Filistin halkının günlerdir yaşadığı zulümlere rağmen, Alman solu içinde bu konu hakkında başka bir ülkedeki solla karşılaştırılamayacak türden akıl almaz ve sol payına utanç verici tartışmalar yürütülüyor. Birçok yerde bir tartışmadan bile söz edilemez, çünkü antisemitizmle (Yahudi düşmanlığı) suçlanma korkusu, belli örgütlerin ve bireylerin oportünizmini açığa çıkararak, onların enternasyonalist dayanışmayı kurban etmelerine yol açıyor. Bu korkuyu yaratan faktör, Alman burjuva medyasının yanı sıra özellikle sol hareket içinde yuvalanan “Antideutsche” (Anti-Alman) akımıdır.
Antideutsche’lerin oluşumu ve çizgisi
Antideutsche akımı 1989-90 yıllarında, yani Berlin duvarının yıkılışı ve Almanya’nın yeniden birleşmesinden sonra, “Radikale Linke” (Radikal Sol) isimli küçük-burjuva hareketi içinde şekillenmeye başlar. Yeniden güçlenen Alman milliyetçiliğinin tekrar imha savaşları yaratmaması için, “Almanya - bir daha asla!” şiarını öne çıkararak, Almanya’nın feshedilmesini talep ederler. Örneğin 1945’te İngiliz ordusunun yoğun bombardımanı altında kalan Dresden kentinin tekrar bombalanması istenir. Öbür taraftan, “İslami ülkeler tarafından kuşatılmış ve Yahudi halkın tek sığınabildiği İsrail’i” savunmaya başlarlar. İdeolojik çürüme açısından İkinci Körfez Savaşı büyük bir rol oynar. Irak’ın İsrail’e saldırısından sonra, İsrail’in müttefiki olan ABD’yi açıkça desteklemeleriyle, “anti-emperyalizm”den 180 derecelik tam bir dönüş yaparlar. Böylece, İslami devletler yerine artık Batı’nın “demokrasisini” tercih ettikleri için, ABD gibi emperyalist devletlerin Ortadoğu’ya doğrudan müdahale etmesi gerektiğini vurgularlar.
Bugün Antideutsche’ler daha heterojen bir akımdır. Hem solcu geçinip antifaşist hareket içinde örgütlenenler, hem de Müslüman/Arap düşmanlığından veya ABD yanlısı olmasından dolayı sağa daha da yaklaşmış olan, artık sol kelimesini de nadir kullananlar vardır. Birçoğu Yeşiller ve Sol Parti (Die Linke) içinde de çalışma yürütmektedir. Akımın çeşitli fraksiyonlarını birleştiren özellikler ise kayıtsız şartsız İsrail dayanışması, enternasyonalizm yerine “anti-nasyonalizm” ile devrimci ve komünist yapılar gibi “otoriter” örgütlenmelere karşı tutumdur. Kendi bakışlarına göre Alman solu iki temel cepheye bölünüyor: İsrail’le dayanışmada bulunan “gerçek anti-faşistler” ve “anti-emperyalistler”. Anti-emperyalizm ise gerici ve mahkum edilmesi gereken bir duruş olarak sunuluyor. İsrail devletini ve Siyonizm’i eleştiren herkes (Yahudiler de dahil) “antisemitist”, Marksist-Leninist örgütler “otoriter ve diktatörce”, anti-nasyonal olmayanlar da “milliyetçiliğin destekçileri” diye suçlanıyor.
Emperyalist devletle sola karşı işbirliği
Tamamen Almanya’ya özgü bir fenomen olan Antideutsche’ler, başka ülkelerin solcuları bir yana, ilerici düşünceye sahip insanlara anlatıldığında bile büyük bir şaşkınlık yaratıyor. Fakat diğer ülkelerde Antideutsch düşüncelerin reddi doğal ve kolay olsa da Alman solunun büyük bir kısmında pek kolay görünmüyor. Bu tutarsızlığın arkasında Antideutsche akımının politik etkisi ve Alman tarihinin en karanlık dönemi olan Hitler faşizminin toplumsal psikolojik etkisi var.
İşlediği büyük suçun “tarihi sorumluluğunu” üstlenerek, artık Yahudi halkın “sadık müttefiki” olma görevini öne süren Alman devleti, özellikle Amerika’daki 11 Eylül 2001 saldırılarından itibaren Antideutsche’lerin öncülerini entegre etmeye başlar. Bu akımı savunanlar, orta sınıf ailelerin eğitimli çocukları olarak, çabucak burjuva partilerinde, kültür-sanat camiasında ve burjuva basınında kariyer yaparlar. Aynı zamanda sol hareketi bölen otonomcu gruplarda, sendikalarda, vakıflarda ve düşünce kuruluşlarında örgütlenirler. Kendi dernekleri, vakıfları ve diğer örgütleri Alman hükümetinin kurduğu antisemitizm komitelerine dahil edilir ve ülke çapında bakanlıklar tarafından maddi anlamda desteklenir. Ayrıca Alman ve İsrail gizli istihbarat örgütleriyle de dolaylı ve dolaysız bağları olduğu kanıtlanmıştır.
Antideutsche’lar, bu tür etki alanlarını ve ilişkilerini kullanarak, belli konular ve sorunlarda toplumsal tartışmanın gidişini etkileyebiliyor ve tepki korkusundan geçilmesi zor sınırlar koyabiliyorlar. Hedef her zaman faşizm ve Nazilere karşı antifaşist mücadele görünse de gerçekte anti-emperyalist sol ve en başta da devrimci hareketin zayıflamasını hedefliyorlar. Kullandıkları en güçlü ve çok yönlü retorik silah antisemitizm ithamıdır. Medyanın toplamda bir avuç insanın elinde olduğunu, yukarıdakilerin alttakileri ezdiklerini veya büyük bankaların gücünü dile getiren kişilere anında antisemitist diye saldırıyorlar. Onlara göre, kapitalizmin eleştirisinin her zaman soyut ve bireyleri kastetmeden yapılması gerekir. Zira “yukarıdakiler”, “bir avuç insan” ve “bankacılar” gibi ifadeleri, Hitler faşizmi döneminde Yahudiler hakkında yayılan komplo teorileriyle eşit kılıyorlar. Aynı susturma yöntemini Filistin-İsrail sorununda, anti-Siyonizm’i antisemitizmle kıyaslayarak kullanırlar. Sonuç olarak, 60’lı-70’lı yıllardan itibaren tüm dünyada dayanışmaya konu edilen Filistin halkının kurtuluş mücadelesi, bugün “Ortadoğu sorunu tartışmasına girmek istemiyoruz, zaten oradaki sorunu buradan çözemeyiz” gibi kaçışlarla, sol örgütlerin gündeminden silinebiliyor. İsrail yanlıları ise bu sırada kendi ırkçı-siyonist davalarına tutarlı bir şekilde sahip çıkıyorlar.
Filistin direnişini sahiplenmek devrimcilerin görevidir
Almanya’daki antisemitizm kavramının istismarı, bugünlerde bile Alman solun bir kısmını sessizliğe zorlayıp diz çöktürebiliyor. Sıradan ilerici dernekler bile Filistin halkının yanında olduğunu rahat açıklarken, reformist solcuların birçoğu oportünizmin bataklığına giriyorlar. Bu iflasa, Filistin’den yana olmanın kolay olduğu Türkiye’de iyi bir tutum sergileyen EMEP’in Avrupa’daki kitle örgütü DİDF de dahil. Bu tür çevrelerin ezici çoğunluğu, yarı gönüllü açıklamalarında da, onyıllarca terör estiren siyonist İsrail rejimini Hamas ile aynı kefeye koymak gibi tutumlarla da enternasyonalist ve anti-emperyalist bakış açısını çoktan geride bıraktıklarını gösteriyorlar. Yarım ya da tamamen tarafsız bir tutumun alınması, söz konusu çevrelerin çoğu zaman kendi politik ilişkilerini ve ittifaklarını zedeleme korkusundan da kaynaklanıyor. Böyle tutumlar, burjuva partileriyle, bakanlıklar ve sendikalarla yoğun işbirliği yürütenlerde ayrıca güçlüdür.
Bunların haricinde, kendilerine tarafsız diyen, fakat Filistin’de çocukların katledildiği sırada sadece sinagog saldırılarına karşı sokağa çıkanlar var. Kendileri bu akımın görüşlerine mesafeli olduklarını açıklasalar da fiilen Antideutsche’lerin propagandasına güç katmış oluyorlar. Böylece, şu an Filistin’le dayanışma eylemlerini gericilikle boğmaya çalışan Türk faşistlerin, dinci gericilerin ve Yahudi düşmanlarının etkisizleştirilmesi, eylemlere katılan tutarlı solcular ve ilericilere zor bir görev olarak düşüyor.
Antideutsche akımı sayıca çok güçlü olmasa da Alman devletinin yardımı ve sağladığı imkanlarla yayabildiği görüşlerle, sol hareketin belli kesimlerinde önemli bir nüfuza sahip. Bugün varlık nedeninin, Siyonizm’in çıkarlarını sol içine taşıyıp solu bölmek olduğu apaçıktır. Başka bir deyişle, kapitalist sistemin ayakta kalması ve Batı emperyalizminin hedefine ulaşmasıdır temel amaç. Bu akımı, daha doğrusu solun içindeki siyonist etkiyi kırmak ve oportünizmi deşifre etmek için, Almanya’da ilericilerin, tutarlı solcuların ve devrimcilerin özellikle bu zamanlarda daha güçlü ittifaklar kurması lazım. Bu kesimler ancak güç birliğiyle eylemlerdeki gericiliği püskürtebilir, anti-emperyalistlere layık başarılı protestolar düzenleyebilir ve yanı sıra, kararsız kalan solcu örgütlere yeniden cesaret verebilirler. Antideutsch görüşlerine karşı mücadeleyi sadece eylemlerde değil, iş yerlerinde, üniversitelerde ve sosyal medyada da sürdürmek gerekmektedir. Küçük-burjuvazinin soldaki etkisini ise ancak örgütlü ve devrimcileşmiş işçi sınıfı tamamen ortadan kaldıracaktır.