AKP-MHP iktidar ortaklığının krizi derinleşiyor. Çürümüş düzenin ve mafyalaşan devletin “beka” sorunu da günden güne büyüyor. İktidar, pandemi ile daha da derinleşen ekonomik krizden, sosyal ve siyasal krizden çıkış yolunu içeride saldırganlık/dışarıda savaş politikalarına sarılmakta arıyor. Yıllardan beri krizlerden bu şekilde kurtulmaya çalıştı, bu krizde de aynı yönteme sarılıyor. Ancak bu sefer işi her zamankinden daha zor görünüyor.
İktidarın kabarık kirli sicili her gün yeni bir vukuatla işçi ve emekçilerin önüne seriliyor. Bu kirli sicilde her çirkef mevcut: Uyuşturucu ticareti, kara para aklama, her alanda rant ve yolsuzluk, örtülü ödenek vurgunları, usulsüz ihaleler, “üstüne çökülen” mallar, mafya babalarıyla ortak iş tutumalar vb… Yani iktidarda suç şebekesi gibi çalışan bir rejim var. Bu rejimin efendileri, çirkef üzerine bina ettikleri saltanatı kaybetmekten büyük bir korku duyuyorlar. Yani AKP şeflerinin sık sık ifade ettiği “devletin beka sorunu”, aslında bu kirli çarkın “beka sorunu”ndan başka bir şey değil. Artık attıkları her adım bu suç şebekesinin ömrünü bir gün daha uzatmayı esas alıyor. Dolayısıyla öncelikleri; içeride toplumsal muhalefete dönük saldırılar ve katliamlar, şovenizm zehri ile halkları birbirine düşürmek, dışarıda ise emperyalistlerin saldırganlık ve savaş suçuna ortak olmaktır.
Toplumsal muhalefete dönük saldırıların bu denli artması, en ufak hak arama eylemlerinin bile polis şiddetiyle engellenmek istenmesi bu faşist koalisyonun “rutin”i haline getirildi. Rejim Boğaziçi’nde gençleri/akademisyenleri, İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınları, hakkını arayan işçileri hedef alıyor. Belediyelere atanan kayyımlara, tutuklamalara HDP’yi kapatma davasını ekleyip “sivil” ırkçı saldırganlığı kışkırtıyor. Bu doğrultuda SADAT’ın eğittiği faşist bir tetikçi HDP binasında Deniz Poyraz’ı katletti. Ardından Kürt halkına dönük birçok ırkçı-faşist provokasyon örgütlendi. Polisin koruduğu ırkçı-faşistler Konya’da aynı aileden yedi kişiyi Kürt oldukları için katlederek vahşeti doruğa çıkarttılar.
Kuşkusuz bunca saldırı boşa değil. Dinci-gerici iktidar yıllardır işçi ve emekçileri bu yapay ayrımlar ile parçalıyor, birbirine düşman etmeye çalışıyor. Toplumsal kutuplaşmayı bu ayrımlar üzerinden derinleştirmek gerici iktidarın temel politikalarından biridir. İçeride baskı ve saldırıyı bu denli arttıran, işçi ve emekçileri gerici faşist bir kuşatma altına alan mafya devleti, dışarıda da benzeri bir politika izliyor. Emperyalistlerin Ortadoğu ve diğer bölgelerde halklara karşı işledikleri saldırgan ve savaş suçlarına, yağmadan pay alma hesabıyla ortak oluyor. ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin işbirlikçisi rolünü oynayarak, halkların acılarından ve kırımından bir parça “pay almak için” çırpınıyor. Ortadoğu’yu kana bulayan cihatçı çetelerin binlercesini eğit-donat projesi ile emperyalist devletlerin hizmetine hazır eden Erdoğan/AKP iktidarı, bu savaşlarla yerlerinden ettikleri emekçileri “mülteci pazarlıklarına” konu edip emperyalistlerden aldığı fonları arttırmaya çalışıyor.
Dinci-faşist iktidar bunca çırpınışına rağmen Suriye ve Lübnan’da yürütülen emperyalist savaştan istediği payı alabilmiş değil. Emperyalistler dinci faşist iktidarı bir “maşa” olarak kullanmaya devam ediyor. Öyle ki, gelinen yerde AKP-MHP iktidarı için emperyalistlerin maşası olmak bile bir lütuf kabul ediliyor. Bu kapsamda; Erdoğan ve AKP’si, ABD ve NATO’nun Afganistan’dan çekilmesi ile geride kalacak kanlı enkazın bekçiliğine talip oldu. Bunun karşılığında efendilerinden “bekçilik parası” ve “itibar” bekleyen AKP-MHP rejiminin ikiyüzlülüğü ise bütün çıplaklığıyla ortada duruyor.
Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ta yaptığı bir konuşmada Afganistan’la ilgili sarf ettiği sözler adeta akla ziyan türdendi. AKP şefi, “Afganistan’ın NATO’nun emperyalist işgaline maruz kaldığını” söyledi. Oysa kendi rejimi ve başında olduğu Türk sermaye devleti de bu emperyalist işgale 20 yıl boyunca suç ortaklığı yaptı ve hâlâ da yapıyor. Her fırsatta NATO gibi bir savaş aygıtının ikinci büyük ordusuna sahip olmakla övünen Erdoğan ve dinci-faşist rejiminin; tüm bunlara karşılık Afganistan’da talip olduğu iş ise, NATO çekilirken emperyalistler adına bekçilik yapmaktır! Hal böyleyken yandaş medyanın kamuoyuna bir “kahramanlık” örneği diye yutturmaya çalıştığı ve gericilerin öne çıkardığı bu sözde “anti-emperyalist söylemler”, artık ikiyüzlülüğün de ötesine geçmiştir.
Bu dinci-faşist koalisyon ve mirasçısı olduğu bütün parti ve örgütler başlangıçlarından beri emperyalizmin aparatı olmuş, her türlü demokratik kazanımın önüne dikilmiş, daima işçi ve emekçilerin hak arama mücadelesinin karşısında durmuştur. Devrimci gençliğin anti-emperyalist mücadelesine saldırmaktan geri durmamıştır. 6 Filo’yu protesto eden devrimci gençliğe saldırıp cinayet işleyen rejimin şefleri, ardından 6. Filo’yu kıble yapıp namaz kılan işbirlikçi bir çizgiyi temsil etmektedir. Dinci-faşist ideoloji tarihsel olarak hiçbir zaman anti-emperyalist bir çizgiyi temsil etmemiştir, edemeyecektir de. Zira sınıfsal konumu da siyasal-ideolojik çizgisi de buna elvermez.
Bu kaba riyakarlığın bir örneği olan Filistin sorunu bunu gözler önüne sermektedir. Her fırsatta Filistin halkının haklı mücadelesinin yanında olduğunu ikiyüzlüce ifade eden din istismarcısı AKP iktidarı, Filistin halkına dönük yıllardır imha, inkar ve asimilasyon politikası izleyen siyonist İsrail devleti ile ekonomik, siyasi ve askeri işbirliğinden geri durmamıştır. Çarpıcı bir örnek; İsrail’in Filistin’i bombalayan savaş uçaklarının pilotları, AKP iktidarının hizmetlerine sunduğu Konya ovasında yıllarca uçuş eğitimi yapmıştır.
Türk sermaye devletinin dümeninde bulunan AKP-MHP koalisyonunun kimi zaman “anti-emperyalist” gibi görünen laflar etmesi, bu söylemlerin iç politikada işe yarayabileceğini düşünmesinden kaynaklanıyor. Yani bu tür söylemleri kullanmaları büyük bir sahtekarlık ve kandırmacadan ibarettir. Çünkü onlar her zaman emperyalizme sadakatlerini ispatlamakla meşgul oldular. 6. Filo’ya siper olarak, Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) eşbaşkanlık yaparak ya da şu günlerde Afganistan’da emperyalist çıkarların bekçiliğine soyunarak… Bu ve benzer pratikler dinci-faşist koalisyonun, emperyalizmin bir sağlam dayanağı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu gerici koalisyona karşı durmak tutarlı bir anti-emperyalist mücadele açısından da önem taşıyor.
İ. Y. Gün