Rivayete göre, İsa Peygamber Yahudiler tarafından celladına teslim edildi ve çarmıha gerilmesi istendi. Yine rivayet odur ki, İsa çarmıhta acı çekerken Yahudiler onu kahkahalarla izledi ve alay etti.
Yahudiler tarih boyu “lanetlenmeye” ve pogroma maruz kaldı. 14. yy. da 1349’da Basel’de yaşayan Yahudiler vebadan sorumlu tutularak pogroma uğradı.
Hıristiyan aleminde, kiliselerde yüzyıllar boyunca Yahudilerin İsa’ya ihanet ettiği anlatılageldi. Katolik Kilisesi 20. yüzyılın birinci yarısına kadar Yahudileri, “Deicide” (ilahın öldürülmesi) ile suçlamayı sürdürdü.
II. Dünya Savaşı’nda Yahudiler Naziler tarafından soykırıma uğratıldı. Katliamcı Siyonist İsrail devleti Yahudilerin yaşadığı bu acılar istismar edilerek emperyalistler tarafından Filistin toprakları gasp edilerek kurduruldu.
O gün bugündür, emperyalistlerin desteğindeki Siyonist devlet, Filistin halkına karşı katliamlarını sürdürüyor.
Saldırgan Siyonist İsrail’in, ABD ve Batı’nın “sınırsız desteği” ile Filistin halkına karşı kelimenin tam anlamı ile Gazze’de uyguladığı soykırım birinci ayını geride bıraktı.
Katliamlarda öldürülen Filistinli sivillerin sayısı on bini aştı. Öldürülen çocukların sayısı binlerle (4 bin 500) ifade ediliyor. Enkaz altından çıkarılamayan ölülerin sayısının ise bundan da fazla olduğu tahmin ediliyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in deyimiyle, “Gazze tam bir çocuk mezarlığına” dönüştürüldü. Gazze’de en az her 10 dakikada bir çocuk öldürülüyor. Hastaneler, çocuk hastaneleri dahil, kiliseler, camiler, Birleşmiş Milletlere (BM) ait yerleşkeler, okullar, fırınlar, ambulanslar dahil, Gazze “Halı bombardımanına” tabi tutuluyor. Gazze’de 2 milyonu aşkın bir nüfusun sistematik olarak aç ve susuz bırakılması, bombalanması ve sürülmesi, yalnızca Siyonist İsrail rejiminin ve onun ABD-NATO eksenindeki destekçilerinin değil, bir bütün olarak kapitalist sistemin korkunç derecedeki barbarlığını gösteriyor.
Kapitalist barbarlığın insan yaşamını kâra endekslemesi sebebiyle, 20 milyondan fazla insan pandemi nedeniyle ölmüştü.
Ukrayna üzerinden ABD ve NATO’nun Rusya’ya karşı yürüttüğü ve nükleer bir dünya savaşına dönüşme riski taşıyan savaşa Gazze’de yaşanan soykırım eklendi. Hala dünyanın birçok yerinde devam eden savaşlar, vekâlet savaşları, iç savaşlar, kapitalist sistemin derinleşen krizinin dolaysız yansımalarıdır.
ABD, Siyonist devlete verdiği “koşulsuz desteği” bölgeye gönderdiği nükleer denizaltıyla yeniden teyit ediyor. Söz konusu deniz altı, 150 civarında nükleer başlıklı Tomahawk seyir füzesi ya da 20 nükleer balistik füze taşıyabiliyor. Askeri uzmanlar bu denizaltıdaki mühimmatın yaklaşık 26 milyon ton TNT tahrip gücüne sahip olduğunu belirtiyorlar. Bu da 1945 yılında Hiroşima’ya atılan atom bombasının yaklaşık iki bin katına tekabül ediyor.
ABD ile Batı’nın “koşulsuz desteğini” arkasına alan katliamcı Siyonist devletin yöneticileri tarihte öncellerinden devraldıkları saldırgan ve katliamcı “geleneklerini” sürdürme “kararlılığı” sergiliyorlar. Filistinli direnişçilerden darbe aldıkça daha kudurgan bir şekilde soykırıma devam ediyorlar.
Kanla mayalanmış katliamcı miras
Siyonist devlet düşüncesi etrafında Yahudileri örgütleyen Theodor Herzl, dünyanın dört bir yanında dağınık halde yaşayan Yahudileri bir araya getirerek Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurmak için, İsviçre’nin Basel kentinde 26-29 Ağustos 1897 tarihleri arasında ilk Siyonist kongreyi toplar. Kongreden sonra Herzl, 3 Eylül 1897'de günlüğüne şunları yazar:
“Kim ne derse desin, ben birkaç gün önce İsviçre'nin Basel kentinde Yahudi devletinin temellerini attım. Şu günlerde, belki de tüm dünya kongreden bahisle bana gülüyor olabilir, ama belki 5 yıl sonra ya da en geç 50 yıl sonra, bunun gerçekleştiğine tüm dünya şahit olacaktır.”
Herzl, “Topraksız halkın (Yahudiler) halksız topraklarda” (Filistin toprakları) devletleşmesinin ilk adımını atmaktan “gurur” duyar. 1904 ile 1914 yılları arasında gerçekleşen İkinci Aliyah'ta (İkinci Göç) 40 bin Yahudi Filistin'e yerleştirildi.
1908 yılında Siyonist bir örgüt olan Yafa "Filistin Bürosu"nu kurdu. Örgüt, Filistin'de sistematik olarak genişlemek için, “Yahudi yerleşim” politikası yürüttü. Bugüne kadar da bu “yerleşimciler” vasıtasıyla Filistinliler topraklarından zorla sökülüp atılmaya devam edildi.
Balfour Deklarasyonu
İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour'un I. Dünya Savaşı'nın üçüncü yılında (1917) Siyonist hareketin önde gelen figürlerinden Rothschild'e hitaben yazdığı "Filistin topraklarında Yahudiler için bir vatan” vadeden mektup, tarihe "Balfour Deklarasyonu" olarak geçti.
Balfour o mektupta, “Saygıdeğer Lord Rothschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. Majestelerinin hükümeti, Filistin'de Yahudiler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Bu deklarasyonu, Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım. Saygılarımla, Arthur James Balfour.
İngiliz emperyalizminin bu deklarasyonu, Siyonist İsrail devletinin kurulmasına giden yolda, Theodor Herzl’ın Basel’deki “Siyonist Kongre”sinden sonra atılan en önemli adım ve “kilometre taşı” olur.
Rothschild işe Balfour arasında geçen karşılıklı yazışmalar, Siyonist devletin kurulmasına giden yolda, İngiltere'nin savaşa yeni dahil olan ABD'de güçlü olan “Yahudi diasporasını” etkilemeyi de amaçlıyordu.
Theodor Herzl’den sonra Siyonist bayrağı devralan Vladimir Jabotinsky 1937 yılında “Demir Duvar” adlı bir makale yayınlar. Vladimir Jabotinsky bu makalede şunlar ifade eder:
“Ancak işgal nedeniyle haklarından mahrum bırakılan Filistinliler Filistin'in bir kısmının kendilerine ait olduğunu iddia ederlerse bu ‘ahlak dışıdır’ çünkü İsrail bölünmeyi kabul etmez.
Böyle bir ahlak yamyamlar arasında kabul edilebilir ama uygar bir dünyada kabul edilemez” diye yazar.
Jabotinsky makalesinin devamında, “Filistinli Araplarla gönüllü bir anlaşmaya varılması pek olası değil. Siyonist sömürgecilik Filistinlilere bakılmaksızın devam etmeli.
(…) Bizimle Filistinli Araplar arasında gönüllü bir anlaşma olamaz. Ne şimdi ne de gelecekte.”
Jabotinsky, Filistin topraklarını işgal eden Siyonistleri “uygar” işgale uğrayan Filistinlileri “yamyam” ilan eder. Jabotinsky’nin yeni varyantları olan bugünkü Siyonist yöneticilerde aynı tonda ve aynı lügatle konuşuyorlar. 7 Ekim sonrası İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze'ye "tam abluka" emri verirken, elektriği keseceğini, gıda, su ve yakıt girişini engelleyeceğini açıkladı. Gallant, “İsrail, ‘insansı hayvanlarla’ savaş halindedir” diyerek, Jabotinsky’den geri kalmadığını ve ne kadar “uygar” olduğunu kanıtladı!
Evet Basel’de yapılan kongreden 51 sene sonra 1948’de Siyonist İsrail devleti, fikir babaları Theodor Herzl’in “öngördüğü” üzere, Filistin toprakları işgal edilerek ilan edildi. Emperyalist-kapitalist devletler tarafından II. Dünya Savaşı’nda “galip” çıkan ve o “büyük” devletler liderliğinde 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaşların ve “barışa yönelik tehditlerin” tekrarını önlemek ve “uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla” oluşturulan ve bir “dünya teşkilatı” olduğu iddia edilegelen bir BM var ya?
İşte o BM kararlarını hiçe sayan Herzl ve Jabotinsky’nin ardılları olan bugünün Siyonist yöneticileri, aynı argüman ve yöntemlerle bütün bir dünyanın gözü önünde bir soykırım uyguluyorlar. Ortakları ABD ve AB emperyalistleriyle ile birlikte İnsanlığa karşı savaş suçları işliyorlar.
BM şefi Guterres, “Gazze çocuk mezarlığına dönüştürüldü” diye yakınmanın ötesinde bir şey yapamıyor.
BM ve “uluslararası hukuk” safsatası sadece ‘güçlülerin’ lehine işletiliyor. Bugüne kadar de hep öyle işletildi.
“Anti-sosyal davranışların vücut bulmuş hali” Siyonist aygıt
Karl Marx “Yahudi Sorunu” (Sol Yayınları 1997) adlı eserinde, “Yahudiliğin (-Siyonizm- yazarın notu-yn) ve Yahudi zihniyetinin kökünde fırsatçılık ve kişisel çıkar vardır” der ve Yahudiliği, “Anti-sosyal davranışların vücut bulmuş hali” olarak tanımlar. Devamında Marx, “Günümüz Yahudisinin özünü yalnızca Pentateuch’ta (Tevrat-yn) ya da Talmud’da (Yahudi tören kuralları ve efsanelerini kapsayan dini metinler-yn) değil, bugünkü toplumda da buluyoruz, üstelik soyut değil, en üst düzeyde ampirik (deney ve tecrübe ile kanıtlanmış olan-yn) bir öz olarak, yalnızca Yahudi sınırlanmışlığı olarak değil, toplumun Yahudice sınırlanmışlığı olarak.”
Kuruluşundan buyana Siyonist İsrail, Yahudi halkının çektiği acıların mislini Filistin halkına çektirmeyi kendine kılavuz edinmiş, yapılanları onaylamayan, karşı çıkan, reva görmeyen her kim olursa olsun, “antisemitizm” suçlaması ile susturmaya çalışmış, çalışmaktadır.
Jabotinsky, “Yerli halk, ‘uygar’ olsun ya da olmasın ister uygar ister ‘vahşi’ olsun, sömürgecilere her zaman inatla direnmiştir” diyecek kadar da “gerçekçi” olduğundan, “yamyam” Filistinlilerin “uygar” Siyonizm için topraklarından sökülüp atılması gerektiğini vaaz eder. Zira Filistin’in “halksız toprak” olmadığını en bilen Siyonistlerdir.
Kuruluş harcında “üstün ırk” miti ve saldırganlık olan Siyonist İsrail, “Ne şimdi ne de gelecekte” Filistinlilerle “barış içinde bir arada” yaşayamayacağı “ampirik” olarak kanıtlanmış bulunuyor. Bu yönüyle Siyonist savaş aygıtı sadece Filistinlilerin değil ırkçı-Siyonist olmayan Yahudilerin de baş belasıdır. Saldırganlığı temel alan, Siyonizm’i de kendisine toplumsal köken yapan emperyalist-Siyonizm alt edilmeden, Filistin toprağında ne Yahudiler ve ne de Filistinliler için, barışın ve sükûnetin olması mümkündür… Filistin’de olduğu gibi, bütün bir emperyalist dünyanın savaş aygıtlarıyla direnen bir halkı yenebilirsiniz, ama teslim alamazsınız.