Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’in diplomatik ilişkileri başlatmak üzere İsrail ile vardıkları anlaşmada imzalar 15 Eylül’de Washington’da yapılan törende atıldı. Beyaz Saray’daki törene Trump’ın yanı sıra, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al Nahyan ve Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zeyani katıldı.
Beyaz Saray’daki törende, “Tarihin seyrini değiştirmek üzere buradayız” diyen ABD Başkanı Donald Trump, “On yıllarca süren bölünme ve çatışmalar sonrasında yeni bir Ortadoğu’nun şafağında olduklarını” iddia etti. Konuşmasında “Beş ya da altı Arap ülkesi daha İsrail ile ilişkileri normalleştirme yolunda yakında adım atacak, bu ülkelerle görüşmeler sürmektedir” diyen Trump, söz konusu ülkelerin ismini vermedi. Konuşmasının devamında hızını alamayan Trump, “ABD arabuluculuğunda oluşturulan barış anlaşmalarına Filistinlilerin de imza atacağına” inandığını söyledi. ABD Başkanı, imza töreni öncesinde BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed el Nahyan ile ikili görüşmesi sonrasında, “Suudi Arabistan ile de iyi görüşmelerimiz var. Onların da olumlu yaklaştığını düşünüyorum” demişti.
Filistin halkı varılan siyonist anlaşmayı, işgal altındaki topraklar da dahil olmak üzere, ABD, İsrail, Bahreyn ve BAE büyükelçilikleri önünde gösteriler düzenleyerek protesto etti.
Şimdiye kadar Arap dünyasında İsrail ile diplomatik ilişkilere sahip sadece iki ülke bulunuyordu. İsrail ile Arap dünyasını karşı karşıya getiren 1967’deki “Altı Gün Savaşı” sonrası Mısır 1979’da, Ürdün de 1994’te İsrail ile barış anlaşmaları imzalamışlardı. Mısır, Ürdün’ün ardından BAE ve Bahreyn’in de eklenmesi ile 4 Körfez ülkesi İsrail ile “barışa” imza koymuş oluyorlar.
BAE ile İsrail arasında 13 Ağustos’ta varılan anlaşma sonrası Donald Trump, Filistinlilere ve Ortadoğu halklarına alçakça ihanetin belgesi olan siyonist anlaşmaya “İki büyük dost arasında tarihi bir barış anlaşması” diyerek övgüler dizmişti. Söz konusu anlaşma, 2002’de Suudi Arabistan öncülüğünde başlatılan ve Arap Birliği tarafından onaylanan “Arap İnisiyatifi”nin de çöküş ilanıdır. Arap İnisiyatifi, İsrail’in işgal ettiği topraklardan tamamen çekilmesini; BM’nin 194. Kararı temelinde Filistinli sığınmacı sorununa “adil bir çözüm” getirilmesi ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması karşılığında İsrail ile ilişkileri normalleştirmeyi öngörüyordu.
15 Eylül’de ABD başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğu ile Washington’da BAE, Bahreyn ve İsrail arasında “Barış Anlaşması” imzalanması ihanet ve teslimiyeti tam tescillemiş oldu. Anlaşmada, “İmzacı taraflar Ortadoğu’da barışın sağlanması için birlikte çalışacaklar” iddiası öne sürüldü.
BAE, Bahreyn ve İsrail arasında imzalanan anlaşmanın temelleri Trump’ın 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla atıldı. Bu adımla kökleri 19. yüzyıla kadar uzanan Filistin sorunu daha da karmaşık bir hal aldı.
Siyonist yazar Theodor Herzl’in 1896’da yayınlanan Yahudi Devleti adlı kitabıyla başlayan siyonist bir devlet kurma arayışı, 29-31 Ağustos 1897 tarihlerinde İsviçre’nin Basel kentinde Birinci Siyonist Kongresi’nin gerçekleştirilmesiyle somut bir niteliğe büründü. Kongre’ye dünyanın çeşitli yerlerinden gelen 204 siyonist delege katılmıştı. Basel’de Stadtcasino’da gerçekleştirilen kongrenin sonunda yayınlanan Siyonizm’in “Basel Programı”, Filistin’de bir “Yahudi Vatan” kurulmasını ve bu amaca ulaşmak için harekete geçilmesini öngörüyordu.
Filistin o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun işgali altında bir Osmanlı vilayeti idi. Basel Kongresi’nin öngördüğü siyonist plan gereği, Yahudilerin Filistin’e göçü 1897’de başlamıştı bile. 1903’e gelindiğinde 25 bin Yahudi göçmen Filistin’e yerleşmişti. O dönemde yarım milyon nüfusu olan Filistin’de Araplarla Yahudiler birlikte yaşıyorlardı. 1914’e gelindiğinde ise, sistematik göçle bölgedeki Yahudi nüfusu 80 binin üzerine çıkmıştı. Böylece, kurulduğu günden bu yana bölgeyi her fırsatta kana bulayan ve Arap Yarımadası’nın kalbine bir hançer gibi saplanan “Siyonist Devlet” için ön adımlar atılmıştı.
Siyonist “İsrail devleti”, Tel Aviv’de, 14 Mayıs 1948’de, ertesi gün yürürlüğe girmek üzere resmen ilan edildi. O gün bugündür Filistinliler 15 Mayıs’ı “El Nakba” (felaket) günü olarak anarlar.
ABD ve İngiltere başta olmak üzere sömürgeci emperyalistlerin desteği ve uşak Arap devletlerinin rızası olmadan siyonist devletin kurulmasının mümkün olamayacağı herkesin malumu. Keza siyonist İsrail’in icraatları da...
Filistin halkı “El Nakba”ya, İsrail’in işgal ve kuşatmasına karşı hep direndi. İşgale, birincisi 1987-1993 arası olmak üzere intifadayla, direnişle karşı durmaya devam etti. Gazze Şeridi’nde başlayan intifada, kısa sürede Batı Şeria’ya yayıldı. Protestolar, sivil itaatsizlik, grev ve genel grevler düzenlendi. İsrail ürünleri boykot edildi. İsrail’in devasa askeri gücünün karşısına, Yaser Arafat’ın “çocuk generallerim” dediği, ellerinde sapan ve taşlarla dikilen yoksul Filistinli çocuklar intifadanın sembolü oldular.
İntifada, kitlesel ayaklanma 1993’e kadar sürdü. 1991’de “Madrid barış görüşmeleri” yapıldı. Onu 1993’de “Oslo barış görüşmeleri” izledi. Görüşmeler ve anlaşmaların hiçbiri çözüm olmadı, olamazdı.
2000 yılında ikinci intifada başladı. İntifada çeşitli biçimlerde yıllarca sürdü.
İsrail 2006’da Gazze Şeridini yeniden işgal etti. 2006’da Lübnan’ı işgale kalkan İsrail ağır bir yenilgi sonucu geri çekildi.
Barışın yolunun işbirlikçi Arap devletleriyle anlaşmaktan ve emperyalizmin icazetinden geçmediğini, onlara ve siyonist rejime karşı direnişten geçtiğini Filistin halkı yıllardır yaşayarak tecrübe ediyor. İsrail’in BAE ve Bahreyn’le imzaladığı siyonist anlaşmanın da aleyhlerine olduğunu biliyor.
İsrail’in BAE ve Bahreyn’le imzalanan anlaşmaya rağmen BAE’nin ABD’den F-35 savaş uçağı almasına karşı çıkması, varılan “anlaşmanın” sınırlarını da menzilini de göstermiş oluyor. Anlaşma, lanse edildiği gibi “bölge barışı için birlikte çalışmak” söyleminin bir demagojiden ibaret olduğunu gösteriyor. ABD ve Trump’ın nağmeler dizdiği bu anlaşmanın esas amacı, Filistin’in haklı davasını arkadan hançerlemek ve İran’ı kıskaca alarak, Ortadoğu’da İsrail ve dolayısıyla ABD lehine mevziler elde ederek, Çin ve Rusya’nın önüne geçmektir.
İsrail, Bahreyn ve BAE arasında varılan bu kirli anlaşma, Arap devletlerinin Filistin sorununa “iki devletli” çözüm önerisinin de resmen çöktüğünün ve hain rollerinin netleşmesinin beyanı olmuştur.
İsrailli işçi ve emekçiler dahil olmak üzere, Filistinli ve Ortadoğu genelindeki işçi ve emekçilerin karşı karşıya olduğu açlık, yoksulluk, bölgesel çatışmalar ve vekalet savaşları biçiminde süren tablonun değişmesi, siyonist İsrail’den, Arap petrol şeyhlerinden ve bölgeyi cehenneme çeviren emperyalist devletlerden beklenemez. Sorunun çözüm yolu, sorunun kaynağı olanların bölgedeki emekçi halklar tarafından bölgeden süpürülüp atılmasından geçmektedir.