. Savaşın finansmanını da sağlayan emperyalistler diplomatik, siyasi ve psikolojik destekte veriyorlar. Emperyalist/siyonist güçlerin kurduğu bu “barbarlık koalisyonu” 40 binden fazla kişiyi katletti, 80 bine yakın kişiyi yaraladı/sakat bıraktı. Gazze’de yaşayan 2.3 milyon kişinin evlerini yıktı. Ancak bu kadarla yetinmedi, aç, susuz, ilaçsız bırakarak, hastanelerini yıkarak, hekimleri ve diğer sağlık emekçilerini katlederek savaş suçlarını çeşitlendirdi.
Tüm bu suçları işlerken bir de “demokrat” maskesiyle ortalıkta dolaşmak istediler. Öyle ki, soykırıma kılıf uydurmak için ABD Başkanı Joe Biden bile dünyaya kendini rezil ederek ulu orta yalan açıklamalar yaptı. İngiltere ve Avrupa’nın devlet ya da hükümet başkanları da kendi üsluplarıyla yalanları tekrarladılar. Tel Aviv’i “hac” yerine çeviren emperyalist şefler soykırımcı çete ile tam bir suç ortaklığı içinde olduklarını döne döne teyit ettiler. Bu çabalar İsrail’in insanlığa karşı işlediği savaş suçlarını örtmeye yetmedi, ama siyonizme kalkan olanların barbarlığını ayan-beyan gözler önüne serdi.
Bu ülkelerdeki “saygın” medya kuruluşları da denklemde önemli bir rol üstlendi. Medya’daki “savaş taburu” gerçekleri çarpıtan, soykırımı gizlemek için 7/24 yalan haberler yayınlayarak, siyonistlerin suçuna ortak oldu. Tüm bunlara rağmen gerçekleri gizleyemediler. Kitleler savaşa ve barbarca soykırıma karşı sokaklara döküldü. Kolluk kuvvetleri terör estirerek gösterileri bastırmaya çalıştı. Suç ortağı oldukları savaşın protesto edilmesine tahammül etmediler. Artık sadece dış politikada değil iç politikada da faşizan yüzlerini göstermeye başladılar.
***
Columbia Üniversitesi’nde başlayıp önce ABD, ardından Kanada, İngiltere, Avrupa ve Avustralya üniversitelerine yayılan direniş, emperyalist şeflerin histerisini doruğa çıkardı. ABD’de 2200’den fazla öğrenci polisin azgın saldırılarıyla gözaltına alındı. Eylemlere katılımı engellemek için “okuldan uzaklaştırma silahı” ile öğrencileri tehdit ediyorlar. Direnişe katılan öğrenciler yurtlardan atılıyor. Dolar milyarderleri tarafından finanse edilen faşist çeteleri kampüslere taşıyıp öğrencilere saldırttılar. Temsilciler Meclisi Başkanı kampüslere gidip öğrencileri küstahça tehdit etti. İfade özgürlüğü hakkını bile “anti-semitizm” kapsamına almak için yasalar hazırladılar. Soykırım suçuna ortak olan emperyalist devletler, soykırımı protesto etmeyi suç sayan bir politika izleyerek tüm ölçüleri altüst etti.
Ne var ki zıvanadan çıkan Amerikan gericiliğinin sergilediği saldırganlık direnişin devamına da başka ülkelere sıçramasına da engel olamadı. Kanada, Avustralya, Meksika ile Avrupa ülkelerindeki üniversitelerde de soykırımcı İsrail ve suç ortaklarına karşı direniş ateşleri yakıldı. Londra, Paris, Berlin, Amsterdam, Cenevre gibi kentlerde öğrenciler üniversite kampüslerinde “Filistin halkıyla dayanışma kampları” kurdular. Filistin bayrakları kampüslere yeni bir renk kattılar. Son olarak Fransa’da bazı okullarda liselilerin de eylemlere başladığına dair haberler var.
Direnişin AB ülkelerinde yayılması, devlet yöneticilerinin kimyasını bozmuş görünüyor. İsrail soykırımını protesto etmek için daha önce gerçekleştirilen eylemlere de histerik bir şekilde saldırmışlardı. Buna karşın üniversitelerdeki direniş AB şeflerini çok daha fazla rahatsız etmiş görünüyor. Zira söz konusu olan günü birlik sokak eylemleri değil, belli taleplerle yapılan ve sürekliliği olan bir eylemlerdir. Bu ise, soykırımcı İsrail’in suç ortağı olan AB sisteminin şefleri için kabus gibi bir şeydir. Artık aynı anda “hem soykırımla suç ortaklığı yapıp hem demokrat” rollerine bürünmek zorlaşıyor. İsrail’le suç ortaklıkları döne döne “demokrat” suratlarına vuruluyor. Direnişin yayılması, soykırım savaşını aynı şekilde devam ettirmeyi de zorlaştırıyor. Oysa emperyalist/siyonist şeflerin temel hedeflerinden biri Filistin halkının direniş iradesini kırmaktı. Bu hedeflerine ulaşamadıkları gibi, artık gençliğin direniş iradesiyle de uğraşmak zorundalar.
Gençlerin direnişinin yayılmasını engelleyememenin derinleştirdiği histeri ile “demokrat” maskeleri bir kenara atan Avrupalı şefler, polis ordularıyla üniversitelere baskınlar düzenliyor. Amsterdam Üniversite’sine buldozerle giren polisler, Avrupa’da polisin işgalci İsrail ordusunu örnek almaya başladığına işaret ediyor. Filistinlilerin evlerini dozerlerle yıkmak, siyonistlerin her zaman baş vurduğu bir yöntemdir. Onları örnek alan Hollanda polisi, öğrencilerin üniversite kampüsünde kurduğu Filistin halkıyla dayanışma kampına dozerle girdi. İsviçre, Almanya, Fransa, İngiltere ve diğer ülkelerin kolluk kuvvetleri de direnen öğrencilere yönelik saldırganlıkta birbiriyle yarışıyor.
Medyanın da desteği ile olağan insan haklardan biri olan ifade özgürlüğüne karşı girişilen bu taarruz, iki de bir “demokrasimizi korumalıyız” lafları etmeye pek meraklı olan AB şeflerinin, gerçeklerin dile getirilmesi karşısında nasıl da faşizan olabileceklerini gözler önüne sermiştir. Hak ve özgürlükler kullanılmadığı sürece, kâğıt üzerinde kaldığı sürece bir sorun yok. Ancak egemenleri rahatsız eden gerçekleri dile getiren eylemler söz konusu olduğunda durum değişir, kapitalist devlet kapitalist devlettir ve “çelik çekirdeği” hemen her zaman faşisttir.
Artık sorun sadece Filistin değil
İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımı gören öğrenciler siyasi, ahlaki ya da insani sebeplerle buna itiraz ettiler. Direnişe katılmayan öğrencilerin önemli bir bölümü de direnişi destekliyor. Zira kampüslerde kurulan direniş kamplarına diğer öğrencilerin tepki gösterdiğine dair hiçbir veri bulunmuyor. Bundan dolayı ABD’de dolar milyarderi siyonistler, çetelere para dağıtarak onları direnen öğrencilere saldırtıyorlar. Yani direnen öğrenciler şiddete başvurmadılar ya da iddia edildiği gibi Yahudi öğrencilerin “can güvenliğini” tehdit etmediler. Kampüslere polisi ve şiddeti sokanlar rezil tutum alan üniversite yöneticileri ile hükümetlerdir. O kadar yüzsüzler ki, hem polis ordularına kampüsleri işgal etme emri veriyor hem “üniversitelerde şiddete izin vermeyiz” diye açıklama yapıyorlar.
Olayların bu boyuta evrilmesi, polis terörünün pervasızca sergilenmesi artık meselenin sadece siyonist İsrail’in Gazze’de savaş suçu işlemesinden ibaret olmadığını gösterdi. “Takke düştü kel öründü.” Gençlik kitleleri şunu da deneyimledi:
“Soykırıma destek veren devletler, bizim haklarımızı da pervasızca ayaklar altına alabiliyorlar. Bize anlatılan hikaye yalanmış. Burada da haklar ve özgürlükler polis postallarıyla pervasızca çiğneniyor. Evet, şu anda temel talebimiz Gazze’de soykırım savaşının derhal durdurulmasıdır. Ama bizim hak ve özgürlüklerimiz de tehdit altında. Artık haklarımız, özgürlüklerimiz ve geleceğimiz için de mücadele etmemiz gerekiyor…”
Filistin halkıyla dayanışma direnişi bu kısa sürede maskeleri parçaladı, gençliğin ufkunu açtı. Bu gelişme direnişin hem nicelik hem nitelik açıdan yeni boyutlar kazanabilme potansiyeli taşıdığına işaret ediyor.