Bilindiği gibi Barzani’nin bağımsızlık referandumuna en net ve en dolaysız desteği İsrail verdi. İsrail kadar kararlı biçimde olmasa da Suudi devleti de bağımsızlığın Kürtlerin hakkı olduğunu belirterek, benzer bir tutum takındı.
Tepeden tırnağa kirli bu iki devlet, 7. yılına girmiş bulunan Suriye’deki kanlı savaşın her aşamasında tüm bölge halklarının ve elbette ki Kürt halkının da başına bela olan/edilen IŞİD, El Nusra ve benzeri cihatçı çeteleri desteklediler ve bu desteği sürdürüyorlar.
Söz konusu çağ dışı çetelerin Suriye’deki öncelikli hedeflerinden birinin Kürt halkı olduğu bir sır değil. Rojava ve onu oluşturan kantonlar, başta ABD olmak üzere emperyalist devletler koalisyonunun ve Türk sermaye devletinin yönlendirmesi ile başından itibaren saldırılarının boy hedefi oldu. Kobanê işgali bu durumun en somut örneğidir. Onu önceleyen son derece trajik Şengal işgali ve katliamı, aynı zaman dilimi içinde gerçekleşen Musul işgali, unutulmaz diğer örneklerdir. IŞİD ve cihatçı diğer çeteler halen Rojava’ya ve Kürtlere saldırmaya, Kürt halkının kanını dökmeye devam ediyorlar.
Öte yandan Rojavalı Kürtler başta olmak üzere Kürt hareketleri ve halkının sözü edilen süre boyunca mücadele ettiği neredeyse tek güç, en başta IŞİD olmak üzere işte bu kan dökücü çeteler oldu. Elbette Rojava ve Güney Kürdistan zaman zaman Türk sermaye devleti ve Suriye rejimi ile de karşı karşıya geldi. Suriye ordusu ile Kamışlı örneğindeki gibi çatışmalar da yaşandı. Ancak esas olarak Şengal’de de Musul’da da IŞİD belası ile savaştılar. Bunu en çok, IŞİD’in Şengal işgali ve katliamı sırasında tek mermi atmadan Erbil’e kaçan Barzani bilir.
İsrail’in kirli hesapları
Bu inkardan gelinemez gerçeklere rağmen İsrail Barzani’nin bağımsızlık referandumu kararını desteklemekle kalmıyor, bu amaçla referandum lehine lobi çalışmaları yapıyor. Bunun emperyalist büyük devletler ve bölgedeki işbirlikçi devletler tarafından çepeçevre kuşatılmış bulunan bir halk olarak Kürtler içinde açık-gizli bir hoşnutluğa yol açması yeni tehlikeler doğuracaktır.
Zira unutulmamalı ki tıpkı sırtını dayadığı ABD emperyalizmi gibi, Ortadoğu’da dinsel, etnik ve mezhepsel çelişkilerden yararlanarak, Arap, Fars, Kürt ve diğer halkları birbirine düşürmek, düşman hale getirmek, her türlü kirli silaha başvurarak, bu coğrafyadaki devletlerin parçalanmasını, zayıf ve küçük devletlerin oluşmasını sağlamak, siyonist İsrail devletinin (aynı şekilde ABD’nin de) öteden beri bilinen projesidir.
İsrail’in öncelikli hedefi ve en temel sorunu şüphesiz Filistin’dir. Bu nedenledir ki, yıllardır sınır tanımaz bir kin ve düşmanlıkla, deyim uygunsa hastalıklı bir biçimde Filistin’e ve Filistin kurtuluş hareketlerine saldırmaktadır. Tüm hedefi Filistin’i İsrail ve ABD’ye mahkum etmek, tehlike olmaktan çıkmış bir konuma düşürmektir. Ancak, Arap coğrafyası onlarca küçük-büyük devletten oluşan geniş bir coğrafyadır. İsrail, tümüyle gerici temellerde dost olduğu ülkeler bile olsa, genelde bu coğrafyadaki devletleri kendisi için bir tehlike olarak görmektedir. Toprak bütünlüklerini yitirmelerini, güçsüz ve zayıf devletler halinde parçalanmalarını bu nedenle şiddetle arzulamaktadır. Siyonist gericilik bu hedeflerine ulaşmak için her daim bu coğrafyadaki diğer halklarla Arap halkı arasındaki çelişkileri kullanmakta, halklar arasındaki yıllara dayalı, tümüyle bölgedeki işbirlikçi devletlerden kaynaklı, tümüyle onların suçu olan ön yargıları ve güvensizlikleri istismar etmektedir.
Bilindiği üzere, “Ortadoğu halen bir kör dövüşünün yaşandığı, neredeyse herkesin birbirini boğazladığı bir kriz coğrafyası durumunda. Ortaçağ’a özgü büyük bir parçalanma, bölünme, ufalanma var. Farklı dinler, mezhepler, aşiretler, uluslar, etnik azınlıklar, birbirleriyle çatışma içindeler. Emperyalizmin böl-yönet politikasının en zehirli meyvelerini verdiği bir dönemin içindeyiz.” Kısacası, bölge haritasının yeniden çizileceği bir süreçten geçilmektedir. Tüm bunları İsrail de çok iyi bilmekte ve bölgede, kirli amaçlarını gerçekleştirmek için uygun bir zemin yarattığını düşünmekte ve bunu değerlendirmek istemektedir.
Siyonist gericiliğin bu konuda istismar etmek istediği sorun Kürt sorunudur. Kirli hesaplarına alet etmek istediği güç ise bugünlerde bir kez daha sıcak dostluk mesajları gönderdiği Barzani ve Barzani hareketi üzerinden Güneyli Kürtlerdir. Siyonist gericiliğin Barzanilerle geçmişe dayalı dostluk ilişkisi tartışmasız olarak, kardeş diğer halkların aleyhine olan, tümüyle kirli hesaplarına dayalı bir ilişkidir. Bundandır ki başta Filistin halkı olmak üzere Arap, Fars ve diğer kardeş halklarla Kürt halkı arasında soğuk ve mesafeli ilişkilere yol açmış, öteden beri var olan ön yargıların daha bir güçlenmesine neden olmuştur.
Sonuç olarak halen Kürt halkının günümüzdeki cellatları olan cihatçı çeteleri destekleyen bir güç, Kürt halkının gerçek dostu olamaz. Kürt halkının özgürlük ve bağımsızlık talebi ve özlemi zerrece İsrail’in umurunda değildir. Barzani referandumuna desteği de kirli hesaplara dayalı bir destektir ve hiçbir samimiyeti bulunmamaktadır. Yıllardır “bir avuç özgürlük” için direnen Filistin halkını kana boğanlardan tersini beklemek, on yılları bulan deneyimden sonra, Kürt halkının seçimi olmamalıdır.
Her türden gericiliğe karşı kardeş halkların devrimci kader birliği
Geçmişte Kürt sorununun kendisini bölgesel bir sorun olarak dayattığı zamanlar oldu elbette. Ancak daha ilk hamlede, dört sömürgeci devlet (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) tarihsel ittifaklarını devreye soktular, gelişmeyi daha fazla büyümeden engellediler. Nerede ayaklanma varsa ortaklaşa ezdiler. O günler geride kaldı. Kürt sorunu devletlerin sınırlarına sığmaz hale gelip, bölgesel bir soruna dönüşmüştür. Haliyle çözümünü bölge çapında dayatmaktadır. Kürt sorununun şu ya da bu parçasındaki herhangi bir gelişme, otomatikman Kürdistan’ın diğer parçalarını da etkilemektedir. Ve sadece Kürdistan’ı değil, tüm bölgeyi, sadece Kürtleri değil, kardeş diğer halkları da etkileyecek bir nitelik kazanmıştır.
Barzani’nin 21 Eylül’de yapılacağını açıkladığı ve yapılması konusunda belli bir kararlılık ortaya koyduğu bağımsızlık referandumu üzerinden yaşanan gelişmeler bu durumun bir yeni örneğini oluşturmaktadır. Hiçbir gücün referanduma ilgisiz kalmaması, bağımsızlık referandumunun yapılacağı tarih yaklaşırken, emperyalist oyun kurucu devletler olarak ABD ve Rusya başta gelmek üzere bölge üzerinde söz sahibi olduklarını iddia eden ve geleceğinde bir rol kapmak isteyen tüm devletlerin döne döne tutumlarını açıklamak zorunda kalmaları, tam da bunu anlatmaktadır.
ABD ile Rusya elbette ki kendi çıkarları temelinde bölgeyi dizayn etmek istemektedirler. Keza Kürdistan’ı bugüne dek kendi aralarında bölüşen dört sömürgeci devletin amacı da farklı değil. Kürt halkının özgürlük ve bağımsızlık sorunu gerçekte hiçbirinin umurunda değildir. Tümü de gerçek bir özgürlüğün ve bağımsızlığın engelidirler. Değişen bölge koşullarına bağlı olarak Kürt halkına yeni kölelik koşulları dayatacakları tartışmasızdır. Tüm bunlar siyonist İsrail için de fazlasıyla geçerlidir.
Gündemdeki bağımsızlık referandumu, Barzani’nin emperyalizmle, siyonist İsrail ve Türk sermaye devleti ile bilinen ilişkileri nedeniyle çok sorunludur. Kürt halkı için kısmi bir kazanım olsa da kesinlikle gerçek bir bağımsızlık olmayacaktır. Özellikle İsrail ile ilişkiler Kürtlerle Arap ve Fars halkı arasında derin güvensizliklere yol açmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Gerçek bir özgürlük, eşitlik ve bağımsızlığın yegane yolu, emperyalizme, Siyonizm’e ve her türden gericiliğe karşı, Kürtlerin ve tüm bölge halklarının devrimci kader birliği temelindeki birleşik mücadelesidir, bunun finali olacak birleşik bir devrimdir. Sadece ve sadece bu çözüm Kürt halkı ile diğer halkları birleştirici niteliğe sahiptir. Bu çözüm aynı zamanda emperyalizmin, Siyonizm’in ve bölge gericiliğinin, Kürt ve kardeş halklar arasında derin güvensizliklere ve çatışmalara yol açacak olan politikalarını da boşa çıkaracaktır.