Günümüz dünyasında birbirini izleyen olaylar dizini hız kazanmış bulunuyor, büyük değişimler ve gelişmeler yaşanıyor. Öteki bir dizi faktör ve uluslararası alanda yaşanan gerilimler bir yana, devam eden ve yeni yılda bitip bitmeyeceği belli olmayan Ukrayna krizi ve Filistin’de devam eden işgal saldırıları, dünyanın bir “dönüm noktasında” olduğunu gösteriyor. Dünya çapında tarihsel öneme sahip değişim ve gelişmeler daha önce hiç olmadığı kadar hız kazanmış bulunuyor ve dünya yeni bir türbülans ve çalkantı dönemine çoktandır girmiş bulunuyor.
Hali hazırda devam eden dünya olaylarının ya da olası yaşanacak gelişmelerin ve belirsizliklerin gerisinde tarihin gidişatına yön verecek bazı temel dinamikler yer almaktadır. Bunlardan biri de emperyalist-kapitalist sistemin yapısal olarak ürettiği emperyalistler arası hegemonya bunalımıdır.
Hegemon gücünü dönüşsüz bir biçimde yitiren ABD emperyalizmi, hegemonyasını yeniden tesis etmek için savaşlara dayalı politikalar izlemek zorunda kalan bir güçtür ve olası bir dünya savaşını tetiklemenin de öncüsü konumundadır. ABD’nin izlediği politikalar, dünyayı barut fıçısına çevirecek ve giderek üçüncü dünya savaşı riskini büyütecek seyir izlemektedir. Düne kadar ekonomik, askeri, diplomatik ve kültürel olarak neredeyse her ülkenin derinliklerine hükmeden ABD, halihazırdaki devasa gücüne rağmen kendi “dünya düzenini” sürdürmekte giderek daha fazla zorlanıyor. Karşısında ise küresel çapta yeni emperyalist odaklar yükseliyor ve ABD’nin egemenliğine dayanan tek kutuplu emperyalist dünya düzenine itiraz ediliyor. Bu itirazın öne çıkan iki önemli temsilcisi Rusya ve Çin’dir. Fakat, yükselen ve küresel düzeyde rol oynamak isteyen bu iki ülke hegemonya mücadelesinde ABD ile henüz doğrudan karşı karşıya gelebilecek güçte değiller.
Ancak “çok kutuplu bir dünya düzeni”, “ekonomik küreselleşme”, “uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesi”, “küresel liderliğin daha adil ve akılcı bir şekilde gelişimini teşvik etme” vb. çağrılar, bu rakip güçler tarafından daha yüksek sesle dillendiriliyor. Bundan da ötesi, ABD hegemonyasına meydan okuyan adımlar atılıyor. Rusya, Suriye ve Ukrayna üzerinde bu adımları askeri ve siyasi olarak somutlarken, Çin aynı meydan okumayı birçok cephede sürdürmekte, ABD emperyalizminin Uzak Doğu’daki saldırgan politikalarını kararlılıkla karşılamaktadır. Hegemonya mücadelesinde giderek büyüyen bir etkinlik kazanan Çin, hemen her bölgede ABD’nin egemenliğini aşındırıyor. Çoğu ABD’nin uydu ülkeleri olan Orta Doğu’da bile nüfuzunu güçlendiriyor. Suudi Arabistan ile İran arasında “dönüm noktası” olarak değerlendirilen bir anlaşmaya varılmasına aracılık etmesi, Suudi Arabistan’a Çin’in önderlik ettiği Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile diyalog ortağı statüsü verilmesi, ABD’nin bölgedeki konumunu darbeleyen ek adımlar oldu.
Dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin’in önlenemez yükselişi, ABD’nin küresel ekonomi içindeki göreceli ağırlığının azalması anlamına gelmektedir. Çin’in dış ilişkiler ve güvenlik politikasının unsurlarından biri olan Kuşak ve Yol Girişimi Stratejisi, Çin’i ekonomik koridorlar, ticaret merkezleri ve iletişim yolları aracılığıyla Avrupa, Afrika ve Latin Amerika’ya bağlamayı amaçlayan devasa bir yatırım programıdır. Bu projeyle Çin, Asya ve Avrupa arasındaki eski ticaret yollarının çok ötesine geçerek hem sanayileşmiş ülkelere hem de gelişmekte olan bölgelere rekor meblağlarda yatırım yapıyor. BRICS projesi üzerinden ekonomik etkinlik alanını genişletmede devasa adımlar atmış bulunuyor.
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika gibi beş ülkenin kurucu üyesi olduğu, dünya nüfusunun yüzde 42’sinden fazlasını temsil eden BRİCS ülkeleri, batı emperyalizminin egemenliğine karşı bir meydan okuma olarak görülüyor. “Küresel dinamikleri şekillendiren ve dünya ekonomisinde ve uluslararası ilişkilerde önemli değişikliklere yol açan” BRICS, Arjantin, Mısır, İran, Etiyopya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden oluşan ülkeleri gruba almaya hazırlanırken, onlarca ülke de katılma talebini açıkladı. Grubun içinde yer alan Brezilya, Güney Afrika ve Hindistan gibi ülkeler Batı emperyalizmiyle uyumlu ilişkiler sürdürseler de bir dizi konularda “bağımsız” bir yol izleyecek kadar kendilerini güçlü görüyorlar. G7 grubuna karşı kurulan BRICS ve NATO karşısında olan ŞİÖ (Şanghay İşbirliği Örgütü) hegemonya mücadelesinde dikkat çekici adımlar oldu.
Çin’in bir dünya gücü olarak yükselişi, Rusya’nın uluslararası alanda giderek daha meydan okuyan tutum sergilemesi, ABD’nin dünya polisi copunu artık eskisi kadar hoyratça kullanamaması ve uzun süredir ABD’nin müttefiki olan güçlerin Washington’un dayatmalarına eskisi kadar boyun eğmiyor oluşu, hegemonya krizinin derinleşmekte olduğunun göstergeleridir. Bu gelişmeler aynı zamanda, ama özellikle de Ukrayna savaşı üzerinden “ABD emperyalizminin artık dünyanın değil fakat yalnızca NATO eksenli emperyalist Batı blokunun patronu olduğunu” gösterdi. “Bu durum, emperyalist dünya sahnesindeki güç dengelerinde önemli ve aynı zamanda tehlikeli sonuçlara yol açmış bulunmaktadır.
Daha henüz kendisiyle hesaplaşabilecek güçte değillerken egemenliğine tehdit olarak gördüğü Çin ve Rusya’yı dizginlemek hedefiyle attığı adımlar, ABD’nin konumunu daha da zayıflatacak sonuçlar yarattı. Ukrayna kışkırtması ve savaşı üzerinden Rusya’ya boyun eğdirebileceği ve sarsılan hegemonyasını yeniden tesis edebileceği öngörüsü, bu sonuçlardan biri oldu. Savaş, emperyalist dünyadaki çelişkileri şiddetlendirmek ve hegemonya bunalımını yeni bir evreye taşımakla kalmadı, aynı zamanda ABD’nin gücünün sınırlarını gösterdi ve onun hegemonik konumuna yeni bir darbe oldu. Bu gelişmeler, büyük emperyalist güçler arasındaki çatışmaların önümüzdeki yıllarda daha sert biçimler alacağının işaretleri sayılmalıdır.
Rusya yalnızlaştırılamadı ve yaptırımlar geri tepti
Başta ABD olmak üzere batılı emperyalistlerin kışkırttığı ve her adımında körüklediği Ukrayna savaşı başladığından bu yana, batı medyası kirli bir propaganda makinesi işlevi görerek Rus olan her şeye düşmanlığı körükledi, Rusya’nın dünyada dışlanarak yalnız kaldığını iddia etti. İddiaya göre, ABD ve onun liderliği altında birleşen batı emperyalizmi başta olmak üzere tüm dünya, Rusya’ya karşı birleşmiş oldu. Ancak, ABD Ukrayna savaşıyla Avrupa’daki ve NATO’daki nüfuzunu artırmayı başarsa da gerçekler farklıdır. Zira, ABD Rusya’yı yalnızlaştırmayı başaramadı. “Öylesine ki Asya’da güçlü ilişkilere sahip olduğu Hindistan’ı, Ortadoğu’daki temel dayanakları sayılan İsrail ile Suudi Arabistan’ı bile Rusya’yı tecrit çabalarına dahil edememiştir. Latin Amerika’dan Afrika’ya gerçekte şu veya bu düzeyde emperyalist bağımlılık ilişkileri içinde olan bir dizi ülke, ABD ve emperyalist müttefiklerinin baskı ve dayatmaları doğrultusunda hareket etmekten geri durabilmişlerdir.” (TKİP VII. Kongre Bildirgesi)
ABD’nin politikalarına alet olan batılı emperyalistler, Ukrayna’ya büyük miktarlarda ağır silah verdiler, ekonomik ve istihbarat yardımı sağladılar. Rusya’ya ikinci emperyalist paylaşım savaşından bu yana gerçekleşen en katı yaptırımları uyguladılar. Ancak, bu politikaların artık geri tepmeye başladığının işaretleri çoğalıyor. Yanı sıra, batılı olmayan ülkeler ne Rusya’ya ne de Rus oligarklarına yaptırım uygulamayı kabul etmediler.
NATO’nun önemli bir üyesi olan Türkiye, küresel güçler arasındaki çatlaklardan yararlanarak ABD ve onun batılı müttefiklerinin dayatmalarına mesafeli davrandı. Sermaye devletinin dümenini elinde tutan Erdoğan, Rusya ile geliştirdiği “özel ilişkiye” övgüler dizerek yaptırımlar uygulamayı reddetti. Ukrayna savaşının başlamasından bu yana Türkiye’nin Rusya’ya ihracatı ve ithalatı büyük oranda arttı. ABD’nin geleneksel uşak ruhlu müttefiki Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, Rusya’ya karşı ABD’nin arzuladığı türden bir tutuma yönelmeyerek Rusya’ya dönük ambargolara katılmadıkları gibi, petrol arzının artırılmasına yönelik baskılara da boyun eğmediler. Benzer bir tutumu ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki kanlı hançeri olan İsrail de göstererek Ukrayna’ya silah sağlamayı ve Rusya’ya yaptırım uygulamayı reddetti. Ukrayna savaşının Ortadoğu’da açığa çıkardığı bu önemli olgu, sadece Ortadoğu’da değil, aynı zamanda dünyadaki emperyalist güç dengelerinde yaşanan değişime de işaret eden önemli bir gelişme oldu.
Hindistan ise, Rusların kaybettiği petrol ve gaz satışlarının neredeyse tamamını telafi etmesine yardımcı oldu. Rus petrolü ve gazının piyasa fiyatlarının altında olması anlaşmayı cazip kıldı. Rusya, petrol ihracatının neredeyse tamamını Çin ve Hindistan’a yönlendirdiğini söylüyor. Dünyanın en kalabalık iki ülkesi (yüzde 45 ila 50’si Çin, yüzde 40’ı Hindistan) Rus petrolünün neredeyse yüzde 90’ını satın alıyor. Basına yansıyan haberlere göre Hindistan, Rusya’dan indirimli ham petrol alıp rafine edip Avrupalımüşterilere satıyor. Enerjiden sorumlu Bakan Alexander Nowak, daha önce Avrupa’ya ulaştırılan petrol ve petrol ürünleri ihracat hacminin yüzde 40 ila 45 olduğunu, bu rakamın yıl sonuna kadar yüzde 4 veya 5’i aşmamasını beklediğini açıkladı. Nowak’a göre Rusya, 2023’te petrol ihracatından yaklaşık 88 milyar Euro’ya eşdeğer gelir elde etti. Rusya’nın Çin’e gaz ihracatı da geçen yıl arttı. Rus gaz şirketi Gazprom birkaç hafta önce Çin’e gaz sevkiyatının bu yıl 15,5 milyar metreküpten 22 milyar metreküpe çıkmasını beklediğini açıklamıştı. (Kaynak: Tagesschau, 27 Aralık 2023)
Ukrayna savaşı, ucuz Rus doğalgazının kaybı nedeniyle AB ekonomisini önemli oranda etkiledi. Bu durum, özellikle de Alman ve Fransız emperyalizminin dünya pazarındaki rekabet gücünü zayıflattı. Bu nedenle tüm büyük AB ülkeleri, ABD politikalarının destekçisi olsalar da onun her dayatmasını kabul etmek konusunda tereddüt ediyorlar. Bu tereddüttün bir ifadesi olarak ABD, Avrupa’nın en önemli ticaret ortağı olan Çin ile yaşadığı çatışmaya AB ülkelerini daha derinlemesine ortak etme çabasında pek başarılı olamadı. Birçok ülkeyi de Rusya’ya karşı seferber edemedi. Çünkü “Günümüzün kapitalist dünya ekonomisi, birbirine bin bir bağla sıkı sıkıya bağlı organik bir bütündür. Dolayısıyla şu veya bu ülkeyi hedef alan ekonomik-finansal ambargo, aynı zamanda sistemin bütününü de gerisin geri vuran bir silahtır. Hele de hedef ülke, özellikle pazar ve hammadde kaynağı bakımından son derece önemli bir büyük ülke olarak Rusya’ysa. Rusya’ya uygulanan ambargo batılı kapitalist tekeller kadar özellikle yakıt ve gıda fiyatları üzerinden geniş tüketici kitlelerini de derinden etkileyecek, böylece sistemin çok yönlü krizini de ağırlaştıracaktır.” (Emperyalist dünya ve Ukrayna krizi, TKİP açıklaması 27 Şubat 2022)
Nitekim Ukrayna’daki savaş petrol, gaz, gıda ve gübre fiyatlarını gözle görülür şekilde artırdı. Bunlar özellikle küresel ekonomik kriz nedeniyle milyonlarca insanın yoksulluğa sürüklendiği ülkelerde yaşamsal öneme sahip ürünlerdir. Rusya’nın tahıl ve gübre ihracatı Afrika ve Latin Amerika’da arttı. Pek çok ülke, fiyatların daha da yükselmesine neden olacak yaptırımlar uygulamak yerine, kendilerine piyasa fiyatlarının altında mal sağlayabilecek Rusya ile işbirliği yapmayı tercih etti. Dolaysıyla ABD, batılı ortaklarının da desteğiyle görülmemiş kapsamda uyguladığı ambargolarla Rusya’nın ekonomisini çökertmekte başarısızlığa uğradı. Bazı sektörleri darbe alsa da Rus ekonomisi çökertilmedi. IMF, Ukrayna’daki savaşa ve batı yaptırımlarına rağmen Rusya ekonomisinin 2023 yılının Temmuz tahminlerinden daha hızlı büyümesini bekliyor. IMF daha önce yüzde 1,5 olan beklentisini yüzde 2,2‘ye çıkardı. Bu, geçen yıl Rusya’nın gayri safi yurt içi hasılasında (GSYH) belgelenen yüzde 2,1'lik düşüşün ardından önemli bir artış. Gelecek yıl ise GSYİH’nın yüzde 1,1 büyümesi öngörülüyor. (Kaynak: Berliner Zeitung, 10 Ekim 2023)
“Batı ittifakına” dair çizilen pembe tablo
Batılı emperyalistler, ABD emperyalizminin politikalarını (aslında dayatmalarını) sadakatle izliyor gibi görünüyor. Ancak gene de birleşik bir “Batı ittifakına” dair çizilen tablo fazlasıyla pembe. ABD, Ukrayna savaşıyla batılı emperyalist kamp ve NATO içindeki konumunu güçlendirmiş olsa da bunun küresel düzeyde rol oynamak isteyen Almanya ve Fransa’yı rahatsız etmediği düşünülemez. “Ukrayna savaşının ardından Batıda asıl önemli gelişme, Almanya’nın yeniden geniş çaplı bir silahlanma yolunu tutmasıdır. Bu gerçekte Batılı emperyalist kamp içindeki kenetlenmenin orta vadedeki en zayıf noktasıdır... bu adımın daha şimdiden Avrupa’nın kendi bünyesinde geleceğe dönük kaygılar uyandırdığından kuşku duyulmamalıdır. Almanya iktisadi, mali ve elbette politik planda çoktandır Avrupa’nın tartışmasız lideridir. Fakat... Almanya aynı zamanda askeri açıdan da Avrupa’nın lideri konumuna yerleşecektir… Almanya’nın yeniden geniş çaplı bir silahlanma yolunu tutmasının herkesten çok ABD’yi rahatsız edeceği de kesindir.” (Ukrayna krizi sonrası dünya, TKİP açıklaması)
Şansölye Olaf Scholz, bağımsız bir politika izlediğini kanıtlamak amacıyla Kasım ayında Çin’i ziyaret etti. Scholz’un ziyaretini, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Pekin’e resmi ziyareti izledi. Macron’a, Fransa’nın Çin ile ticaretinin önemini göstermek ve iş yapmak için birçok sermaye temsilcisi de eşlik etti. Avrupa krizi olmayan krizlere bulaşmanın “Avrupa için bir tuzak” olacağını söyleyen Macron, Fransız-Avrupalı bir şirket olan Airbus’ın Çin’e 200 yolcu uçağı satmak için anlaşmaya varıldığını belirtti ve Tianjin’de yeni bir Airbus fabrikasının açılacağını duyurdu. Bunlar, ABD’nin kilit önemdeki Avrupalı müttefikleri arasındaki gerilimin göstergesidir. Zira, Fransa ve Almanya gibi AB’nin bel kemiği olan ülkelerin kendi emperyalist hedefleri var ve nüfuz mücadelesinde bağımsız bir rol oynamak istiyorlar.
Çok kutuplu dünya gerçekliği ve büyüyen savaş tehlikesi
1989-91’de Doğu Bloku ve SSCB’nin dağılmasıyla birlikte ABD dünyanın tek süper gücü olarak kaldı ve gücünün sınırsız olduğu fikrini tüm dünyaya dayattı. 21. yüzyılı yeni Amerikan yüzyılı olarak müjdeledi. Her türlü itaatsizliği cezalandırmak ve olası rakiplerine boyun eğdirmek için birçok ülkeye müdahale etti. Fakat, özellikle de 2000’li yıllardan itibaren dünya jandarmasının sınırları ortaya çıkmaya başladı. Bir dizi gelişme, ABD’nin hegemonyasındaki çözülme sürecini hızlandırdı. Yeni rakip güçler yükseldikçe, çok kutuplu dünya düzenine geçiş somut bir gerçeklik haline geldikçe ve ABD’nin dünya patronluğunun son bulduğu somutluk kazandıkça, bölgesel güçler nüfuzlarını genişletmenin ve daha bağımsız davranmanın yollarını aramaya giriştiler. ABD, Çin ve Rusya arasındaki hegemonya mücadelesinde daha fazla manevra imkanı elde ederek kendi çaplarında rekabet mücadelesine katıldılar.
21. yüzyıl yeni Amerikan yüzyılı olarak müjdelendi. Ancak bu yüzyılın ABD’nin dünya egemenliğinin son bulacağı bir yüzyıl olacağı fikri giderek güç kazanıyor. Hegemon konumunu korumak ve güçlendirmek için ABD, dünya egemenliğini kendisinden devralabilecek yarınki potansiyel rakiplerini bugünden güçten düşürme stratejisi izlemektedir. Bu strateji, uluslararası gerilimi tırmandırmakta, çılgınca bir silahlanma yarışını körüklemekte ve daha da önemlisi yeni bir emperyalist dünya savaşı tehlikesini büyütmektedir. Zira, silahlanma yarışında artış, genel ekonomik kriz ve hegemonya krizi, dünya savaşı tehlikesinin önemli belirtileridir. Yanı sıra, ABD’nin tek kutuplu dünya düzenini eskisi gibi yönetemediği koşullarda, karşısında yükselen emperyalist güçler tek kutuplu dünyaya meydan okuyorlar, daha da önemlisi politika ve pratikleriyle dünya hegemonyasını devralmak istediklerini ortaya koyuyorlar. Bu durum yeni bir dünya savaşının eşiğine gelindiğini göstermektedir.