Kapitalizmin sorgulandığı ve sosyal devlet uygulamalarına yönelik vurguların yapıldığı günlerden geçiyoruz. Oysa kapitalizmin tek alternatifinin komünizm olduğu üzerine tartışmanın tam zamanıdır. Neden komünizm? Bu nasıl olacak? Bu soruların yanıtlarını Marksizm-Leninizm’in zengin külliyatında bulmak mümkün... Bu literatüre erişim artık çok kolay. Salgından kaynaklı çalışmak zorunda kalmayanların eve kapandığı bu zamanlarda bolca vakitleri de var. İşçi sınıfının ideolojisini incelemenin ve neden tarihsel gidişatın zorunlu olarak komünizme doğru yol alacağını öğrenmenin zamanıdır. Ya da hep birlikte, “neşe içinde yok olacağımız” önümüzdeki yüzyılı, belki de on yılları konuşmayı da tercih edebiliriz. Ne de olsa bizden sonraki nesillerin sorunları bunlar(!)
20. yüzyıla ait kara propagandaya aldanıp halen yüzünü Marksizm’den yana çevirmeyenlerin anlamaları gereken ilk nokta: Düşünme eyleminin bir yöntem ve bakış açısı ile gerçekleştiğidir. Eleştirel yaklaşmayanlar, kapitalist ideolojinin çizdiği sınırlarda düşünür ve hareket ederler. Basit ve güncel bir örnek vermek gerekirse: Koronavirüs salgını ile birlikte kapitalist devletler tüm o küreselleşiyoruz (biz bunu tüm dünyanın emperyalist sömürü ve talana kuralsızca açılması diye okuyalım) sloganlarını bir yana bırakıp ‘ulus devlet’ sınırlarına çekildiler. “Ulusal çıkarlar en üsttedir” söylemine geri dönüldü.
Korsanlık yapan ABD, Fransa’ya giden tıbbi yardım gemisine el koydu. Fransa da İtalya’nınkine. AB, İtalya’ya en zorlu anlarında sırtını döndü. Bunlar birkaç hafta önce yaşananlardı. Diğer örnek ise ABD’de de yaşananlar. Kasım’da yapılacak seçimlerde Trump tekrardan kazanabilmek için hummalı bir çalışma yürütüyor. Demokratların elinde bulunan eyaletlere de baskı uyguluyor. Bu eyalet valilerin, kısıtlamaların kaldırılarak ekonomik yaşamın devam edebilmesinin yönünde engel olduklarını söyleyerek onları hedef gösteriyor. ABD tarihinde bir başkan ilk de Kongre’yi kapatma tehdidi oldu. Trump yönetiminin faşist bir yönelime girdiğine dair yorumlar yapılıyor. Bu açıklamalar ve kışkırtmalar sonrasında, çalışmak isteyenler ellerinde silahları ile eylemler yaptılar. Taşınan dövizlerin bir tanesinde de “Benim bedenim benim kararım” yazıyordu.
Tablonun mühim olan kısmı tam da burasıdır.
Burjuva ideolojisi bencilliği, bireysel çıkarları öğretir. Yani “her koyun kendi bacağından asılır” ideolojisi toplumlara hem eğitim sistemi hem de medya yolu ile dayatılıyor. Trump’ın sözcülüğünü yaptığı kapitalizm kültürü ve bireyler şahsında yaşam bulan bu ideolojinin insanlığa vereceği zarar da büyük olmaktadır. Nitekim koronavirüs salgını karşısında kapitalist dünyanın izlediği “egoist devlet” politikasından dolayı yüzbinlerce kişi hayatını kaybetti/kaybediyor.
Koronavirüs dünyaya yayılırken, ABD’de her gün binlerce kişi hayatını kaybederken “benim bedenim, benim kararım”, “ölüm hakkımı kullanıyorum”, “çalışma hakkımı da istiyorum” diyebilmek için kapitalist ideolojinin kölesi olmak lazım. Bu tür sloganlar atan kişiler özelde sağlık emekçilerine genelde topluma yaptıkları kötülüğü düşünmüyorlar. Mevcut olaylara bireysel yaklaşıyor ve bireysel çözüm bulduklarını sanıyorlar. İşte tam da işaret edilen eleştirel düşünme çağrısı burada anlamını buluyor. O dövizi taşıyan kişilerin Trump’ın hesaplarına alet olmasının temel nedeni sorgulama yeteneklerinin körelmiş olmasıdır. Bundan dolayı dünyaya ancak burjuva ideolojisinin penceresinden bakabiliyorlar. Kitleleri ölüme sürükleyen politikalara karşı duracaklarına suç ortaklığı yapıyorlar.
Bu zihniyetin esiri olanlar insanlara karşı sorumluluğu, toplum sağlığını, insanların yaşam haklarını hiçe sayıyor. Ne de olsa bunu koca bir devletin başkanı da yapıyor. ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi de böyle bir zihniyetin ürettiği vahim sonuçlardan biridir.
Marksizm’e uzak kalmakta diretenlerin anlaması gereken bir diğer konu ise, tarafsızlık diye bir şeyin olmadığıdır. ‘Ben tarafsızım’ demek aslında bir çelişkidir çünkü tarafsızlığa taraf olduğunu söyleyerek kendisini boşa düşürmektedir. Böyle bir ‘politik’ tutum, gerçekte egemenlerin politikasına yedeklenmekten başka bir anlam taşımıyor.
Dünyamız halen sömürücülerin, yağmacıların, haydutların sistemi tarafından yönetiliyor. Böyle bir dünyada ‘tarafsızlık’ gerçekte mümkün değil. Zira ya ezenlerin ya da ezilenlerin tarafındasınızdır. Durum bu iken ne yazık ki çoğu ezilen de ezenlerin ideolojisiyle köreltilmiştir. Bundan dolayı işçi sınıfının ideolojisinin, komünist bir dünya kurma mücadelesinin safında yer almaktan uzak duruyorlar. Oysa Marksizm-Leninizm’in metodunu ve birikimini öğrenmek için ciddi bir çalışma yapmak ve dünyaya sınıfsal perspektifle bakabilmek, ezilenler için acil bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Son olarak bir noktaya daha işaret etmek gerekiyor. Lenin’in Devlet ve Devrim kitabında yer alan şu paragraf, komünizm düşünün ütopik olduğunu iddia ederek Marksizm’i yetersiz görenlere kısa bir cevap olsun: “Marx’ta ütopyacılığın zerresi yoktur; o tepeden tırnağa ‘yeni’ bir toplum tasarlamaz, tepeden tırnağa ‘yeni’ bir toplum türetmez. Hayır, o yalnızca yeni toplumun eskisinin içinden doğuşunu, eski toplumdan yeni topluma geçiş biçimlerini, doğal bir tarih süreci olarak irdeler. Somut proleter yığın hareketi deneyini ele alır ve ondan pratik dersler çıkarmaya çalışır. Marx, Komün ‘okulundan ders alır’; tıpkı bütün büyük devrimci düşünürlerin hiçbir zaman bilgiççe bir ‘ahlak’ açısından yanaşmaksızın, ezilen sınıf hareketlerinin büyük okulundan ders almakta duraksamadıkları gibi.” Özcesi, mesele yöntemi kavramak ve şu anki dünya sorunlarına dair gerçekçi çözümler üretebilmektir.
Elbette Marksizm’e dair daha söylenecek çok şey var, ancak şimdilik bu üç temel nokta yeterlidir.
Bir Kızıl Bayrak okuru